Daha önce de sıkça ifade ettiğim üzere AKP, hukuki olarak siyasi parti ancak işleyiş olarak şirketten farksız hale gelmiş, siyaset yapmamayı seçmiştir. Bu açıdan yaşanan değişim, AKP’nin siyaset yapmasını mümkün kılar mı, emin değilim.
Dünden bu yana AKP’nin 8. Olağan Kongresi bağlamında tartışmaları izliyor, yorumları okuyoruz.
Bu bağlamda en çok konuşulan konu partideki “değişim”.
Nitekim 31 Mart seçimleri sonrası başlayan ve Erdoğan’ın teşkilatlar ve parti yönetim kadrolarında “değişime” gidileceği mesajlarını verdiği süreçte kongreye gelene kadar partinin, ilçe başkanlıklarında yüzde 60, il başkanlıklarındaysa yüzde 75 oranında bir değişim yaşandı.
Değişim partinin sadece ilçe ve il başkanları seviyesinde değil partinin karar organı olan MKYK’da da yaşandı. 75 kişilik kurulda 39 yeni isim yer alırken eski dönemden 36 kişi yerini koruyabildi.
Ancak hemen ifade edelim ki, partinin en önemli karar organlarından biri olan MYK’ye gören 39 yeni isimden bir kısmı kelimenin anlamıyla partide de “yeni”.
İyi Parti'den geçen Dursun Ataş, İdris Nebi Hatipoğlu, Kürşad Zorlu, Seyithan İzsiz ve Ünal Karaman ile Gelecek Partisi'nden istifa eden Nedim Yamalı ve Serap Yazıcı bu kategoride sayılabilir.
Dahi ilginci ise parti değişimle övünürken, değişmeyen ebedi lideri var.
Edebi lideri değişmeyen ama yenilenmiş ilçe ve il başkanları ve MYK’sıyla AKP’yi nasıl tanımlamalyız?
AKP isimlerin değişmesi ile değişim yaşandı mı?
AKP politikalarının belirlenmesinde MKYK başta olmak üzere diğer yetkili kurullar ne kadar etkili?
AKP, Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeler belirleyen güçlü bir aktör mü?
Bunun gibi soruları çoğaltmak mümkün.
31 Mart seçimlerinden sonra partinin yeniden güçlenmesi için yöneticilerin yaptığı çıkışlara, son olarak HüdaPar’ın düzenlediği toplantı sonrası Mehmet Uçum ile AKP yöneticileri ve milletvekilleri arasında yaşanan siyasi tartışmalara ve buradaki güç dengeleri bize siyaseten güçlü olan yeri de gösteriyor.
SİYASETİ AKP DEĞİL SARAYDAKİLER YAPIYOR
Ama bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değil.
Bunun birbiri ile bağlı iki nedeni var.
İlki insanların değişmesi tek başına izlenen siyasetin değişmesini sağlamayacaktır.
İkincisi ve daha önemlisi AKP, Genel Başkanı Erdoğan’ın 2014’de Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra siyasi parti olma vasfını adım adım kaybetmiş ve bu süreçte tüm siyasi gücünü bir anlamda liderine devretmiştir.
Bu açıdan daha önce de sıkça ifade ettiğim üzere AKP, hukuki olarak siyasi parti ancak işleyiş olarak şirketten farksız hale gelmiş, siyaset yapmamayı seçmiştir. Ve güçlü liderlik tercihi partinin kendini siyaseten tasfiye etmesine yol açtı. Erdoğan da güçlü liderliği ile AKP’nin ebedi CEO’su olmuştur. Bu açıdan yaşanan değişim, AKP’nin siyaset yapmasını mümkün kılar mı, emin değilim.
Nihayet, Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile de partide fiili olan hukuki hale gelmiş ve Erdoğan Cumhurbaşkanlığı görevi ile AKP Genel Başkanlığını birlikte sürdürmeye başlamıştır.
Ve yeni sistemle Cumhurbaşkanlığında oluşan idari yapı ve danışmanlar kurulu, partiden ve parti temsilcilerinden daha güçlü hale gelmişlerdir. Bu süreç aynı zamanda Erdoğan’ın MHP aracılığıyla devlete eklemlenerek kendini de korumaya almasıdır.
Bunun en somut örneğini de, özellikle 31 Mart seçimlerinden sonra partinin yeniden güçlenmesi için yöneticilerin yaptığı çıkışlara, son olarak HüdaPar’ın düzenlediği toplantı sonrası Mehmet Uçum ile AKP yöneticileri ve milletvekilleri arasında yaşanan siyasi tartışmalara ve buradaki güç dengelerinde görmek mümkündür
Açıkçası AKP’nin parti olarak bu süreci tersine çevirme gücü de siyaseten yoktur. Buna sahip tek kişi Erdoğan’dır.
Peki Erdoğan’ın böyle bir iradesi söz konusu olabilir mi?
Sarap Hoca’nın taşıdığı yek umudun gerçeğe dönmesinin tek istisnası Erdoğan’ın mevcut yönetim sisteminden çıkış aramasıdır. Bu mevcut sistemde yasamanın güçlenmesi, yargının bağımsızlığı için verilecek çaba anlamlı olabilir.
UMUT BAZEN İŞKENCEDİR
Bu soruya kişisel hukukumun eski olduğu, sitemizde yorumlarıyla katkıda sunan, kendisinden ders de aldığım anayasa hukukçusu Prof. Dr. Serap Yazıcı Özbudun’un AKP’ye katılması üzerinden cevap vermeye çalışacağım. Tabi burada küçük ayrıntıyı dikkat çektiği için Murat Sabuncu’ya da teşekkür ederek.
Serap Hoca kongre günü Serbestiyet’e verdiği söyleşide;
“Benim görüşlerimde bir değişiklik yok. 40 yıldır savunduğum gibi benim için hala hukukun üstünlüğü, hala insan hakları, hala demokrasi esastır.
Meclis’te bu fikirlerimin mücadelesini verdim.
Ama Meclis’te muhalefet sandalyelerindeki mücadelemle bu fikirlerim doğrultusunda hiçbir şeyi değiştiremedim.Türkiye siyasetinde şu anda iki büyük güç var: AK Parti ve CHP.
Bana böyle bir davet geldi. Davette aracı olanlara ‘Beni fikirlerime rağmen mi davet ediyorsunuz, sizi çok eleştirdim, bunlara rağmen mi bu davet’ diye sordum.
‘Evet. Cumhurbaşkanımız sizi partimizde görmek istiyor’ dediler.
Bunun üzerine sayın Cumhurbaşkanımızla bir görüşme yaptım. Bu görüşmeden çok etkilendim. Bana çok güven verdi.” ifadelerini kullandı.
Bu söyleşide yer alan;
“Benim görüşlerimde bir değişiklik yok. 40 yıldır savunduğum gibi benim için hala hukukun üstünlüğü, hala insan hakları, hala demokrasi esastır.
…
Ama Meclis’te muhalefet sandalyelerindeki mücadelemle bu fikirlerim doğrultusunda hiçbir şeyi değiştiremedi. Türkiye siyasetinde şu anda iki büyük güç var: AK Parti ve CHP.”
sözlerinden Sabuncu’nun ifade ettiği gibi umutlu bir okumayla, Yazıcı Özbudun, iki güçlü partiden biri olan AKP’ye katılarak hedeflediği “hukukun üstünlüğü, hala insan hakları, hala demokrasi” konusunda Türkiye’ye katkı sunma imkanını, değişmeyen fikirlerine rağmen kendisine partiye davet eden Erdoğan ile yaptığı görüşmede görmüş.
Açıkçası yukarıda açıkladığım nedenlerle hedefledikleri, mevcut AKP içinde -milletvekili olsa dahi- gerçekleştirme imkanı yok. Özellikle Meclis’te yok. Bunun yolu Meclis’te değil Cumhurbaşkanlığı’nda ayrıca bir danışmanlıktan geçiyor
Sarap Hoca’nın taşıdığı yek umudun gerçeğe dönmesinin tek istisnası Erdoğan’ın mevcut yönetim sisteminden çıkış aramasıdır. Bu mevcut sistemde yasamanın güçlenmesi, yargının bağımsızlığı için verilecek çaba anlamlı olabilir.
Eğer böyle bir olasılık var ise hocanın bu sürece katkısı olacağı açıktır.
Buradaki soru Türkiye’deki siyasi koşullar ve siyasi pratikler dikkate alındığında bunun ne kadar mümkün olup, olmadığıdır.
Açıkçası bu konuda da, Erdoğan’ın kongre konuşmasını ve ülkede yaşananları dikkate aldığımızda iyimser olmak için de elimizde çok fazla neden yok.
Bu açıdan şunu söylemek gerçekçi olacaktır; uzatılmış umutlu olma hali işkenceden başka bir şey değil.

Yorum Yazın