Adeta evrensel bir yönü de var seçim eğilimlerinin, o da insanların bir müddet sonra sıkılmalarıdır. Türkiye sıkılmıştır. Metal yorgunluğu had safhadadır. İktidar yorulmuş, halk da iktidardan yorulmuştur. Son olarak Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda adları geçen adayların yani Sn. Erdoğan, Sn. İmamoğlu ve Sn. Yavaş’ın mecburi aday adayları olduğu kanaatinde olmadığımı belirtmek isterim.
Türkiye’de seçimler hep tartışmalı olmuştur. Fakat 2017’den sonra seçimlerin tabiri yerindeyse suyu çıkarılmıştır. Seçimlerin adalet ve eşitlik özelliklerine gölge düşmüştür.
Bu duruma çeşitli örnekler vermek mümkündür.
Cumhurbaşkanı devleti temsilen seçimlere katıldığı için muhalefet devlet ve onun olanakları karşısında seçime girmektedir.
Bakanlar seçim kampanyasına devletin olanaklarıyla katılmakta, makam arabaları ve kırmızı plakaları ile “devlet geldi” atmosferi yaratmakta, seçimlerin devlete karşı yürütüldüğü ima edilmektedir.
Eskiden seçimler öncesi Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanları istifa eder, yerlerine siyasi olmayan geçici bakanlar atanır, seçmeni doğrudan etkileyebilecek bu kişilerin değişmesi sağlanırdı.
TRT hiçbir zaman bugünkü TRT gibi “Taraf” olmamıştır. Sadece iktidarın propagandasınıyapan bir kurum haline gelmiştir.
Bu örnekler maalesef saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
Şimdi bunlara ilaveten yeni icatlar yapıldığı da açıkça görülmektedir.
Kanaatimi baştan söyleyeyim, mahalle pazarından alışveriş ederim, sokağa çok çıkar dolaşırım. Arabam var sanayiye, oto galeri esnafına çaylarını içmeye giderim. Her gittiğim yerde insanlarla konuşurum. Seçimlerin bu durumuna rağmen bugün yapılacak bir seçimde Cumhur İttifakı partilerinin hezimete uğrayacaklarını düşünüyorum. Bunun üç temel nedeni var.
Birincisi elbette ekonomi. Bunu tarif edecek kelime bulamıyorum. Yazmaya da gerek olduğunu sanmıyorum artık. İnsanlar bunu midelerinde, sağlıklarında ve çocuklarında hissediyorlar. Elbette onurlarında da. “Verdim, verebilirim, şu kadar olacak, yok o kadar olmayacak, bak emekli maaşı ödeyemezsek ne olur” gibi, sadaka veriliyormuş gibi tavırlar bu duruma eklenince elbette insanlar onurlarına saldırı hissetmekteler.
İkincisi yaşam tarzlarına ve kültürlerine yapılan saldırılar. İktidar yanlısı kesim topluma birinci sınıf insan olarak takdim edilmekte, onların adalet karşısında özel konumları inatla korunmakta, adeta yasalar karşısında dokunulmazlıkla muamele edilmektedir. Demokratik ve Laik bir devletin şerbetin rakıdan, ilahinin operadan, futbolun voleyboldan, erkeğin kadından daha üstün olduğunu kanıtlamak gibi bir görevi yoktur ve olamaz da. Vergiden vergi alınan bir ülkede durmaksızın bazı dev firmalara getirilen vergi afları ve ödeme ertelemeler ise cabası. Sokakta konuşun, bakın, halkın bu konularda muazzam bir öfke içinde olduğunu hemen göreceksiniz.
Seçmene bilinçli olarak bir “yaşlı siyasetçi” düşmanlığı pompalanmakta fakat o sırada her nedense Cumhur İttifakı liderlerinin ikisinin de yetmiş yaşının üstünde olduğu ve çok başarılı siyasetçiler olarak takdim edildikleri unutulmaktadır.
Üçüncü konu dış politika. Toplum Ortadoğu’dan yoruldu. İslamcı kesimler adeta Türkiye’de Araplık elçisi gibi davranmaya başladılar. Giderek en meziyetli durumun, en meziyetli kimliğin Sünni-Arap olmak olduğu kavm-i necip yaklaşımı halka pompalanmaktadır. Müslüman olmayanın Türk/Kürt olamayacağı, Sünni olmayanın “Rafızi” olduğu gibi safsatalar devlet memurlarının ağzından sıkça dillendirilmektedir. Suriye’de pek çok şehidimiz oldu. Pek çok Suriye’li düzensiz göçmen içeride bir dizi sosyal ekonomik ve siyasal sorunlar doğurdu. Şimdi ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ezici çoğunluğunun nefret ettiği İŞİD’in kadroları olan bir dizi grup Suriye’de yönetime getirildi. Geldi demiyorum, açıkça getirildi oturtuldu çünkü. Daha dün askerlerimizi öldüren, ikisini canlı canlı yakan ve bize özellikle videolarını gönderen bu adamlara elektriklerini sağladığımız, yardımlarda bulunduğumuz, halılar göndereceğimiz sözleri, zaten ekonomik zorluklar içinde olan halka “biz ikinci sınıf mıyız?” sorusunu sordurmaktadır. Bir zamanlar İslamcıların kullandığı dille soralım; Necip Fazıl’ın dediği gibi “Öz vatanımda parya mıyım?”. Bir gün Suriye maceramızın bilançosu çıkarıldığında 2011’den bu yana ne kazandığımız ne kaybettiğimiz ortaya çıkacaktır.
Seçmene bilinçli olarak bir “yaşlı siyasetçi” düşmanlığı pompalanmakta fakat o sırada her nedense Cumhur İttifakı liderlerinin ikisinin de yetmiş yaşının üstünde olduğu ve çok başarılı siyasetçiler olarak takdim edildikleri unutulmaktadır. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu’nasaygısızca “Evine git torun bak” diyenler, arkasından rahatlıkla Sayın Bahçeli’nin ne kadar “bilge” bir siyasetçi olduğunu utanmadan anlatabilmekteler. Açıkça söylemek istiyorum ki Cumhur liderlerini en çok rahatsız eden siyasi gelişim, 2023 Seçiminde Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Karamollaoğlu’nun kurduğu ittifak mimarisi olmuştur. Türkiye’de demokrasiyi korumak ve geliştirmenin yolu bu tarz bir ittifak mimarisinden geçmektedir çünkü. İyip’inson anda ipe un sermesine rağmen %48 oy da bu sayede alınmıştır. Seçimin kazanılması ancak bir dizi ihanetle sağlanabilmiştir. “Alevilik Meselesi” ne değinmiyorum bile. Acınacak bir durumdur çünkü. Sn. Karamollaoğlu’ndan “daha Müslüman” olanlar bu konuda esip gürlemişlerdir. Sonra da utanmadan Sn.Kılıçdaroğlu “mezhepçi” ilan edilmiştir. İslamcılar, eski Ülkücüler yahut Ülkücüler demokrat olamaz diye bir kural yoktur. Dünyadaki değişimler hepimizi çok değiştirmiştir. Millet İttifakı’nı dağıtmak muhalefet için büyük bir hata olacaktır. Bu mimari devam etmelidir. Seçim kazanmanın da kazanıp parlamenter sisteme dönmenin de yolu bu ittifaktan geçmektedir. Bu “halkta birlik” gerilimlerin ortadan kaldırılması için de bir şart haline gelmiştir. Herkesin birbirini savaş meydanına çağırdığı ya Şah İsmail yahut da Yavuz Sultan Selim rolüne soyunduğu bir toplum olmaktan acilen kurtulmalıyız.
Adeta evrensel bir yönü de var seçim eğilimlerinin, o da insanların bir müddet sonra sıkılmalarıdır. Türkiye sıkılmıştır. Metal yorgunluğu had safhadadır. İktidar yorulmuş, halk da iktidardan yorulmuştur. Bundan sonra muhalefetin bugüne kadar yaptığı hatalardan daha ağırlarını yapması gerekir herhalde. Son olarak Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda adları geçen adayların yani Sn.Erdoğan, Sn.İmamoğlu ve Sn. Yavaş’ın mecburi aday adayları olduğu kanaatinde olmadığımı belirtmek isterim. Türkiye üçten büyüktür.

Yorum Yazın