İki buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra patlamanın bombadan kaynaklanmadığına dair bilirkişi raporları sonucunda salıverildi. Salıverildikten sonra “Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dışlanma Mekânı” başlıklı tezini Fatmagül Berktay, Ayşe Durakbaşa ve danışmanı Meral Özbek’in yer aldığı jüri karşısında başarıyla savundu. Pınar Selek’in Ülker Sokak’a dair yaptığı araştırmanın en güzel sonucu Sokak Sanatçıları Atölyesi’ydi.Habitat II, Birleşmiş Milletler'in İnsan Yerleşmeleri üzerine İkinci Konferansı, Vancouver, Kanada'da 1976'da düzenlenen Habitat I'den yirmi yıl sonra 3-14 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleştirildi. Toplumsal ve çevresel yönden sürdürülebilir olan ve herkese uygun barınma olanakları sağlayan kentlerin kurulmasına yönelik toplantıların yapılacağı Habitat Zirvesi öncesinde İstanbul’da bir ‘temizlik’ harekâtına girişildi. Temizlenmesi gerekenlerden biri de Beyoğlu’nda, travestilerin ve transseksüellerin yaşadığı Ülker Sokak’tı. Sosyolog Pınar Selek Habitat Zirvesi’nden aylar önce Ülker Sokak’ta yaşayanlar ile görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmelerden birinde transseksüel kadın Demet Demir sokak çocukları için bir şeyler yapmak istediklerini, bunun için para topladıklarını ama ne yapacaklarını bilmediklerini söylemişti. Ülker Sokak’taki temizleme operasyonunun ertesi günü Pınar Selek sokağa gitti. Günlerce olayların içinde yaşadı. Ülker Sokak’ya yaşayanlar daha sonra kendisinden bir istekte bulundular: “Travesti ve transseksüeller sürekli olarak “Birileri de gerçekleri yazsa, bu sokakta dönen dolapları anlatsa” diyorlardı, ama bir gün bana, “Sen yazsana... Bizim hakkımızda ya da bu sokakta olup bitenler hakkında bir araştırma yapsana. Sosyolog değil misin?” dediklerinde kendimi ilk defa çaresiz hissettim. “Çaresiz” diyorum, çünkü içinde bulunduğum ruh halini daha iyi ifade edebilecek bir kelime yok. Araştırma bu çaresizlikle başladı.” (1)Pınar Selek’in araştırmasını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Meral Özbek danışmanlığında yüksek lisans tezi olarak tamamladı. Tezini henüz savunamadan, 11 Temmuz 1998'de PKK üzerine yürüttüğü araştırması nedeniyle terör suçu şüphesi ile göz altına alındı. İki gün önce, 9 Temmuz 1998 tarihinde, İstanbul Mısır Çarşısı'nda yedi kişinin öldüğü, 120 kişinin yaralandığı bir patlama meydana gelmişti. Pınar Selek bu olay ile ilişkilendirildi. İki buçuk yıl cezaevinde kaldıktan sonra patlamanın bombadan kaynaklanmadığına dair bilirkişi raporları sonucunda salıverildi. Salıverildikten sonra “Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dışlanma Mekânı” başlıklı tezini Fatmagül Berktay, Ayşe Durakbaşa ve danışmanı Meral Özbek’in yer aldığı jüri karşısında başarıyla savundu.
Selek tezinin sonuç bölümünü şöyle bitiriyor: "…Sonra caddelerin bütün çöplerini topladık, boya - kağıt - alçı - tutkal - çamur vb. aldık. Atılan her şeyi hayata döndürerek kendi yaralarımızı sarmaya, kendimizi yeniden yapılandırmaya, tamir etmeye başladık. Kısa bir süre sonra atölyemiz farklı dillerle ve renklerle konuşan resimlerle doldu. Maskeler yaptık. Bu maskeleri takıp çıkarttık. Herkes kendi yeteneğini keşfetti."
HERKES KENDİ YETENEĞİNİ KEŞFETTİ
2002’de beraat eden Pınar Selek ilerleyen yıllarda aynı olay nedeniyle defalarca yargılandı. 19 Aralık 2014'te İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi 16 yıldır devam eden davada yine beraate karar verdi. Ocak 2023'te Yargıtay Ceza Genel Kurulu beraat kararının bozulmasına hükmetti. Daha önce dört kez beraat ettiği davada yeniden yargılanan Pınar Selek’in duruşması geçtiğimiz Cuma günü, 28 Haziran’da yapıldı ve duruşma Şubat 2025 tarihine ertelendi. Pınar Selek’in Ülker Sokak’a dair yaptığı araştırmanın en güzel sonucu Sokak Sanatçıları Atölyesi’ydi. Selek tezinin sonuç bölümünü şöyle bitiriyor: “…Sonra caddelerin bütün çöplerini topladık, boya-kağıt-alçı-tutkal-çamur vb. aldık. Atılan her şeyi hayata döndürerek kendi yaralarımızı sarmaya, kendimizi yeniden yapılandırmaya, tamir etmeye başladık. Kısa bir süre sonra atölyemiz farklı dillerle ve renklerle konuşan resimlerle doldu. Maskeler yaptık. Bu maskeleri takıp çıkarttık. Herkes kendi yeteneğini keşfetti. Bununla da kalmadık, yanımızdakinin yeteneği ile kendimizinkinin birleşmesiyle hepimizi aşan bir sinerjinin oluştuğunu, bu sinerjinin de bizi mutlu ettiğini keşfettik. Üretirken kendiliğinden sohbetler gelişti. Herkes ufak ufak kendi hayat hikayesini anlattı. Akşam televizyonda seyrettiğimiz haberleri birbirimize anlatmaya, bunları yorumlamaya başladık. Üç ay sonra, bir sergi salonunu dolduracak kadar çok ürünümüz olmuştu. Beş günlük sergimizde, gelip gidenlere ne yapmaya çalıştığımızı anlatırken, biz de üç aylık deneyimimizi yeniden anlamlandırmış olduk. Oluşturduğumuz tiyatro topluluğuyla ülkücülerin yoğun olduğu bir etkinlikte, “barış” oyunu oynamamıza, üstelik bu oyunda üç travestinin rol almasına rağmen yoğun bir destek görmemiz, başka yerde oynadığımız sokak oyunlarının büyük buluşmaların önünü açmaya başlaması bizi kendi iç ilişkilerimiz açısından da değiştirmeye başladı. Buluşma sanatla oldu. Farklı gruplar birbirlerinin dilini sanatla çözdüler. Yavaş yavaş birbirlerinizi tanıdılar, çünkü her ifade biçimiyle iletişim kurdular. Çamurların, seslerin, kağıtların ortasında kısa tarih yaşandı. Bu tarih, bize, yanlış kurulan erkek egemenlikli tarihi bozup yeniden yazma umudunu ve güveni kazandırdı."Selek 17 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği savunmada Sokak Sanatçıları Atölyesi’ni anlattı: "Çeşitli araştırmalar aracılığıyla tanıştığım ve her biri, farklı dışlama ve kapatma mekanizmasından etkilenen insanlarla birlikte, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi. Toplumun çöpe attığı insanlar, çöp kutularındaki işe yarar malzemeleri toplayıp bunları, o atölyede, sanat eseri haline getiriyorlardı."
TOPLUMUN ÇÖPE ATTIĞI İNSANLAR…
Pınar Selek tekrar yargılanmalarından birinde, 17 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği savunmada Sokak Sanatçıları Atölyesi’ni anlattı: “Çeşitli araştırmalar aracılığıyla tanıştığım ve her biri, farklı dışlama ve kapatma mekanizmasından etkilenen insanlarla birlikte, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi. Toplumun çöpe attığı insanlar, çöp kutularındaki işe yarar malzemeleri toplayıp bunları, o atölyede, sanat eseri haline getiriyorlardı. İlk başta birlikte nasıl duracaklarını, kuşatma ve dışlamayla nasıl başa çıkılacağını bilmeyen insanlar olarak, sanatla birlikte dirildik, çiçek açtık, hatta kök salmaya başladık. Maskelerin, çamurdan vazoların, alçıdan heykellerin, resimlerin üretildiği bu küçücük mekânda kurulan sokak tiyatromuz, kısa zamanda her yere çağırılır oldu. Atölyedeki eserlerimiz, sokaklarda sergilenmeye başlandı. Bir de dergi çıkarttık. Yazarları ve dağıtımcıları çok olan bu derginin adını Misafir koyduk. Herkes, “Misafirlik öldü… Televizyon, şehir hayatı misafirliği öldürdü…” diyordu. Biz de sesini duyuramayan insanların, başkalarının evlerine misafir olmasını sağladık. 3000 bastığımız dergimizi, sokaklardaki güçlü ilişkilerimiz sayesinde kısa zamanda tükettik.Atölyemiz küçücüktü ama üretkenliğiyle etkisini büyütüyordu. Günde onlarca kişinin girip çıktığı, kapısı hep açık, gece bazen evsiz kalan travestilerin ve sokak çocuklarının yattığı bu atölye, aynı zamanda bir başvuru, bir kaynaşma mekânıydı. Kim olursa olsun, dara düşen bize uğruyordu. Önceden dışlanma nedeniyle saldırganlaşan insanlar, kendilerine ve başkalarına güvenmeyi atölyemizde öğrendiler. Sanatın ve paylaşımın gücü sayesinde tineri ve fuhuşu bırakanlar oldu. Ben cezaevindeyken görüşüme gelen bir travesti şöyle demişti: “Bir düş ancak bu kadar sürer. Bizimki uzun sürdü. Hep bir şeyler olacak diyordum. Hayat bu kadar iyi gidemez, diyordum. Ama böylesini tahmin etmedim. Ben çok şey yaşadım, her şeye alıştım sanıyordum ama bu olay kadar beni etkileyen başka bir şey hatırlamıyorum. En temiz şeyimizi kirlettiler. Sanki bebeğimizi öldürdüler. Ne korkunç bir hayat! Sen iyi bir şey de yapsan, kirletiyorlar. Kaçamıyorsun, kurtulamıyorsun. Çok korktum.”Sokak Sanatçıları Atölyesi’nin en aktif çalışanları olan sokak çocukları ilk duruşmadan itibaren mahkemeye hep geldiler. Bu, onlar için hiç de kolay değildi. Sürekli kim vurduya giden çocuklar, tıpkı travestiler gibi en çok polisten kaçıyorlar. Buna rağmen, emniyetin suçladığı bir olayda benim tanığım oldular, “Pınar abla oraya tiner bile sokmazdı” dediler. Ben onlara “mahkemeye gelmesinler” diye haber yolluyordum. Çünkü bu nedenle cezalandırılacaklarından korkuyordum. Ama beni dinlemediler. Aslında sadece beni değil, atölyelerini savundular. Orada yarattığımız sevginin kirletilmemesi için ellerinden geleni yaptılar.Sevgimiz kirlenmedi ama atölyemiz dağıldı.Mısır Çarşısı komplosu en çok neye zarar verdi diye düşünüyorum. En güzel yıllarıma mı, geleceğime mi? Öncelikle bu komplo, annemin hayatına mal oldu. İkincisi Sokak Sanatçıları Atölyesini öyle bir tuz buz etti ki artık tamir edilmesi imkânsız…"Esmeray Sokak Sanatçıları Atölyesi’ne dair şöyle diyor: "Pınar Selek ile ben 95, 96 yılları arasında tanıştım. Şaşkındım, bir arayış içindeydim. Artık bana zorla dayatılan seks işçiliğini ve bedenimi satmak istemiyordum. Böyle bir arayış içindeyken Pınar ile yolumuz bir atölyede kesişmişti. İlk gördüğüm gün Pınar’ın bilen bilir öyle bir bakışı vardır ki, o bakışlar bana değdiğinde yeniden umut, coşkuyla dolmuştum.."
Yorum Yazın