Esasen amacımız parlamentoyu güçlendirmek ise bunun için parlamenter sisteme geçilmesine gerek de yoktur. Teknik olarak parlamentoların en güçlü olması gereken sistem Başkanlık Sistemi’dir. Başkanlık sistemi keskin bir kuvvetler ayrılığını şart koştuğu için bu sistemde parlamentonun daha güçlü ve yetkin olması sistemin doğru işlemesi için şarttır.
Bilindiği üzere Türkiye 16 Nisan 2017 referandumu ile 1924 Anayasası’ndan beri uyguladığı Parlamenter Sistem’den vazgeçmiş ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi zaman zaman sağ hükümetler tarafından ülke gündemine getirilen bir sistem olup, geçiş de AK Parti ve MHP blokunun oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın talebi ile gündeme gelmiş ve onların desteği ile yasalaşmıştır. Bu sisteme CHP’nin başını çektiği muhalefet bloku karşı çıkmıştır. Nitekim sonraki seçimlerde de muhalif Millet İttifakı, seçimlerin kazanılması halinde yeniden Parlamenter Sistem’e geçmeyi halka en büyük vaat olarak sunmuştur.
Türkiye’nin 94 yıllık bir sistemi ve anayasal birikimini terk etmesi elbette çok önemli bir olaydır. Nitekim bu geçişin yönetimde ve toplumsal düzende önemli sıkıntılara yol açtığı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle yeni sistemin Türk tipi olarak adlandırılması ve bilimsel olarak Başkanlık Sistemi’nden önemli farklılıklar içermesi bu sıkıntıların temel sebeplerinden biridir. Yeni sistemde Başkanlık Sistemi’nin yürütme organına verdiği tüm yetkiler cömert bir şekilde Cumhurbaşkanı’na verilirken, parlamentonun yetkileri daraltılmıştır. Cumhurbaşkanı hem yürütmeyi hem yasamayı hem de önemli ölçüde yargıyı kontrol eden bir duruma gelmiştir. Denilebilir ki Türkiye yönetimde istikrarı sağlamak için bütün demokratik değerlerden vazgeçmiştir.
Bu sistemi savunanların temel referansı Türkiye’nin 1982 Anayasası döneminde yaşadığı Parlamenter Sistem tecrübeleri olmaktadır. Elbette önceki dönemde uygulanan sistemi de Türk tipi bir Parlamenter Sistem olarak adlandırmak mümkündür. Zira eski sistemde Cumhurbaşkanı bir vesayet organı gibi planlanmış ve Parlamenter sistemde olmaması gerektiği kadar yetkilendirilmiştir. Nitekim Anayasa hukukçularının çoğu eski sistemi yarı başkanlık sistemine benzetmektedir. Yine bu sistemi hemen her Cumhurbaşkanı seçiminde kriz üretecek kadar olgunlaştıramadığımızı da unutmamak gerekir. Devam eden süreçte yetkisiz ve sorumsuz olması gereken ama gerçekte çok yetkili ve sorumsuz olan Cumhurbaşkanı’nın 367 garabetinden de faydalanarak, halk tarafından seçilmesi ortaya çıkınca sistem iyice bozulmuş ve Türk tipi Başkanlık Sistemi’nin alt yapısı tam anlamıyla oluşturulmuştur.
Bu sistem içinde yaşadığımız 6 yılı aşkın sürede Parlamento’nun etkisizleştiğini hatta adeta kimliksizleştiğini görmek mümkündür. Muhalefet de bu nedenle güçlendirilmiş parlamenter sistem ile Meclis’in güçlü ve yönetimin merkezinde olmasını halka en önemli taahhüt olarak sunmuştur. Elbette Türkiye gibi hemen her an kritik kararların alınması gereken bir ülkede güçlü bir parlamentoya ihtiyaç bulunmaktadır. Güçlü bir parlamentodan kastettiğimiz şey ise temsil kabiliyetinin yüksek olması, nitelikli isimlerden oluşması ve yüzünün halka dönük olmasıdır. Mevcut sistemde parlamento üyelerinin siyasi partilerin lider sultasına uygun belirlendiği konusunda bütün toplum hemfikir durumdadır. Parlamento üyeleri, seçimlerde gösterdikleri çabanın çok daha fazlasını parti listelerine girmek için göstermektedir. Mevcut sistemde halkın yaptığı “vekillerini seçmek” değil, partisi tarafından seçilenleri zaman zaman kerhen de olsa “tasdik etmektir” demek daha doğrudur. Bu koşullar altında seçilen bir parlamenterin de halktan çok kendisini seçen iradeye yani parti yönetimine hizmet edeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yoktur. Nitekim öyle olmaktadır. İstisnai 1-2 kişi dışında hemen tüm parlamenterler liderlerinin sözünden çıkmamayı en büyük hizmet olarak görmekte ve mecliste de buna uygun davranmaktan bir an bile geri kalmamaktadırlar. Bu haliyle milletvekilleri liderlerin elindeki bir oy çubuğundan başka bir şeye benzememekte, seçimler ise daha fazla oy çubuğu elde etmek için yapılan bir yarışa dönmektedir.
Yürütme’nin bu kadar güçlü olduğu bir sistemde, iktidara gelen kimsenin bu güçten kendi rızası ile vazgeçeceğini düşünmek bence ham bir hayalden başka bir şey değildir. Nitekim ülkemizde şimdiye kadar herkes daha fazla güç istemiş, kimsenin gücünden ve yetkisinden feragat ettiği görülmemiştir. O halde yeniden parlamenter sisteme geçilebileceğini düşünmek bana pek mümkün gelmemektedir. Esasen amacımız parlamentoyu güçlendirmek ise bunun için parlamenter sisteme geçilmesine gerek de yoktur. Teknik olarak parlamentoların en güçlü olması gereken sistem Başkanlık Sistemi’dir. Başkanlık sistemi keskin bir kuvvetler ayrılığını şart koştuğu için bu sistemde parlamentonun daha güçlü ve yetkin olması sistemin doğru işlemesi için şarttır. O halde Türkiye’nin demokratik güçlerinin enerjisini Başkanlık Sistemi’nin revizyonuna harcaması gerekir. Bunun da bence, ilk ve en önemli şartı seçim sisteminin değiştirilmesidir. Türkiye, en baştan yapması gerektiği gibi Başkanlık Sistemi’ne geçtiği anda dar bölge seçim sistemine de geçmeli ve 600 milletvekilinden 500’ünü bu sistemle seçmelidir. Bu durumda 500 ayrı seçim bölgesi oluşacak ve her seçim bölgesi yaklaşık 100 bin kişilik seçmenlerden oluşacaktır.
Dar bölge seçim sistemi, siyasi partilerde lider sultasını bitirecek, nitelikli insanların seçilmesini sağlayacak ve parlamenterlerin yüzünü partilerinin genel merkezlerine değil, kendisini seçen halka dönük olmasını sağlayacak bir sistem olarak Türkiye’nin elzem ihtiyaçları arasında ilk sıralarda yer almaktadır.
DAR BÖLGE SEÇİM SİSTEMİ
100 bin seçmen İstanbul’da neredeyse bir mahalleye denk gelmektedir. Bu durum yerel seçimlerde sıkça duyduğumuz, “aday önemlidir” teorisini bütün ülkeye yaymakta ve “kimi koysam kazanırım” hoyratlığı bir kenara itilmektedir. Diğer taraftan 100 bin kişilik bir seçmen bölgesi milletvekillerinin halktan kopmasını engellemekte ve halkı anlaması/dinlemesi için gerekli imkanı da sunmaktadır. Elbette bu sistem getirilirken seçim bölgelerinin doğru belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu sistemin güçlü partilere yaradığı gibi bir eleştiri olsa da ben halkla yakın temas kurabilen, doğru kişileri aday yapabilen küçük partilerin de bu sistemde başarılı olabileceklerine inanıyorum. Belki bu sisteme getirilebilecek bir diğer eleştiri de sürekli popüler isimlerin tercih edilecek olması nedeniyle Meclis çalışmalarında ihtiyaç duyulacak teknik isimlerin seçilmesini zorlaştırabileceği olabilir. Hem temsilde adaletin daha fazla tesisi hem de teknik kişilerin de seçilebilmesinin sağlanması için kalan 100 milletvekilinin de partilerin ülke genelinde aldığı oy oranına göre dağıtıldığı Türkiye milletvekilliği düşünülebilir ve daha nitelikli bir meclis yapısının oluşması sağlanabilir.
Siyasi Partiler Kanunu değişmeden ne yapsan olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Ya da Anayasa’da Cumhurbaşkanı’na tanınan olağanüstü yetkiler azalmadan… Elbette devam eden süreçte Siyasi Partiler Kanunu’nun da Anayasa’daki aşırı yetkilerin de değişmesi gerekiyor. Ama ilk amacımız o kanunları, liderlerine rağmen, değiştirecek bir Meclis ortaya çıkarmak olduğu için onları ikinci aşamaya bırakıyorum.
Dar bölge seçim sistemi, siyasi partilerde lider sultasını bitirecek, nitelikli insanların seçilmesini sağlayacak ve parlamenterlerin yüzünü partilerinin genel merkezlerine değil, kendisini seçen halka dönük olmasını sağlayacak bir sistem olarak Türkiye’nin elzem ihtiyaçları arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bu sisteme göre oluşabilecek bir mecliste hem daha zengin bir istişare ortamı oluşabilir hem de daha isabetli kararlar çıkabilir. Tüm bu nedenlerle gerçek bir kuvvetler ayrılığı için Türkiye’nin enerjisini gerçekleşmesi zor Parlamenter Sistem’e geçmek yerine daha kolay ve ulaşılabilir seçim sistemi değişikliğine harcaması gerekir.
Yorum Yazın