Özlem Gürses’e soruşturma devlet kurumlarını aşağılama suçundan yani TCK 301’den açılıyor, maalesef, malum, bu soruşturmanın açılabilmesi için (301 davalarında) Adalet Bakanının ön izni de gerekiyor, demek ki, Adalet Bakanı da bu izni vermiş, yani siyasetin de tenceresinin dibi yargı kadar, bizim muhalifler kadar kara, o dönemin Adalet Bakanı da Hrant Dink için bu 301 iznini vermiş ve o korkunç cinayete giden yol açılmış idi.
Meseleyi duymayan, bilmeyen kalmadı ama çok kısa bir hatırlatma yapayım yine de, tanınmış gazeteci Özlem Gürses bir Youtube videosu yayınlıyor, Kobane (Ayn el Arab) ile ilgili bir yorum yapıyor ve bu yorumda bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Suriye Milli Ordusunun (SMO) mealen ortak hareket ettikleri yönünde bir ifade kullanıyor, İŞİD’in de orada olabileceğini söylüyor, bu durum sonrası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açıyor, Özlem Gürses Ankara’daki otelinden gece vakti alınıyor, karayolu ile İstanbul’a götürülüyor, savcılık tutuklanması talebi ile mahkemeye sevk ediyor, mahkeme de Özlem Gürses’e ev hapsi cezası veriyor, ne yalan söyleyeyim, süresini bilmiyorum.
Bu olay ve sonrasında yaşananlar tam bizim “tencere dibin kara, seninki benden kara” sözünü hatırlattı bana, devletin (yargının) kararı, eylemi çok yanlış, hukukçu değilim ama açmaya çalışacağım, ancak basında, sosyal medyada, siyasette Özlem Gürses’ten yana(!) gibi tavır alanların tepkileri de en azından yargının tavrı kadar yanlış, arada olan da hukuka ve gazetecilere oluyor.
Evet, tencere dibin kara, seninki benden kara çünkü ne yargısal eylemde ne de bu eyleme yönelik tepkilerin herhangi bir yerinde hukuk yok, hukuk olmayınca da her iki taraf için de tencerenin dibi kararıyor.
Özlem Gürses’e soruşturma devlet kurumlarını aşağılama suçundan yani TCK 301’den açılıyor, maalesef, malum, bu soruşturmanın açılabilmesi için (301 davalarında) Adalet Bakanının ön izni de gerekiyor, demek ki, Adalet Bakanı da bu izni vermiş, yani siyasetin de tenceresinin dibi yargı kadar, bizim muhalifler kadar kara, o dönemin Adalet Bakanı da Hrant Dink için bu 301 iznini vermiş ve o korkunç cinayete giden yol açılmış idi.
Evet, tencere dibin kara, seninki benden kara; neden mi, anlatmaya çalışacağım, hukukçu değilim ama bu konuların hukuk matematiğini bildiğimi zannediyorum, değerlendirme değil ama teknik bir hatam olursa hukukçu dostlar uyarsınlar beni.
Siyaseti hukuka öncelemeyen bir Adalet Bakanımız olursa bir gün, inşallah, önerim, tüm hakim ve savcı odalarına, HSK toplanı salonuna, masalarının üzerindeki duvara Anayasa 90’ın son cümlesini ve Handyside kararının bu cümlesini kalın harflerle bir panoya yazdırıp asılmasını mecburi kılmasıdır, bu durum çok muhtemeldir o duvara Cumhurbaşkanı resmi asmaktan hukuk sistemimize çok daha yararlı olacaktır.
BAĞLAYICI HANDYSİDE KARARI
Anayasanın meşhur 90. Maddesi var, çok önemli ve olumlu bu değişikliği 2004 senesinde AKP yaptı, son cümle aynen şöyle: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşmalar esas alınır.”
Yukarıdaki Anayasa maddesini okurken lütfen “milletlerarası antlaşma” yerine “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS)”, “kanunların” kelimesi yerine de “TCK 301’i” koyun, bakalım nasıl bir manzara çıkıyor karşımıza.
AİHM kararları, içtihadı AİHS’nin mütemmim cüzü ve 1976 tarihli çok ünlü, Avrupa standartlarında amir hüküm niteliğinde, bu standartlar bizi de hukuken tamamen bağlıyor, ifade özgürlüğünü tanımlayan, sınırlarını belirleyen Handyside kararı var, bu kararda yine aynen şöyle deniyor: “ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ŞİDDET ÇAĞRISI, ÖVGÜSÜ YAPMAYAN AMA DEVLETİ VE TOPLUMU SARSICI, ÇOĞUNLUĞUN DEĞER YARGILARINI ALT-ÜST EDİCİ, BİREYLERİ ŞOKE EDİCİ FİKİRLERİN ÖZGÜRCE AÇIKLANMASIDIR .”
Evet, bu karar, yukarıdaki cümle bizim hukuk sistemimizin bir parçasıdır ve kanunlarımızla bu ifade (Handyside kararı) çelişiyor ise kanunlarımızı değil bu kararı uygulamak Anayasanın (madde 90, son cümle) tartışılmaz amir hükmüdür.
Hukukçu olmayan bendeniz bile Anayasa 90 ve Handyside’ı senelerdir yazmaktan, hatırlatmaktan sıkıldım ama bazı savcı ve hakimlerimiz görmezlikten, bilmezlikten gelmekten sıkılmadılar.
Siyaseti hukuka öncelemeyen bir Adalet Bakanımız olursa bir gün, inşallah, önerim, tüm hakim ve savcı odalarına, HSK toplanı salonuna, masalarının üzerindeki duvara Anayasa 90’ın son cümlesini ve Handyside kararının bu cümlesini kalın harflerle bir panoya yazdırıp asılmasını mecburi kılmasıdır, bu durum çok muhtemeldir o duvara Cumhurbaşkanı resmi asmaktan hukuk sistemimize çok daha yararlı olacaktır.
Mesele sadece uygulanması hukuken mecburi Handyside kararı ile de sınırlı değil, TCK 301. Madde de hukuken çok sakat bir madde çünkü yine AİHM’in 2012 tarihli Taner Akçam- Türkiye kararında TCK 301’inci maddeyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesine (ifade özgürlüğü) aykırı bulunuyor.
TCK 301. Maddenin varlığının yazarlar, gazeteciler, düşünürler, öğretim üyeleri üzerinde “chilling effect” yarattığı yani caydırıcı, korkutucu hatta dondurucu etki yaptığı ifade edildi ama bizim savcılar ve hakimlerimiz hala, AİHM kararı orada dururken, insanları TCK 301’e aykırı davrandıkları iddiasıyla yargılayabiliyorlar, cezalandırabiliyorlar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46. Maddesinin birinci paragrafı şöyle: “AİHM kararlarının bağlayıcılığı ve uygulanması- Yüksek Sözleşmeci Taraflar taraf oldukları davalarda Mahkemenin (AİHM)kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler.”
Türkiye AİHM kesinleşmiş kararlarını uygulamayarak taahhütlerini yerine getirmemiş oluyor; bir devletin uluslararası bir taahhüdünü yerine getirmemesi o devletin saygınlığı için çok vahim bir durumdur, illaki de AİHM 2012 kararına rağmen TCK 301’i uygulamak istiyorsa bizim yargı bence yapması gereken ilk şey bu taahhütlerin yerine getirilmesini engelleyen kişi ve resmi kurumlar aleyhine bu sevimsiz maddenin uygulanmasını sağlamaktır çünkü hiçbir şey devletin saygınlığını uluslararası taahhütlerini yerine getirmemek kadar sarsamaz.
Gelelim yazının başlığında neden “tencere dibin kara, seninki benden kara” deyimini kullandığıma.
Bizim ulusalcı yerlici ve milliciler Özlem Gürses’i güya savunurken Anayasa 90’ı, AİHS’ni, bizim için de bağlayıcı Handyside kararını işaret etmiyorlar, bence ayıp bir ifade ile Özlem Gürses’in bu kelimeleri sehven kullandığını söyleyebiliyorlar.
GÜRSES’İ AYIP BİR İFADE İLE SAVUNUYORLAR
2024 Türkiye yargı erkinin ne AİHS’si, ne Handyside kararı, belki de daha önemlisi ne Anayasa 90. Madde umurunda, tam bir hukuk skandalı.
Ama, madalyonun öbür yüzünde de bizim sözde muhalefet var, bu olay üzerine Özlem Gürses’in güya yanında pozisyon alan kişiler de hiç Anayasa 90’dan, AİHS’nden, Handyside kararından, Akçam kararından bahsetmediler, muhtemelen bu kesim için de, açıktan söylemeseler bile, bir AİHM kararının normlar hiyerarşisinde bizim kanunlarımızın üzerinde olmasına çok da sıcak bakmıyorlar.
Bir tarafta dinbaz yerlici ve milliciler var ama öbür tarafta da ulusalcı, güya milli egemenlikçi yerlici ve milliciler var, olan da arada hukuka oluyor, mesela gazetecilere oluyor.
Bizim ulusalcı yerlici ve milliciler Özlem Gürses’i güya savunurken Anayasa 90’ı, AİHS’ni, bizim için de bağlayıcı Handyside kararını işaret etmiyorlar, bence ayıp bir ifade ile Özlem Gürses’in bu kelimeleri sehven kullandığını söyleyebiliyorlar; hoş, Özlem Gürses’in bizzat kendisi de o cümlede İŞİD kelimesini sehven kullandığını ifade ediyor, bu kendi tercihidir ama ifadenin ilk şeklinin bile Handyside kararı bağlayıcılığını korurken neden suç oluşturduğunu anlamakta zorlanıyorum, ilk ifade devleti, toplumu şoke edebilir, değer yargılarını alt-üst edebilir ama konu gerçek bir hukuk devleti isek yargının alanı olmamalıdır çünkü AİHS’in altında hala devletin imzası durmaktadır, devletimiz hala AİHM’in yargı yetkisini kabul etmiş durumdadır.
Türkiye’de hukuk varsa Özlem Gürses’in kullandığı ifadesinin ifade özgürlüğünün koruması altında olma mecburiyeti var ama bizim sözde ilericiler meseleye böyle bakamıyorlar.
Emekli generaller “ben Özlem Gürses’i tanırım, böyle bir ifade kullanmaz, kendisi Atatürkçüdür, vatansever bir gazetecidir” benzeri hukuku dışlayan, devreye almak istemeyen sözde savunmalar yapabiliyorlar, zerre kadar düşünmeden “vatansever” gibi bir kavram kullanabiliyorlar, sanki ellerinde kimin vatansever, kimin olmadığına dair hassa bir terazi varmışçasına.
Hukuku başat kategori olarak almayan bir vatanseverlik kavramı kimseye yarar getirmez, bunu unutmayalım.
Yorum Yazın