Aile Yılı'nda mahkeme salonlarında ağlayan kadınlardan korktular. Adliye önünde, yağmur altında bekleyen annelerden korktular. Enkaz başında hâlâ "Burada insanlar vardı" diyenlerden korktular. Korktular, çünkü biliyorlar: Bir anne, yasını adalete çevirdiğinde hiçbir duvar onu durduramaz.
Bazı fotoğraflar vardır, bakarsın ama görmek istemezsin.
Görürsen bir şey yapman gerekir.
Bu ülkenin sokaklarında, mahkeme salonlarında, mezarlıklarında, adliye önlerinde… Öyle fotoğraflar var ki, her biri bir çocuğun son nefesiyle, bir kadının sessiz çığlığıyla, bir annenin elinde sıkı sıkıya tuttuğu bir fotoğraf karesiyle dolu.
Aile Yılı dediler.
Ama aileler için matem yılı, kayıp yılı, acı yılı, yokluk yılı, yok olmuş yılı oldu.
Aile Yılı'nda anneler, adalet için mahkeme kapılarında bekledi.
Aile Yılı'nda babalar, çocuklarının mezar taşına isim kazıdı.
Aile Yılı'nda cenaze törenleri, bayramlardan daha kalabalıktı.
Aile Yılı'nda devlet, ölülerin ardından taziye mesajı yayınladı. Sonra bir imzayla, yeni felaketlerin yolunu açtı.
Ve en acısı: Aile Yılı'nda çocuklar öldü.
Bazıları yangında…
Bazıları iş cinayetinde…
Bazıları devletin koruyamadığı yurtlarda…
Bazıları “trafik kazası” dedikleri bir cezasızlık mekanizmasında…
Bazıları enkazda, sesleri duyulmazken…
Bazıları, doğduklarında isim alıp, öldüklerinde bir sayı oldular.
Bazı yıllar, anneler daha az uyur.
Bazı yıllar, insanlar birbirini daha az tanır.
Bazı yıllar, adalet ölü doğar.
Ama bazı yıllar, insanlar unutmayı reddeder.
Bazı Fotoğraflara Uzaktan Bakamazsın
Bolu'da bir otel yandı.
Resmî açıklamalarda "facia" dediler. Birkaç gün konuşuldu, sonra yangının külleriyle birlikte hafızalar da soğudu. 78 insan öldü. 36’sı çocuktu.
Ama bu ülkede bazı yangınlar sadece binaları yakmaz.
Bazı yangınlar, devletin imzasını taşır.
Bir bina yanar, insanlar ölür.
Sonra ruhsat belgeleri kaybolur, imzalar silinir, denetim dosyaları rafta unutulur.
O yangın, sonunda sadece "kader" diye anılır.
Bazı yangınlardan duman değil, unutmak isteyenlerin nefesi yükselir.
Ve anneler sorar: "Bu binayı kim ayakta tuttu?"
Cevap gelmez. Çünkü sorular yükseldikçe, sesleri kısmaya çalışırlar.
MESEM’de bir çocuk öldüğünde, "Çocuklar çalışırken ölür mü?" diye sormazlar.
"Sözleşmeye kim imza attı?" derler. "Ailesi nasıl izin verdi?" diye fısıldaşırlar. Sistemin çocuk emeğini nasıl sömürdüğüne değil, annesinin çaresizliğine bakarlar.
Çorlu’da bir çocuk tren kazasında öldüğünde, "Raylar neden çöktü?" diye sormazlar.
Hangi bakanlığın hangi ihaleye göz yumduğunu konuşmazlar. "Sigortası var mıydı?" derler. "Ailesi neden dava açıyor?" diye sorarlar. Çünkü asıl suçlu, trenin altındakiler değil, hâlâ ayakta olanlardır.
Depremde bir çocuk öldüğünde, "Bu binalar nasıl çöktü?" diye sormazlar.
"Kolonları kim kesti?" diye araştırmazlar. "O aile neden orada oturuyordu?" diye sorarlar. Müteahhidin adını bilmezsin, ama enkaz başında ağlayan bir anneyi manşetlerde görürsün.
Çünkü bu düzende sorumlular hep en son sorgulanır.
Ölenin adını bilirsin, ama öldürenin adını hatırlamazsın.
Şehrimde mücadele arkadaşımın kıymetli oğlu Ozan 21 yaşındaydı.
Bir gün evden çıktı, geri dönmedi.
"Bir trafik kazası" dediler. Ama biliyoruz: Bazı kazalar, aslında cezasız bırakılmış cinayetlerdir.
Fail, birkaç ay sonra serbest bırakıldı.
Ozan’ın adı ise, artık sadece mezar taşında kazılı kaldı.
Bir anne, adliye önünde kaç gün bekleyebilir?
Kaç dilekçe yazabilir?
Kaç kez hâkimin gözlerinin içine bakıp “Adalet istiyorum” diyebilir?
Ve en önemlisi, kaç kere duymazdan gelinir?
Ve Biz Biliyoruz:
Bu ölümler kader değil.
Bu ülkenin siyasetinin, rantının, sermayesinin, cezasızlığının kaçınılmaz sonucuydu.
Ölen çocukların adı unutulur, ama sistem hep hatırlanır.
Sistemin içinde ruhsatı onaylayanlar, denetimi yapmayanlar, inşaatı hızlandıranlar, ihaleyi kapanlar, dosyayı rafa kaldıranlar… Hepsi adını bile bilmediğimiz başka felaketlerin zeminini hazırlıyor.
Bunu değiştirmek için yalnızca hatırlamak yetmez.
Sormak, hesap sormak, yüzleşmek gerekir.
Kadınların öfkesini, örgütlü bir güce çevireceğiz. Çünkü bir çocuğun mezarında devletin parmak izi varsa, bu bir yas değil, bir isyan sebebidir.
Annelerden Korkuyorlar
Aile Yılı'nda mahkeme salonlarında ağlayan kadınlardan korktular.
Adliye önünde, yağmur altında bekleyen annelerden korktular.
Enkaz başında hâlâ "Burada insanlar vardı" diyenlerden korktular.
Korktular, çünkü biliyorlar: Bir anne, yasını adalete çevirdiğinde hiçbir duvar onu durduramaz.
Çünkü bu sistem, annelerin sustuğu sürece ayakta kalır.
Ama susturamadıklarında, yıkılmaya başlar.
Biz Ne Yapacağız?
Bu yazıyı okurken, belki bir çocuk daha hayattan koparılıyor.
Belki bir anne, çocuğunun defterini açıp kokusunu içine çekiyor.
Belki bir başka anne, adliye kapısında hâlâ cevap bekliyor.
Ve eğer biz sadece "unutmayacağız" dersek, bu çark dönmeye devam edecek.
Annelerin mücadelesine omuz vereceğiz.
Ölenleri değil, öldürenleri akılda tutacağız.
Unutturmaya çalıştıkları isimleri her yere kazıyacağız.
Kadınların öfkesini, örgütlü bir güce çevireceğiz.
Çünkü bir çocuğun mezarında devletin parmak izi varsa, bu bir yas değil, bir isyan sebebidir.
Ve biz biliyoruz:
Temeli çürük olan her şey, bir gün çöker.

Kaleminize, yüreginize sağlık.
Vildan Çalıkoğlu
27-02-2025 14:53