Doğru soru, Acemoğlu’nun etnik kökeni ve Galatasaray Lisesi mezuniyetinden ziyade, savunduğu tezlerin ABD’nin küresel politik ve ekonomik hegemonyasını tahkim etmeye nasıl bir düşünsel ve akademik argümantasyon sunduğu olmalıydı.
Bir Türk vatandaşı üçüncü kez Nobel ödülü kazandı. Bu ödüle daha önce 2006’da Edebiyat dalında Orhan Pamuk, 2015’te Kimya dalında Prof. Dr. Aziz Sancar layık görülmüştü. 2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nüyse, ABD’deki prestijli MIT’den Prof. Dr. Daron Acemoğlu (Simon Johnson ve James A. Robinson ile birlikte) aldı.
Prof. Acemoğlu Türkiye’de genellikle Türkçeye de çevrilen iki önemli siyasal ekonomi ve kurumsal iktisat kitabı Ulusların Düşüşü ve Dar Koridor ile tanınıyor.
Acemoğlu’nun ekonomi, devlet-toplum ilişkileri ve kurumlar arasındaki görüşlerini özetleyen ifadelerden biri, Ulusların Düşüşü’nde yer verdiği ve bugünlerde sıkça alıntılanan şu tespit: “Zengin ülkelerde tüm toplumu gözeten demokratik kurumlar bulunurken, fakir ülkelerde seçkin bir sınıfın gücüne güç katan otoriter dev sömürücü kurumlar vardır.” Aslında Acemoğlu ve Robinson tüm kitap boyunca bu tezi farklı örneklerle tekrar tekrar ispatlamaya girişir. Türkiye’de muhafazakâr çevrelerin ve küreselleşmeye, ABD öncülüğündeki küresel ekonomik düzene mesafeli duran kesimlerin ABD eğitimli Acemoğlu’na ve tezlerine de soğuk bakmasının arkasında yatan nedenlerden biri bu.
Esasen Batı dünyasının içinde eğitim görüp yükselen Prof. Acemoğlu ve çalışmalarına yakından bakıldığında, Nobel Ekonomi Ödülü gibi prestijli bir ödüle layık görülmesi çok da şaşırtıcı değil. 1967 doğumlu olan Acemoğlu, henüz 2005 gibi erken bir tarihte ekonomi bilimine katkılarından dolayı 40 yaşın altındaki bilim adamlarına verilen John Bates Clark madalyasına da layık görülmüştü.
Türkiye’de Acemoğlu’nun popülaritesinin zirvesi ise, şimdiden klasikleşen ve Batı’da çok satanlar arasında giren eseri Ulusların Düşüşü’nün (Why Nations Fail: Origins of Power, Poverty and Prosperity) 2012’de yayımlanmasının hemen ardından Sosyal Bilimler dalında 2013 yılı T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü almasıydı. Gerçi hatırlatmak lazım; o dönem Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Abdullah Gül otururken, ekonominin dümeninde ise Ali Babacan-Mehmet Şimşek ikilisi vardı. Spekülasyon yapmak pek doğru olmaz ama sonraki dönemlerde Acemoğlu’na bu ödülün verilme olasılığı, elbette Gül dönemindeki kadar yüksek değil [biraz da yukarıda alıntıladığıma benzer, otoriterlik karşıtı eleştirel yaklaşımları nedeniyle].
Acemoğlu’nun Türkiye’deki bazı iç siyasi tartışmalardaki tutumu da iktidar kanadından ziyade muhalif kesimlere yakın.
Acemoğlu ve ödül çerçevesindeki bazı tartışmalar
Daron Acemoğlu tartışmalarına dair gözüme takılan birkaç hususu şu şekilde özetleyip yorumlamak isterim bu vesileyle:Türkiye’de sol, sağ, muhafazakâr, milliyetçi, ulusalcı, ırkçı, liberal vs hemen her çevrenin birbiriyle çelişen duygusal karışıklıkları var Acemoğlu’nun görüşleri konusunda. Bazı muhafazakâr çevreler Acemoğlu’nu yeterince “yerli ve milli” bulmazken, çeşitli sol ve milliyetçi-ulusalcı kesimler ise kendisini ABD politikalarının sözcüsü olmakla suçluyor ve BRICS karşıtı/dolar lobisi yanlısı duruşunu eleştiri konusu yapıyor.
Acemoğlu’nun ABD politik/akademik sistemiyle onlarca yıldır kurduğu ilişkilerin ve akademik çalışmalarının, aldığı ödüllerin, savunduğu tezlerin vs zihinlerde soru işaretleri doğurması normal karşılanmalı. Doğal olarak Acemoğlu ekonominin politik tarafıyla ilgileniyor ve durduğu noktanın Batı dünyasıyla ilişkili ve içli dışlı olması pek şaşırtıcı değil. Ancak bunun “ABD adına BRICS’e karşı tetikçilik” vs formatında sunulması maksadı aşan ve art niyetli bir diskura işaret ediyor.
Anadolu’nun geçi coğrafyası olması ve imparatorluk bakiyesi olmaktan kaynaklanan bu etnik köken detayı bile kamuoyunun bir bölümünü hızla kutuplaştırabilmeyi başardı.
Acemoğlu’nun Türkiye’deki bazı iç siyasi tartışmalardaki tutumu da iktidar kanadından ziyade muhalif kesimlere yakın. Boğaziçi Üniversitesi’ne iktidara yakın bir rektör atama ve devamındaki süreçlerde “fethedilmesi” projesindeki eleştirel açıklamalarından, KHK ile görevlerinden uzaklaştırılan akademisyenlere verdiği desteğe kadar Acemoğlu’nun pek de “makbul bir yerli-milli akademisyen” olmadığı aşikâr. Nitekim kendini bu sıfatlarla tanımlayan akademisyenlerin Nobel Ödülü kavramını eleştiren cılız açıklamaları ve dillerindeki “kültürel iktidar” temalı Batı karşıtı retorik de aslında Acemoğlu’nun Türkiye’deki iç siyasi gündeme dair eleştirel duruşunun beğenilmemesinden kaynaklanıyor daha ziyade. Yoksa Nobel’i eleştiren çevrelerin onun yerine koyabildikleri ve ciddi bir küresel kabule mazhar alternatifleri de “kültürel iktidar” bahsinde söz söyleyebilecek bizzat “kültürel” donanımları da fevkalade sınırlı.
Bu tartışmalarda en fazla dikkat çeken hususlardan biriyse, Acemoğlu’nun etnik kökeni. Ermeni bir ailede dünyaya gelen Acemoğlu, ilköğrenimini İstanbul Kadıköy’deki Aramyan Uncuyan Ermeni İlkokulu’nda tamamladı. Bu Ermeni kimliğinin –köken değil, kimlik- son yıllarda yükselen konspiratif milliyetçilik girdabında sorun yaratması kaçınılmazdı elbette. Bu nedenle söylemekte beis yok: Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü aldığı 2015’teki coşku, 2024’de Acemoğlu’nun aldığı ödülde pek gösterilmedi.
Anadolu’nun geçi coğrafyası olması ve imparatorluk bakiyesi olmaktan kaynaklanan bu etnik köken detayı bile kamuoyunun bir bölümünü hızla kutuplaştırabilmeyi başardı. Hâlbuki Osmanlı’nın millet sistemine hayranlık duyan ve Osmanlı’yı bir “cihan imparatorluğu” gören kesimlerle, bu Ermenilik kimliğini diline dolayan kesimler aşağı yukarı aynı kökenlere dayanıyor veya düşünsel olarak akrabalar. Türkiye’de bu tür mantıksızlıklara artık ziyadesiyle alıştığımız için bu tuhaflığın üzerinde durmuyorum; çelişkiler toplumuyuz biz her yönümüzle.
***
Kamuoyuna mâl olan ve geniş ölçekte tartışılan hemen her popüler gündemde olduğu gibi, toplum meselenin özünü yine ıskalamayı ve yüzeysel sloganlarla asıl tartışma konusunu ıskalayabilmeyi başardı. Doğru soru, Acemoğlu’nun etnik kökeni ve Galatasaray Lisesi mezuniyetinden ziyade, savunduğu tezlerin ABD’nin küresel politik ve ekonomik hegemonyasını tahkim etmeye nasıl bir düşünsel ve akademik argümantasyon sunduğu olmalıydı. Mamafih bu asıl meseleyi tartışan kişi ve kesimler de yok değil, ancak magazin meseleleri bu tür esaslı tartışmaları hızla gölgede bırakabilmeyi başardı yine maalesef.
Yorum Yazın