Sonuçta tensiple yapılan atamalar, uzun yıllar sonucunda oluşan bir çarkı bozuyor ve ortaya çıkan sığlığa, adamcılığa, kayırmacılığa, yanlış ve halktan kopuk bir siyasete hepimiz maruz kalıyoruz. AK Parti yeniden halkın partisi olmak istiyorsa, il/ilçe kongrelerinde benimsediği yöntemi bırakmalı ve teşkilat mensuplarına güvenmekle işe başlamalıdır.
Geçtiğimiz hafta siyasi kulislere AK Parti’nin İstanbul İl Başkanlığı için Bağcılar Belediye Başkanı Abdullah Özdemir’i görevlendireceği haberleri düştü. Devamında da teşkilatın ve halkın büyük bir kısmı henüz seçilmemiş (!) olan il başkanını tebrik sırasına girdi. Haber ve tebriklerde bazıları Abdullah Özdemir’in Cumhurbaşkanımız tarafından atandığını bazıları ise kendisinin tensipleri ile aday gösterildiğini yazdılar. Aslında kullanılan ifadeler atama ile aday gösterme arasında bir fark kalmadığını, kongre delegelerinin herhangi bir iradelerinin olmadığını göstermesi bakımından ilginç ama bir o kadar da doğru ifadelerdi.
Oysa AK Parti tüzüğüne göre İl Başkanı, ilçe kongrelerinde seçilen delegelerin oyları ile seçilebilir. Ve tüzüğe göre şartları taşıyan herkes aday olabilir. Ama Ak Parti’nin uzun süredir teşkilat seçimlerinde delegelere bu özgürlüğü vermediğini ve kongrelerin atama işlemlerini meşrulaştırma dışında bir etkisi kalmadığını biliyoruz.
Elbette bir siyasi partinin kendi yöneticilerini seçme/belirleme konusunda, üyeleri itiraz etmediği sürece, özgürlüğü vardır. Ama söz konusu parti iktidar partisi olunca ve kongreler sonucu ortaya çıkan kadro ülke yönetiminde söz sahibi isimler haline gelince bu sürecin etkilediği alan bütün bir toplum oluyor. Hatta dış politik etkenler nedeniyle bu seçimler Türkiye’nin hinterlandını da etkiliyor. Elbette şöyle bir savunma yapılabilir: AK Parti bu şekilde teşkilatını birlik içinde tutmakta ve teşkilat içi çekişmelerin önüne geçmektedir. Aynı zamanda seçilen isimler zaten liyakatli olduğu için bunun ülke yönetimine olumsuz bir etkisi de olmayacaktır.
Görünürde sağlanan birlik, farklı fikirlerin yoğrulmasından değil tasfiye olmasından sağlanmış oluyor. Nitekim bu yüzden koskoca İstanbul teşkilatı az sayıda kalan belediye başkanlarından birinden başka il başkanı bulamamış bir yapıya dönüşüyor. Milyonlarca üyesi olan bir parti de birkaç kısır fikir arasında sıkışmış kalıyor.
BİRLİK, FARKLI FİKİRLERİN TASFİYESİYLE SAĞLANIYOR
Bu savunmalara ne yazık ki birçok açıdan katılmak mümkün değil. Öncelikle teşkilatlarda birlik sağlandığı ve/ya parçalanmanın önüne geçildiği gibi bir durum asla söz konusu olmuyor. Bu yöntemler nedeniyle, yukarısı tarafından aday gösterilme ihtimali olmayanlar yavaş yavaş teşkilatlardan uzaklaşıyor. Kalanlar ise sadece “yukarı”nın onaylama ihtimali olanlar oluyor. Yani teşkilatların parti politikasına katkı yapma, hatalı gördükleri şeylere itiraz etme ihtimali kalmıyor. Parti belki nicelikten bir şey kaybetmiyor ama nitelik yerini tekdüzeliğe bırakıyor. Yani aslında parti birliği denen şey, “onay görenler” dışındakilerin partiden tasfiyesi ile sağlanmış oluyor. Görünürde sağlanan birlik, farklı fikirlerin yoğrulmasından değil tasfiye olmasından sağlanmış oluyor. Nitekim bu yüzden koskoca İstanbul teşkilatı az sayıda kalan belediye başkanlarından birinden başka il başkanı bulamamış bir yapıya dönüşüyor. Milyonlarca üyesi olan bir parti de birkaç kısır fikir arasında sıkışmış kalıyor.
Bu durumun yarattığı daha büyük bir tehlike ise partinin halktan kopması oluyor. Bahsettiğimiz il başkanı örneğinden yola çıkarsak, bu il başkanı kendisini oraya getiren iradenin “yukarısı” olduğunu biliyor. Bu durumda hemen herkes belli bir göreve gelmenin veya o görevde kalmanın “yukarı”nın onay ve beğenisiyle mümkün olduğunu bilip ona göre davranmaya başlıyor. Bu nedenle yöneticilerin çoğunu halkın içinde görmekten ziyade Ankara kulislerinde görmeye başlıyoruz. Hoş bu kişiler halkın veya teşkilatın içinde olsa bile “yukarının adamı” olarak görüldüğü için konuşurken herkes kendini daha dikkatli davranmak zorunda hissediyor. Diğer taraftan zaten kendisi de muhatap olduğu kitle için “yukarısı” haline geldiği için onun gönlünü hoş etmek de teşkilatın görevi haline geliyor. Bu durumda herkes “yukarıdakinin” hoşuna gidecek sözler söylüyor, onu kızdırmaktan, rahatsız etmekten çekiniyor ve sonunda uçmaya niyeti olmayan şeyh bile müritleri sayesinde uçmaya başlıyor. Oysa tersi olsa, yöneticiler delegelerin gerçek oyları ile belirlense, hem öz güvenleri daha yüksek olacak hem daha liyakatli kişiler göreve gelecek hem de parti politikaları oluşturulurken özgür ve eleştirel bir istişare ortamında daha isabetli kararlar ortaya çıkacaktır. Yöneticiler yüzünü halka/teşkilata dönecek, yukarıya da bu talepleri özgürce dile getirebilecektir. En altta bulunanlar yeterince başarılı ve üretken olabilmeleri halinde teşkilatın övgüsüne mazhar olabileceğini ve bir gün onların da yönetici olabileceği düşüncesiyle parti içinde mücadeleye devam edebilecektir.
Son olarak bu yöntem partinin iletişim kanallarının tıkanmasına ve teşkilatın katalizör olma amacına da ket vuruyor. Parti teşkilatlarının temel amacı, parti içinde istişare ile oluşturulan politikaların halka birinci elden anlatılması (propaganda) ve halkın taleplerinin de karar mekanizmalarına taşınması (istişare) olarak ifade edilebilir. Burada teşkilatın bir katalizör ve hatta bir asansör gibi çalıştığını ve bu sayede halkın karar süreçlerine katıldığı bir sistemin inşasında çok önemli bir görev icra ettiğini söylememiz mümkün. Ama bu yapı bozulunca ve teşkilatın en temel seçme ve seçilme hakkı elinden alınınca, bu iletişim kanalı da tek taraflı olarak çöküyor. Yeni durumda teşkilat sadece “yukarı”dan gelen, oluşurken kendisinin içinde olmadığı kararların sonuçlarına maruz kalıyor. Asgari ücret gibi konularda olduğu gibi inanmadığı şeyleri savunmak zorunda kalıyor. Bu durumda ikna gücü ve saygınlığı da azalıyor. Gittikçe bir değerden çok bir sayıya dönüşüyor. Mesela yöneticilerle alt kademe teşkilatları bir araya getiren danışma meclislerinde sadece yöneticiler konuşuyor. Onlar yaptıklarını anlatıyor ve protokol konuşmalarından sonra 1-2 alt kademe teşkilat mensubunun yukarıya methiyeleri ile toplantılar sona eriyor. Çoğunlukla yönetici grup kendi konuşmasını yaptıktan toplantıyı terk ediyor ve o övgü dolu sözleri bile duyamıyorlar. Yukarıda söylediğim sebeplerden dolayı toplantıya katılanların eleştirel kapasitelerinin düşmüş olmasına bir de zaten dinleyecek kimsenin olmaması ekleniyor. Bu durumda teşkilat “asansörü”, sadece yukarıdan aşağıya propaganda yükü indiren bir yapıya dönüşmüş oluyor.
Sonuçta tensiple yapılan atamalar, uzun yıllar sonucunda oluşan bir çarkı bozuyor ve ortaya çıkan sığlığa, adamcılığa, kayırmacılığa, yanlış ve halktan kopuk bir siyasete hepimiz maruz kalıyoruz. AK Parti yeniden halkın partisi olmak istiyorsa, il/ilçe kongrelerinde benimsediği yöntemi bırakmalı ve teşkilat mensuplarına güvenmekle işe başlamalıdır.
Yorum Yazın