Bugün merak edemeyen mahallemizde veya ülkemizde bir türlü dönüştüremediğimiz köylü bakışımızın büyük etkisi söz konusu. Köylü bakış açılı insan geliri olsa bile dünyaya horizontal-ufki bakamaz. Tatil, estetik ve ilişkiler ağları sofistike olamaz. Osmanlı İmparatorluğu’nun bize uçsuz bucaksız Anadolu bozkırlarından bıraktığı en sorunlu miras taşralılığımızdır. Uzun yıllar hep düşünmüşümdür bizlerden 500 yılı aşkın süredir neden pek kâşif ve araştırmacı çıkmadığını. Mesela gençken sıkça bana bir Anglo-Sakson araştırmacının Antarktika buzullarına gidip fosil veya ayı balıklarının üremesini incelemesi hep garip gösterilmişti. Bizim için keşiflerle ilgilenmenin sınırı ancak TRT belgesellerini izlemek kadarıydı.Baktığınızda Amerikalı Robert Edwin Peary (1856-1920) donanma subayıyken Kuzey kutbunda meddücezir olayını incelemiş, eskimoları araştırmış ve Kuzey kutbunun merkezinde 8 km derinlik araştırması yapmış. Charles Darwin (1809-1882) Edinburgh üniversitesindeki görevini bırakmış fosil çeşitlerini araştırmak üzere servetler harcamış 5 yılı aşkın süre Avusturalya ve Şili dahil dünya turu yapmıştı. Son örnek Gertrude Bell (1868-1926) asil bir aileden yetişiyor ve dağcılık, arkeoloji ve dil öğrenmek tutkusunu taşıyordu. Ortadoğu çöllerine kendisini yönelten motivasyonu bunlardı ve devletinin siyasi görevini sonradan üstlenecekti.Batı dünyasında bu ve benzeri coğrafi, siyasi oryantalist ve bilimsel keşifleri saymakla bitiremeyiz. Bugünkü Uzay ve UFO araştırmaları da buna dahildir. Muhtemelen benzer sayısız örneklere birilerimiz bunlar tamamen eski kapitalist sömürgeci motivasyonu ile yapılan mezmun[1] işlerdir diyebilecektir. Bugün dahil bu keşifleri yapanların bir kısmının asker kökenli olmaları bu iddiaları haklı çıkartmayacaktır. Kimse Darwin’in çılgınca ülkesinden koparak dünyanın öbür ucunda bin yıllık fosilleri araştırmasını sömürge veya oryantalizmin motivasyonu ile açıklayamaz. Zaten oryantalizmin içindeki temel saik ise anlama çabasıdır. Batı doğuyu fantezileri ile küçük görerek değil ancak onları anlayarak çözebileceğini öngörebilmiştir. Oryantalizmin hikâyesi böyle başlamıştır.Batıda yetişen bu kadar farklı nitelikte meraklı insanın motivasyon kaynağının dini, askeri veya bilimsel gerekçeler olduğu söylenebilir. Ancak bu kadar merakın tatmini, seyahat ve araştırmaların sonuca ulaşabilmesi için gereken sermayenin temini ve bu sermayeyi vakfedecek zihniyetin mevcut olması da dikkat çekici ve bizlerden ayırt edici husustur. Batı insanı egzotik doğuyu hep merak etmiştir. Binlerce seyyah gelip geçmiş çok yönlü kaynak seyahatnameler bırakmışlardır. Bizde batıda ne oluyor diyen meraklı Evliya Çelebi dahil seyyahların sayısı ise bir elin parmaklarını dahi geçmez. Ne yazık ki Fransız devrimi dönemi dahil Halet Efendi gibi atanan elçilerimiz dahil ne oluyor buralarda sorusunu soramamış, anlamayı tercih etmemiş, merak etmemiş veya dışarıdaki durumu önyargılı raporlarla geçiştirmişlerdir.
Genelde ülkemiz ve İslam dünyası endeksli bu meraksızlık, dışa kapalı formatlı, felsefeyi dışlayan, iyilik ve kötülüğü evrenselleştirmeyen Selefiliğin de zeminin oluşturan Eşari teolojik bakışına bağlanmakta.Mustafa Akyol’un Türkçeye çevrilen “Müslüman Aklın Uyanışı” kitabında Bernard Lewis’in şu tespitine atıfta bulunulmakta;“İslam’ın kozmopolitliği ve yaratıcı düşünceyi keşfinin ilk yıllarının ardından İslam düşüncesi içine kapandı. İslam düşüncesi diğer kültürleri özümseme niteliğini yitirdi. Bu Müslümanlarda dünyanın geri kalan kısmına karşı ciddi bir merak eksikliği doğurdu. İslam medeniyetinin gelişmesi de engellenmiş oldu”Ayrıca Akyol kitabında Kur’an’da bilineni bilme ve araştırmayı teşvike de atıflar yapmakta. Ne yazık ki Kur’an’da sizden önceki uygarlıkların kalıntılarına, yerlerine veya tarihlerine bakmayı arkeolojiyi ciddi teşvik etmekteyken başta ülkemiz olmak üzere arkeoloji ciddiye alınmamış hatta selefi gruplarca Helenistik antik kalıntılarda yağmaya da tâbi tutulmuştur.Genelde ülkemiz ve İslam dünyası endeksli bu meraksızlık, dışa kapalı formatlı, felsefeyi dışlayan, iyilik ve kötülüğü evrenselleştirmeyen Selefiliğin de zeminin oluşturan Eşari teolojik bakışına bağlanmakta. Başta Emevi sonra da Mevali denilen Arap olmayan ulusların katı hiyerarşik devlet yapısına hizmete dönüşen medreseler bağımsız aklın, merakın, evrensel vicdanın baskılandığı ötekinin yok sayıldığı bir zihin dünyası ürettiğinin izlenimini vermekte. Burada Selçuklu sultanı Melikşah’ın veziri Nizamımülk’ün yapılandırması da başlangıçta rol oynamakta. Ayrıca Basra kökenli tasavvuf anlayışı “bir lokma ve hırka” ve “kısa, zaten ölümlü dünya” bakışının da kolektif travma ve bilinçte de muhtemelen rolleri mevcut.Ülkemizdeki meraksızlık veya merak edenleri garip karşılama bu çabaların ve bunları desteklemenin öteki dünyada karşılığının olamayacağına dair zihin yapısının bugün gelinen noktada büyük rolü vardır.
Bugünkü İslam dünyası Anadolu, Ortadoğu, Orta Asya veya Kuzey Afrika bize hep göç halinde, şehre yerleşse bile kent kültürünü özümseyemeyen insanların görüntüsünü vermekte.Ancak bir başka açıdan 2000 yıllık dünya Yahudiliğine baktığınızda da dünya tarihinin en etkili filozofları, bilim adamları ve iş insanlarını görebilmekteyiz. Yahudi şeriatı ve teolojisinin, söz konusu İslam teolojisinden çok daha katı olduğu da su götürmez bir gerçek. O zaman bu farkı Yahudilerin topraklarının sabit olamadığı, köylüleşemediklerini ve mecburen kent hayatına bisiklet tekerinin çevirmek gibi adapte zorunluluklarında görmekte gerekiyor. Belki bu durumu Yahudi toplulukların zorunlu kentliliği tanımı ile de açıklayabiliriz.Bugünkü İslam dünyası Anadolu, Ortadoğu, Orta Asya veya Kuzey Afrika bize hep göç halinde, şehre yerleşse bile kent kültürünü özümseyemeyen insanların görüntüsünü vermekte. Özellikle Arap dünyasında da baktığımızda sadece ehli hadis takılan, felsefe ve anlam bilimi ile kutsalı anlamaya yanaştırmayan mevcut selefilik, tipik bir köylü ve kabile ideolojisi olarak tarihte değişik şekillerde de karşımızda durmakta.Bugün merak edemeyen mahallemizde veya ülkemizde bir türlü dönüştüremediğimiz köylü bakışımızın büyük etkisi söz konusu. Köylü bakış açılı insan geliri olsa bile dünyaya horizontal-ufki bakamaz. Tatil, estetik ve ilişkiler ağları sofistike olamaz. Osmanlı imparatorluğunun bize uçsuz bucaksız Anadolu bozkırlarından bıraktığı en sorunlu miras taşralılığımızdır.Korkutularak, yasaklayarak, eğitimde akıl-muhakemeye değil zekaya endeksli yarattığımız bir toplum, doğal olarak merak duymaktan utanır veya bunu zafiyet olarak kabul eder. Hâlbuki merak duyabilmek, ilmin, bilimin, varlığı idrak etmenin ve hakikatinde da bir kapısıdır aslında.[1] Makbul olmayan, ayıplanmış.
Yorum Yazın