Bu adımlardan sonuç çıksın ya da çıkmasın şu an deneyimlediğimiz şey önemli. Çünkü ilk adımı AKP değil MHP attı. Herkesin geçmişten ders çıkardığı açıkça ortada. Bu nedenle eski jargon ve söylem çerçevesinde bir şey, yani yeni bir çözüm süreci olmaz. Daha doğrusu taraflar bu ismi kullanmayacaktır. Çünkü “çözüm süreci” ifadesi pek çok kötü anıyı, yıpratıcı tartışmayı ve hayal kırıklığını hatırlatıyor.
2009 Oslo görüşmelerinden 2015 seçim öncesine kadar geçen sürede Kürt sorununun çözümüne dair bir dizi atım atıldı. Çözüm sürecini kimin başlattığı, nasıl bittiği, masada kaç tarafın olduğu ve muhtemel tarafların tam olarak birbirinden ne istediği üzerine hala çok sayıda spekülasyon yapılıyor. Gözlemlediğimiz şey ise şu: Dönemin siyasi iktidarı bir süre HDP aracılığıyla veya HDP olmaksızın Öcalan’la PKK’nın silahsızlandırılması ve Kürt sorunu üzerine yapılacak şeyler üzerine konuştu. Bazı adımlar atıldı. Göreli olarak bir yumuşama dönemi de söz konusu oldu.
Ancak çok büyük bir kısmı kapalı kapılar ardında gerçekleşen müzakere süreci 2015’te çöktü. PKK’nın güneydoğu illerinde başlattığı terör kalkışması ise hendek sürecinde bastırıldı. Terör örgütü ağır bir yenilgiye uğradı. Türkiye’de eylem yapamaz hale geldi. PKK unsurları Suriye’ye çekildi. Bu süreçte HDP’nin Türkiye partisi olma ideali de tuzla buz oldu. Parti kapatılmadı, ama Demirtaş dahil olmak üzere pek çok ünlü Kürt siyasetçisi o günlerden beri hapiste. Kürt hareketi siyasal cazibesini yitirdi. Bugünün DEM’i o günlerin HDP’sinden daha az oy alıyor. Pek çok demokrata göre sivil Kürt siyasetçilerinin PKK terörü karşısındaki sessizliği hareketinin meşruluğunu zedelemekte.
Kürt hareketini Türkiye siyasetine davet eden tavrın anayasa yapıp sürecine paralel devam edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Erdoğan’a yeniden başkanlık yolunu açacak bir anayasa pazarlığına CHP’nin katılması partiyi çok zor durumda bırakacaktır.
ANAYASA PAZARLIĞINA KATILMASI CHP’Yİ ZOR DURUMDA BIRAKIR
Çözüm sürecine CHP ve MHP’nin başını çektiği cumhuriyetçi-milliyetçi unsurlar karşı çıkmıştı. Bugün ise bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Bahçeli DEM’li vekillerinin elini sıktı. Partiyi Türkiye siyaseti yapmaya davet etti. Ayrıca Öcalan’dan silah bırakma çağrısı yapmasını beklediğini söyledi. Bu adımlardan sonuç çıksın ya da çıkmasın şu an deneyimlediğimiz şey önemli. Çünkü ilk adımı AKP değil MHP attı. Herkesin geçmişten ders çıkardığı açıkça ortada. Bu nedenle eski jargon ve söylem çerçevesinde bir şey, yani yeni bir çözüm süreci olmaz. Daha doğrusu taraflar bu ismi kullanmayacaktır. Çünkü “çözüm süreci” ifadesi pek çok kötü anıyı, yıpratıcı tartışmayı ve hayal kırıklığını hatırlatıyor.
Yeni başlangıç için yeni bir dile ihtiyaç var. Ancak AKP ve MHP’nin Kürt hareketine doğru adım atması ve CHP’nin bu yaşananlara karşı çıkmayıp apar topar bir Doğu gezisi tertipleyerek sürece eklemlenmesi olumlu olsa da yeterli değil. Çünkü milliyetçi kesimin büyük bir kısmı DEM (HDP) gibi bir partiyle herhangi bir siyasal ilişkiyi doğru bulmuyor. Çözüm süreciyle ilgili gündem tekrar ön plana çıkınca parti kurma hazırlığındaki Yavuz Ağıralioğlu ile İyi Parti cephesinden çok sert açıklamalar geldi. Ümit Özdağ’ı da eklersek ciddi bir muhalefet şimdiden oluşmuş durumda.
Ayrıca bir de anayasa meselesi var. Kürt hareketini Türkiye siyasetine davet eden tavrın anayasa yapıp sürecine paralel devam edeceğini tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Erdoğan’a yeniden başkanlık yolunu açacak bir anayasa pazarlığına CHP’nin katılması partiyi çok zor durumda bırakacaktır. Parti içindeki Atatürkçüler dün olduğu gibi bugün de DEM çizgisindeki partileri terör örgütünün siyasal uzantısı olarak görüyor. Bu durumda Kürt açılımıyla birleşmiş bir yeni anayasa yapım sürecinin ana muhalefeti çok zorlayacağı açık.
Tabii bir de olayın uluslararası ilişkiler boyutu var. Pek çok yorumcu DEM’e uzanan eli sadece iç siyaset ve hatta sadece anayasa bakımından yorumluyor. Oysa Türkiye’nin İsrail karşısında safları sıklaştırması, İsrail’in Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki PKK unsurları üzerinden Türkiye’ye tehdit oluşturmaması için bir önlem aynı zamanda. Bu bağlamda Kürt hareketini Türkiye siyasetine davet eden aklı İsrail saldırganlığına verilmiş yanıtlardan biri olarak yorumlamak mümkün. İsrail-ABD ittifakının bu noktada sessiz kalmayacağı, Kürt hareketinin yumuşamasına izin vermeyeceği tezi ise jeopolitik bir olasılık olarak önümüzde duruyor.
Yorum Yazın