Kamuya hiçbir yararı olmadan özelleştirilen kamu arazileri için, tapulu arazileri umarsızca maden sahası haline getirilip tarım ürünleri siyanüre bulanarak hayatları tehlikeye atılan köylülerimiz için, Berkin için, Ali İsmail için, Ethem için, Can Atalay için, Tayfun Kahraman için, Çiğdem Mater için, geleceğimiz için vakit sandık vakti.Türkiye, yine "Bu en kritik seçim" söyleminin giderek güçlendiği bir seçim atmosferi yaşıyor. Yine, seçim yaklaştıkça endişeler artıyor, umut ve umutsuzluğun bileşenleri güçleniyor; kafasını kuma gömenlerin sayısı da, "Bu sefer oluyor galiba" diyen kesim de söylemlerinde keskinleşiyor. Seçimlerle ilgili algı, seçim tarihi yaklaştıkça daha çok kişisel beklentiler ve geçmiş tecrübelerle yoğruluyor. Hal böyle olunca da; küskün seçmenin itici gücünü bulup sandığa gitmesinin de, öfkeli seçmenin sandıkta kullanacağı oyu tartışmaya açmasının olasılığı da güçleniyor. Öfkeyle umut, neredeyse birlikte güçleniyor; korku somut şekilde varlık bulmadığında yerini umuda, haksızlık gözle görünür hale geldiğinde de yerini öfkeye bırakıyor. Bizimki gibi coğrafyalarda, vatandaşların istese de kaçamayacağı yegane şey politika. Bunun temel nedenlerinden biri; kuşkusuz varsılla yoksulun, eğitimliyle eğitimsizin, solcuyla sağcının, sekülerle muhafazakârın en büyük ortak paydasının iktidar politikalarının günlük hayatımıza yansıyan sonuçları. Bir kesimin orantısız ve gerekçesiz zenginleşmesinin, bir kesimin de haksız yoksullaşmasının; bir kesimin düşüncesini söylediği için karşılaştığı adaletsizlikle, bir kesimin cinayet işlediğinde devletten gördüğü şefkat sonucu adalet sistemiyle cezasız kalmasının yarattığı tehlikeyi artık sokağa çıktığımızda bile hissediyoruz. Güç ve para -aniden ve emeksiz elde edildiğinde- insanoğlunun kendisi üzerinden tanımladığı ve faydalandığı unsurlar olmaktan çıkıp, bir anlamıyla hükümdarlık için kullanılan, başkalarının üzerinde yarattığı etkiyle tanımlanıyor.
Gençler geleceğini başka bir ülkede aramaya başladı. 31 Mart Pazar günü yapılacak seçimler, yokuş aşağı giden bir sisteme taş koymanın, gençlerin hayatlarının kontrollerini ele alabilmelerinin çok önemli bir yolu.
31 MART VE GENÇLERİN GELECEĞİ
Türkiye, hepimizin bildiği gibi son 20 yılda büyük ölçüde ve kuruluş kodlarının tam zıttı yönde başkalaştı. Bir ülkenin en büyük garantisi olan eğitim; ilk orta ve lise döneminde bilimsel metodolojilerden dini temelli bir sisteme, üniversitelerde ise çok sayıda yeni üniversiteyle birlikte eğitim kalitesinin dünya standartlarının çok altında kalmasına evrildi. Sonuçta iki şey oldu: Birincisi ne yazık ki beyni yıkanan, çocuk yaşta yönlendirilen yüzbinlerce çocuk yetişti, ikincisi ise gençler geleceğini başka bir ülkede aramaya başladı. İkisi de memleketin geleceğini derinden sarsacak sonuçlar. Üstelik şunu da unutmayalım; geçen hafta YÖK yurtdışına gitmek isteyen öğrencileri Türkiye’de sınava tabi tutmakla kalmayıp, yurtdışında okuyan gençlere sadece dünya sıralamasındaki ilk 500 üniversitede okurlarsa Türkiye’den denklik almalarına izin vereceğini açıkladı. Yani giden gençlerin de geri gelmelerinin önünü tıkadılar. İşte bu nedenle 31 Mart Pazar günü yapılacak seçimler, yokuş aşağı giden bir sisteme taş koymanın, gençlerin hayatlarının kontrollerini ele alabilmelerinin çok önemli bir yolu. Adalet, hukuk desek uygulanmayan kanunlar, kişisel inisiyatif kullanarak ertelenen veya cezaların hafifletildiği suçlularla anılıyor. Gazeteciler, fikir adamları, aydınlar aslında iktidarın Türkiye hayaline uygun olmayan herkes ya zaten içerde ya da içeri alınmak üzere adeta sırada. Ancak ne yazık ki, içinde bulunduğumuz bu kaotik yapı, bu kural tanımazlık ve monarşi sinyalleri, sadece politik görüşleri ve duruşları olan kesimleri değil; hemen her sosyal sınıftan, etnik kökenden vatandaşı etkiliyor. Bu etki, ne yazık ki artık sokakta yürürken hissedilir boyutta. Dilenciye para vermediğiniz için bıçaklanabilir, yolda sinyal vermeyen sürücüyü uyardığınız için beyzbol sopasıyla başınıza darbe alabilir, hatta evinizde kahve içerken bir magandanın kör kurşunuyla öldürülebilirsiniz. Yani mesele artık sadece politik görüşleri ya da mesleki duruşları dolayısıyla haksız hukuksuz yargılananlardan çıkıp sokağa taşmış durumda. Bu gidişatın değişmesinin tek yolu iktidarın el değiştirmesi ve/veya iktidarın koltuğunun garanti olmadığını hissederek radikalleşmekten vazgeçmesi. Bunun da yolu 31 Mart seçimleri. Kan kayıpları ne kadar artarsa, koltuk endişeleri o kadar yükselecek.Ne yazık ki, yaşadığımız kentin sadece çöplerini dünya standartlarına uygun ayrıştırarak elde edilebilecek gelir modellerini, musluklarımızdan akan suyun kalitesinin nasıl arttırıldığında kanser vakalarına nasıl etki edebileceklerini konuşamıyoruz.
Yorum Yazın