Türkiye’de siyaset, her büyük kriz anında yeni başlangıçlara ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, bir “dava” ve bir liderle bütünleştiği anda ise “değişim” gerçekleşir. Bu, bizim siyasi kültürümüzün bir uzantısıdır. …İmamoğlu’nun siyasi kültürümüzle küresel zeitgeistin kesişim noktasını yakalayabilmesi için CHP içine sıkışmaktan bir an önce kurtulması, icraatçı kimliğini güçlendirmesi ve halkla yeni bir bağ kurması gerekiyor.
1915’te Kazimir Malevich, sanat dünyasında köklü bir değişimin sembolü olarak Siyah Kare adlı tablosunu yaptı. Bu, o güne değin görülen tüm resimlerden farklıydı. Geleneksel formları reddeden, anlamı kendi içinde saklı bir boşluktu, bir başlangıç noktasıydı. Ancak zamanla sanat dünyası tarafından içi dolduruldukça, bu radikal eser bir simgeye, sonra da bir gelenek haline geldi. Eskinin karşısında yeni olan, zaman içinde statükoya dönüştü.
Erdoğan da 2002’de siyasette yeni bir çerçeve sundu. Devletin katı vesayet sisteminin karşısına halkın iradesini koydu. Ekonomik refah önerdi. İslami hareketi çevreden merkeze taşıdı. O dönem için bir "değişim" hareketiydi. Ama 20 yıl içinde bu sistem oturdu, yerleşti, eski statükonun ikamesi haline geldi. 2002’de "değişim" denen şey, 2025’e gelindiğinde "asla değişmemeli” noktasına evrildi.
Şimdi yeni bir siyah kareye, yeni bir başlangıç noktasına ihtiyaç var. Peki, bu nasıl yaratılabilir?
Her şey bazen bir kavramla yeniden kurulur. O kavram, içinde bulunduğu zamanın ruhunu (zeitgeist) kavrarsa, kitleleri peşinden sürükleyebilir. Malevich’in Siyah Karesi, CHP’nin Ortanın Solu-Demokratik Solu, Erdoğan’ın Muhafazakâr Demokrasisi hep böyle kavramlardır aslında…
İlk olarak Siyah Kare’nin yakaladığı zeitgeistten bahsedelim. O dönem Avrupa’da büyük bir kültürel devrim vardı. Rusya ise Bolşevik Devrimi’nin eşiğindeydi. Sanatta da siyasette de eski formlar yıkılıyordu. Siyah Kare, bu büyük değişimin sanattaki yansımasıydı.
1960’lar, tüm dünyada sosyal demokrat akımların güçlendiği, işçi sınıfının yükseldiği bir dönemdi. Dünyada Keynezyen ittifakın hüküm sürdüğü yıllardı. Türkiye’de de 1961 Anayasası ile özgürlükçü bir ortam oluşmuş, sol hareketler canlanmıştı. Diğer yandan köyden kente göç olgusu yoksul kitlelerin “radikal” uçlara savrulması kaygısı yaratıyordu. İşte "Ortanın Solu" kavramı da CHP’nin halkçı ve sosyal adaletçi bir çizgiye kayacağını ilan ediyordu. Bu da CHP’nin yakaladığı zeitgeistti.
İmamoğlu da 29 Mayıs 2023’te çektiği bir video ile "değişim" dedi. O günden beri siyasi hikayesini bu kavram çerçevesinde şekillendiriyor. Buna rağmen "değişim" hâlâ bir boş çerçeve gibi ortada duruyor. İçine neyin yerleşeceği, neyi temsil edeceği belli değil. Peki, bunu doldurmak mümkün mü? Ya da nasıl doldurmak gerekir?
1990’larda Refah Partisi’nin temsil ettiği İslami siyaset çizgisi, asker ve yargı eliyle büyük baskıya uğramıştı. Ancak muhafazakâr seçmen hâlâ güçlüydü ve yeni bir çerçeveye ihtiyaç vardı. Erdoğan hem İslami değerlere vurgu yapan hem de "demokratik" bir duruş sergileyerek 11 Eylül’ün ardından Ortadoğu coğrafyasına örnek olacak bir “ılımlı İslam” modeliyle radikallikleri budamaya çalışan Batı dünyasıyla uyumlu bir model sundu. Yani bu kavram, muhafazakâr seçmeni rahatlatırken, yeni partiye uluslararası meşruiyet de kazandırdı. Bu ise Erdoğan’ın yakaladığı zeitgeistti.
İmamoğlu da 29 Mayıs 2023’te çektiği bir video ile "değişim" dedi. O günden beri siyasi hikayesini bu kavram çerçevesinde şekillendiriyor. Buna rağmen "değişim" hâlâ bir boş çerçeve gibi ortada duruyor. İçine neyin yerleşeceği, neyi temsil edeceği belli değil. Peki, bunu doldurmak mümkün mü? Ya da nasıl doldurmak gerekir?
İlk olarak "Değişim"in CHP içi bir mesele olmaktan çıkamaması ve İmamoğlu’nun siyasetini CHP içine sıkıştırması, onun büyümesini engellemek gibi bir riske gebe. Nitekim İmamoğlu da bu farkındalıkla stratejik bir tercih yapıp CHP Genel Başkanı olmayı değil, İBB Başkanı olarak kalmayı tercih etti.
Bu tercihin sebebi, Türkiye’de seçmenin ideolojik söylemlerden ziyade liderin hizmet üretebilme kapasitesine odaklandığı gerçeğiydi. Yani İmamoğlu, İBB Başkanı kalarak CHP çizgisinin ötesine geçip bu çizginin dışına da hitap edebilme şansına sahip olabileceğini düşündü. Bunu da belediyeciliğin kendisine tanıdığı icraatçı imajını öne çıkarmak ve polemiklerinden çok icraatlarıyla anılmak için yaptı.
Geri kalmışlığın etkisiyle ve bu geri kalmışlığın imar-inşa yoluyla aşılacağına olan inançla buna büyük ehemmiyet atfeden seçmenin varlığı düşünüldüğünde İmamoğlu pek de haksız sayılmazdı. Bu, onun zihninde CHP’nin ulaşmakta zorlandığı kırsal seçmene de ulaşmak için güçlü bir araçtı. Nitekim uzun yıllar ihmal edilmiş ya da altyapı açısından yetersiz bırakılmış kırsal bölgeler kalkınmayı önce şehirleşme, inşaat ve büyük projeler üzerinden okumayı tercih ederler. Öyle ki bu, Ak Parti’nin “Hizmet Siyaseti”nin de dayandığı kültürel koddur.
Ancak İmamoğlu, iktidarın üzerine büyük bir kuvvetle çullandığı bu süreçte tek adaylı olarak gideceği ön seçimden alacağı meşruiyeti arttırmak için mümkün olan en çok sayıdaki CHP üyesini sandığa götürme kaygısıyla yukarıdaki kimliğini bir kenara bırakıp partili kimliğini öne çıkarttı. Adeta adalet yürüyüşü yapan Kılıçdaroğlu’ndan mülhem CHP’li bir hak savunucusuna dönüştü. Anti-Erdoğanizme yaslanarak kutuplaşmayı çift taraflı olarak arttırma ihtimali olan geleneksel söylemi benimsedi.
İlk döneminde İstanbul’daki metro hatları, sosyal yardımlar, yaratıcı ulaşım çözümleri gibi projelerle anılan İmamoğlu, belki de bunlarla anılmaya ve belediyecilikte fark yaratan çözümlerini ülke ölçeğine uyarlamaya en çok ihtiyacı olan bir dönemde bunların hiçbiri ile anılmaz oldu. Yani mevcutta Erdoğan, İmamoğlu’nu CHP içine sıkışan, kutuplaşma diline yaslanan ve telaşla hareket eden bir noktaya itmekte başarılı olmuş gibi duruyor.
İmamoğlu figürü sindirilmiş, korkutulmuş, kaygılandırılmış toplum için bir “şövalye”ye(fighter) dönüştürülecekse, ki toplumsal beklenti bu yönde, bu noktada insanlara uğruna mücadele edilecek bir “dava” vermeli ve bunun için mücadele eden bir lider imajına yaslanmalıdır.
Elbette İmamoğlu Erdoğan’a muhalefet etmesin gibi absürt bir şey söylemeye çalışmıyorum.Esastan değil, usulden bir itiraz geliştiriyorum. İmamoğlu, kutuplaşma diline yaslanan ve mücadeleyi Erdoğan-İmamoğlu hattına indirgeyen bir siyasi elitler arası güç kavgası görüntüsünden çıkartmak için “Ben hedefteyim” lafının arkasından gelen “Neden?” sorusuna toplumun aktör olduğu bir hikâye üretmeli. Başka bir ifadeyle, hikâyeyi kişiselleştirmektense İmamoğlu figürü özelinde bu hikâyeyi toplumsallaştırmalıdır. Yani aslında gerçek hedefin kendisinin şahsında, inşa edilen sosyal belediyecilik anlayışı olduğunu, çünkü bu anlayışın vatandaşların daha müreffeh yaşayacağı ve gelir dağılımı adaletinin sağlanacağı bir iktidarın ön gösterimi olduğunu ifade eden bir söylem benimsenmelidir.
İmamoğlu figürü sindirilmiş, korkutulmuş, kaygılandırılmış toplum için bir “şövalye”ye(fighter) dönüştürülecekse, ki toplumsal beklenti bu yönde, bu noktada insanlara uğruna mücadele edilecek bir “dava” vermeli ve bunun için mücadele eden bir lider imajına yaslanmalıdır.
Nitekim bu “şövalye” arayışı, dünyada da zamanın ruhuna uygun düşüyor. Liberal demokrasinin artık krizi de aşarak çöküp çökmediğinin tartışıldığı, aşırı sağın “hür dünya”dayükseldiği, neredeyse bütün toplumların sistemle güçlü ve/veya sistem karşıtı liderler vasıtasıyla hesaplaşma arayışı içine girdiği, uluslararası ittifakların yerle yeksan olduğu bir dönemde İmamoğlu’nun liderliğinin Erdoğan’ı aşan bir karşıta ihtiyacı var. Bu da hiç şüphesiz vatandaşları yoksunlaştıran, yoksullaştıran, değersizleştiren ve hatta hiçleştiren sisteme meydan okumak.
Türkiye’de siyaset, her büyük kriz anında yeni başlangıçlara ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, bir “dava” ve bir liderle bütünleştiği anda ise “değişim” gerçekleşir. Bu, bizim siyasi kültürümüzün bir uzantısıdır. Örneğin siyasetnamelere bakıldığında, daha iyi bir devlet yönetiminin nasıl olabileceği sorusunun cevabı kurumlarda ya da yapısal faktörlerde değil de kabiliyetli devlet adamlarında (kaht-ı rical) aranır. Yani İmamoğlu’nun siyasi kültürümüzle küresel zeitgeistin kesişim noktasını yakalayabilmesi için CHP içine sıkışmaktan bir an önce kurtulması, icraatçı kimliğini güçlendirmesi ve halkla yeni bir bağ kurması gerekiyor.

Yorum Yazın