“Atatürk demokrasiyi kurabilirdi ama o otoriterleşmeyi tercih etti” önermesi demokrasinin yapısal koşulları bağlamında içi boş bir ifade. Bu arada konu tercihlerden açılmışken Acemoğlu’nun Türkiye’de demokrasi eksikliği sorununun neden hala devam ettiğini açıklayan bir tezi var mı acaba?
Daron Acemoğlu’nun Atatürk değerlendirmesi yoğun bir şekilde eleştiri almaya devam ediyor. Nobel ödüllü politik iktisatçıya göre Atatürk elindeki devasa politik güçle demokratik politik sistemin yolunu açabilirdi. Ama o otoriter bir merkezileşmeyi tercih etti. Atatürk devrimlerine dayalı cumhuriyet çağdaşlaşması Osmanlı’nın son dönemlerindeki çoğulculuğu boğdu. Acemoğlu bu yönelimi bir bakıma doğal da buluyor. Çünkü Atatürk dahil olmak üzere Cumhuriyeti kuran ilerici kadrolar İTC kökenliydi. Bu partinin demokratik kültüre katkısı ise genelde negatif. İTC geleneği otoriter modernleşmeyi ülkenin tek kurtuluş reçetesi olarak ilan etmiş jakoben bir yapıydı. İTC için devletin kurtuluşu her zaman demokrasiden daha önemli oldu. Sonuç olarak Atatürk’ün siyasal bilincini de şekillendiren bu anlayış Cumhuriyetin demokratik bir içerikle kurulmasını engelledi.
Acemoğlu bu sözleri 10 Kasım yıl döneminde söyledi. Atatürk’ü bilinçli olarak otoriterizmi seçen bir demokrasi düşmanı gibi gösteren bu analizin Atatürk sevgisinin doruğa çıktığı günlerde dile getirilmesinin geniş kitleler bakımından incitici olduğu açıkça ortada. Orhan Pamuk’tan sonra Daron Acemoğlu da Nobel’le elde ettiği ünü Atatürk Cumhuriyetini olumsuzlayarak paramparça etti. Bu sözlerin Post-Kemalizm koşullarında epey itibarsızlaşmış bir kitleye dönüşen II. Cumhuriyetçi ekipte nostaljiyle karşılık bir sevinç yarattığını söylemeye bile gerek yok. Türkiye’deki demokrasi eksikliği sorunundan tümüyle Atatürkçü ideolojiyi sorumlu tutan bu miyop okuma cılız da olsa yeniden canlandı. Cumhuriyete karşı liberal-muhafazakar ön yargılar, Kürt milliyetçiliği ve İslamcılığın Atatürk modernleşmesi karşısında duyduğu hiç dinmeyen öfke, Weberci merkez-çevre modeli ve zayıf sivil toplum-güçlü devlet ikiliği argümanları Acemoğlu sayesinde yeniden tozlu raflardan çıktı.
Acemoğlu bugünün dünyasından ve bugünkü hakim değer yargılarıyla o yılları yargılamakta. Oysa tarihi gerçeklerin doğru yorumu bağlam temelli olmalıdır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki dünya ve Türkiye gerçeklerine göre bir değerlendirme yapmak daha makuldür.
TARİHİ GERÇEKLERİN DOĞRU YORUMU BAĞLAM TEMELLİ OLMALIDIR
Atatürkçüler'in Acemoğlu’na yanıtı ise daha çok anakronizm eleştirisi tonunda. Acemoğlu bugünün dünyasından ve bugünkü hakim değer yargılarıyla o yılları yargılamakta. Oysa tarihi gerçeklerin doğru yorumu bağlam temelli olmalıdır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki dünya ve Türkiye gerçeklerine göre bir değerlendirme yapmak daha makuldür. Anakronizm yanıtının belli sınırlar içinde doğru olduğunu, ama tek başına yetersiz kaldığını söylemek gerekir. Çünkü 1920’lerin dünyasında liberal demokrasi ideali ön plandaydı. Ekim Devriminden sonra sıçrama yapan komünist yönelim ile liberal demokrasi arasında bir yarış vardı. 1930’larda ise durum değişti. Faşizm İtalya’ya özgü bir otoriter sapma olmaktan çıkarak dünyaya yayıldı. Türkiye’de tek partinin kurumsallaşması ve iç politik çoğulculuğun devlet tarafından bastırılması ise 1920’lerin ortasında söz konusu oldu. 1930’lı yıllarda ise otoriterlik arttı. Ama ülkenin rejimi ne liberal demokrasi ve faşizm ne de komünist bir modele doğru evirildi. Atatürk Türkiye’si faşizm ve komünizm gibi aşırı uçlara mesafeli ama henüz liberal demokrasiye de geçememiş bir ara rejim formu olarak kaldı.
II. Cumhuriyetçiler Atatürk nefretini bir kenara bırakıp Cumhuriyet modernleşmesinin sosyal-politik arka planını hakkaniyetli bir şekilde değerlendiremedikleri için yorumları hep yüzeysel ve eksik. Çünkü ortada demokrasi inşasını imkansız kılan bazı tarihsel sosyolojik gerçekler var: Şöyle ki, Antik Atina’dan modern burjuva demokrasilerine kadar tüm başarılı demokrasi deneyimleri kent temellidir. Ayrıca demokrasi rejimi sınıfsal dayanaklarından bağımsız bir şekilde ele alınamaz. Liberal demokrasi bir burjuva demokrasisidir. Burjuvazinin yokluğu demokrasiyi de yokluğa yaklaştırır. Tabii bu burjuva demokrasisi yargısının işçi sınıfının liberal-kapitalist düzene entegrasyonu sayesinde bir hayli yumuşadığı, daha doğrusu demokrasinin arkasındaki sınıfsal içeriğinin tüm topluma yapılmış genel geçer bir olguya dönüştüğü doğrudur. Ancak temel gerçek yine de değişmemektedir. Liberal demokrasinin yaşaması kente ve burjuva sınıfına bağlıdır. Oysa 1920’li yıllar Türkiye’sinde her iki parametre de yerlerde sürünüyordu. Halkın % 85’in köylerde yaşadığı, gündelik yaşam pratikleri bakımından pre-kapitalizm koşullarının ağır bastığı bir ülkeydi Türkiye. Dahası Rum ve Ermenilerin gidişi ülkeyi sivil toplumdan ve kapitalizmden daha da uzaklaştırmıştı. Bu bağlamda 1920’lerin Türkiye’si, 10 yıl öncesine göre daha köylüydü. Acemoğlu gibi kişiler demokrasiyi elitlerin tercihleriyle kurulup yaşatılabilecek politik bir oyun sanıyor. Oysa demokrasinin temeli halktır. Halkın kentte yaşamadığı, burjuva bilinç ve değerlerine sahip olmadığı bir toplumda demokrasi kurulamaz. Kurulsa dahi istikrarlı bir şekilde devam edemez. Tarım toplumunu geç tasfiye eden, kapitalizmi fazlasıyla devlete bağlı, köylü ve eğitimsiz bir ülkede demokrasinin olmaması değil olması şaşırtıcı olurdu. Bu bağlamda Acemoğlu ve II. Cumhuriyetçi okumayı benimsemiş liberal düşünürler mutlaka bir şeyi eleştirecekse Atatürk Devrimlerinin arka planındaki sosyal-ekonomik yönelimin yetersizliği üzerinde durmalılar. Bizim modernleşme hikayemiz daha çok eğitim ve hukuk üzerinden şekillendi. Yani yeni okullar açıldı ve yeni kanunlar yürürlüğe kondu. Ama tüm bunlar olurken Aşar vergisi kaldırıldı, Köy Enstitüleri kuruldu ve tarım yüksek alım fiyatlarıyla sübvanse edildi. Köylünün bürokrasi tarafından korunduğu, köyden kentte göç ile köylünün işçi ve burjuva sınıflarına dönüşme süreçlerinin hep eksik kaldığı bir tarihimiz var. Ayrıca tüm sınıfların devlete bağımlılığı bir yapısal süreklilik içinde devam etti. Toprakların ve gelirlerin çoğu dün olduğu gibi bugün de devletin kontrolünde.
Sonuç olarak “Atatürk demokrasiyi kurabilirdi ama o otoriterleşmeyi tercih etti” önermesi demokrasinin yapısal koşulları bağlamında içi boş bir ifade. Bu arada konu tercihlerden açılmışken Acemoğlu’nun Türkiye’de demokrasi eksikliği sorununun neden hala devam ettiğini açıklayan bir tezi var mı acaba? Açıkça Atatürk’ün adını anarak onu bazı şeyleri yanlış veya eksik yapmakla suçlayan Acemoğlu aynı şeyi Erdoğan için söyleyebilir mi? Neden Türkiye’nin bugünkü durumu yerine geçmişte olup bitenler üzerinde duruyor? İşine öyle geldiği ve böyle yapmak çok daha az riskli olduğu için mi yoksa?
Yorum Yazın