Devlet/iktidar bloku gerçekçi olmayan bir dış tehdit varlığı üzerinden iç cepheyi konsolide etmek istedi. Ve bu konsolidasyonun ana hedefi muhalefeti DEM Parti başta olmak üzere CHP’yi de yanına çekmek idi. Yani hedef bir biçimde muhalefetteki iki partiyi yani DEM ve CHP’yi bölmek oldu. Bu başarılı olmadığı için kayyum politikası devreye sokuldu.
Kayyum makinası işlemeye başladı. Esenyurt ile başlayan süreç bu sabah Mardin Büyükşehir, Batman ve Şanlıurfa Halfeti Belediyesi ile devam etti.
İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda temel gerekçe ise geçmişte alınmış cezalar ve sürmekte olan terörle ilgili soruşturmalar.
Çok değil 31 Mart 2019’da yapılan seçimlerden sonra 20 Ağustos 2019’da İçişleri Bakanlığı tarafından kayyum politikası devreye sokulmuş ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bedia Özgökçe görevlerinden alınmıştır.
Devamında iktidarın kayyum politikası neredeyse tüm seçilmiş belediye başkanlarına uygulanmıştı.
Seçilmiş belediye başkanları için açıklanan gerekçe de yine haklarında süren soruşturmalar olmuştur. Bir daha ifade edelim “sürmekte olan soruşturmalar”. Ortada henüz kesinleşmiş bir hukuk kararı olmadan, soruşturmanın varlığı, tek başına görevden almaya yetecek.
Elbette, hukuki gerekçe arandığında, gerektiğinde bırakın yasayı bir yönetmelik bile kullanılabilir. Olan bundan farklı değildir.
Tıpkı bugünkü gibi.
Hukuki gerekçeler ne kadar tatmin edici bilmiyoruz ama bu kayyum politikasının siyasi olduğu çok açıktır.
Düşünün ki, 31 Mart yerel seçimleri öncesi görevden alınan tüm bu isimler hukuki olarak YSK’ndan temiz kağıdı almış ve seçimlere katılabilmişlerdir. Belli ki, bu soruşturmalar YSK gibi hukuki kurumlardan gizli yürütülmüş olmalı ki, bu isimler seçime sorun olmadan katılabilmişler.
Çok açık ki, yaşadığımız süreç hukuki değil, siyasidir.
KAYYUMLAR ÇÖZÜM SÜRECİNİN PARÇASI MI?
Kayyum sürecini ilginç kılan ise her şeyin, Erdoğan’ın iç cepheyi güçlendirme, Bahçeli’nin Öcalan’a terör örgütüne silah bırak çağrısı yaptığı dönemde olması.
Gerçekten de, özellikle Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısı, sonrasında DEM Parti Urfa Milletvekili Ömer Öcalan’a İmralı görüşme izni verilmesi sonrasında ülke çapında iyimser bir hava esmiş ve silahların susmasının demokratikleşmenin önünü açacağı varsayılmıştı.
Peki ne oldu da birden kayyum politikası devreye sokuldu?
İtiraf edelim ki, başladığı denilen süreç için ihtiyatlı bir iyimserlikten çok iyimser bir hava oluşturuldu. Ve Öcalan’ın çağrısına tüm tarafların uyacağı ve ülkenin terör sorununu çözeceği varsayıldı.
Bu gerçekçi bir varsayım mıydı?
Açıkçası değil.
Değil, çünkü değişen koşullardan ve siyasi konjonktürden bağımsız olarak terör bir sonuç. Ülke içinde yaşanan Kürt sorununun sonucu. Sorunun yok sayıldığı bir siyasi iklimde o sorunun sonu olan PKK’nın silah bırakması mümkün mü?
Kaldı ki, Suriye’nin kuzeyinde otonom bölge sahibi olmuşken.
Yeni süreç tartışması başladığı günden itibaren hep ifade etmeye çalıştığımız şu oldu: Bu ülkede var olan sistemin değişmesini öncelemeyen, demokrasiye dönüşü, siyasi alanının genişlemesini öncelemeyen hiçbir girişimin devlet/iktidar bloku karşısında şansı yoktur.
BU ANLAYIŞLA ZOR
Bir kez daha ifade edelim; iktidarın siyaset yapma tarzı, bu tarza meşruiyet sağlayan otoriter zihniyet değişmeden Türkiye’nin demokrasiye, normalleşmeye dönüşü zordur.
Otoriter zihniyetin tüm pratikleri gündelik hayatımızı belirlediği iklimde iktidar bloku, ancak kendi gücünü konsolide edecek adımları atacaktır. Onun dışında bir adım atmasını beklemek de hayalcilik olur.
Devlet/iktidar bloku gerçekçi olmayan bir dış tehdit varlığı üzerinden iç cepheyi konsolide etmek istedi. Ve bu konsolidasyonun ana hedefi muhalefeti DEM Parti başta olmak üzere CHP’yi de yanına çekmek idi. Yani hedef bir biçimde muhalefetteki iki partiyi DEM ve CHP’yi bölmek oldu.
Bu başarılı olmadığı için kayyum politikası devreye sokuldu.
Sonuçta, yeni süreç tartışması başladığı günden itibaren hep ifade etmeye çalıştığımız şu oldu: Bu ülkede var olan sistemin değişmesini öncelemeyen, demokrasiye dönüşü, siyasi alanının genişlemesini öncelemeyen hiçbir girişimin devlet/iktidar bloku karşısında şansı yoktur.
O yüzden demokrasi, adalet ve özgürlük ortak ekseninde tüm muhalefetin buluşması Türkiye’nin normale dönüşü için temel çıkış yoludur.
Bunu sağlayacak olan siyasi ve sivil alandaki muhalefetin Türkiye koalisyonunda buluşması olacaktır.
Yorum Yazın