Murat Aksoy 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’ya gitmesi ile fiili olarak başlayan “Çözüm Süreci” boyunca 28 Şubat 2015 yılında Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar olan dönemde sırasıyla Yeni Şafak, T24 Gazeteleri’de yazdığı kimi yazıları, dönemleri kıyaslamak, neler yaşandığını paylaşmak ve dönemin ruhunu görmek açısından anlamlı olacağını düşündüğü için "Çözüm Süreci Yazıları" başlığıyla yeniden yayımlıyor.
* Bu yazı 15 Mayıs 2013'te Yeni Şafak’ta yayımlandı.
Reyhanlı'da meydana gelen terör saldırısının Türkiye'ye maliyeti ağır oldu. Ağırlığı, sadece ölü, yaralı sayısı ya da yarattığı maddi kayıplar açısından değil, siyasi maliyet açısından da yüksek.
Türkiye'nin iki büyük partisi olan iktidar partisi AK Parti ve ana muhalefet partisi CHP'nin, bu kadar kritik bir dönemde siyaseten partilerüstü yaklaşım sergilemek, siyaseten işbirliği sergilemek yerine karşılıklı suçlama ve ithamlara yönelmesi gerçekten anlaşılır değil.
Son olarak dünkü grup toplantılarda gerek Başbakan Erdoğan'ın CHP lideri Kılıçdaroğlu hakkında; gerekse CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun Başbakan Erdoğan hakkında yaptığı eleştiriler ne yazık ki siyasi nezaket açısından sınırların zorlanması örnekleridir. Bu dilden ortak bir gelecek inşası çıkmaz.
Bu tablo kalıcı bir zihinsel bölünmüşlüğün ilk aşamasını ifade eder. Kürt sorununun çözümü, terörün sona ermesi Türkiye'yi yeniden kurulmasını ifade ederken; siyasi partilerin dillerindeki bu bölünmüşlüğün toplumsal yansıması tam terse işaret etmektedir.
Bu bölünmüşlük hali yeni değil. Son aylarda giderek artan bir tehlike. Geçtiğimiz aylarda bu durumu; '2007 öncesine dönüş' olarak tanımlamıştım.
2007'de yapılacak genel seçimler ve Cumhurbaşkanı seçimi öncesi AK Parti karşıtlığı tepe noktasına varmıştı. 19 Ocak'ta Hrant Dink'in öldürülmesinin de parçası olduğu olaylar zinciri, 'özde Cumhurbaşkanı istiyoruz', Cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan'da Genelkurmay Başkanlığı'nın web sitesine konan e-muhtıra, Süleyman Demirel'in 'Sağcılar MHP'ye, solcular CHP'ye oy versin' açıklaması ve daha pek çok olaylar silsilesi sonucu AK Parti karşıtlığının siyaseten bir kimlik haline gelmesi bölünmüş bir Türkiye resmi ortaya çıkarmıştı. Bu ayrışma ideolojik temelden çok salt kimlik (AK Parti karşıtlığı) üzerinden kurgusal bir ayrışmaya dayanıyordu.
Bu kamplaşma işe yaramadı. 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AK Parti yüzde 47 oy ile güçlenerek çıktı. Ardından yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK Parti Milletvekili olan Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi.
2007'de yapay olarak üretilen kimliksel ayrışma son aylarda bu kez ideolojik temelli olarak tekrar yaşanıyor. Son aylarda yaşanan sürecin 2007'den farkı olan Kürt sorununun çözüm sürecinin yarattığı temel ideolojik ayrışmadır.
Bu ayrışmanın ilk işareti 2010'daki anayasa referandumunda ortaya çıktı. Ardından yeni anayasa sürecinde bu daha netleşerek ortaya çıktı. Partilerin anayasa önerileri metinlerine baktığımızda gördüğümüz ayrışmanın bir yansımasını Kürt sorununun çözüm sürecinde aynen görüyoruz. Bir tarafta AK Parti ve BDP; diğer yanda CHP ve MHP.
Kabul edelim ki bu tablo sağlıklı değildir. Çünkü Kürt sorununun çözülmesi 30 yıl süren bir savaşın son bulması kadar; 1923'te Cumhuriyet'in kuramadığı farklılıkların bir arada, birlikte yaşamasının hayata geçirilmesini hedeflemektedir. Bu büyük hedefi gerçekleşirken, ideolojik olarak bölünmüş bir siyasal kamplaşmadan ortak bir yaşam ve gelecek üretmek kolay değildir. Çünkü siyasi partiler düzleminde yaşanan bu ayrışmanın toplumsal düzeyde yarattığı tahribat daha ağırdır.
Bu bölünmüşlük halinin ortadan kalkması için özellikle hükümete sorumluluk düşmektedir. Gerek kamu gücü gerekse siyasal güç olarak AK Parti'nin toplumsal düzeyle oluşan bu ayrışmayı ortadan kaldırmak konusunda CHP'den daha fazla sorumluluğu vardır.
Siyasete düşen zaman kaybetmeden toplumsal düzeyde oluşmaya başlayan bu toplumsal ayrışmayı giderecek adımlar atmaktır. Eğer 'büyük Türkiye' kurulacaksa bunu sadece bir ya da iki parti değil, bütün siyaset kurumları birlikte yapacaktır. Çünkü bu süreç İkinci bir kuruluş sürecidir. Toplumun bir kısmının çözüm sürecine karşı çıkması, süreci eleştirmesi doğaldır. Ama siyaseten düşen dışlama değil, öyle düşünenlerin korku ve endişelerinin giderilmesidir.
Çözüm sürecinin sonunda otoriter bir Türkiye beklentisi ve korkusu 'alerjik' bir fobidir. Kürt sorununu hak ve özgürlükler temelinde çözen bir AK Parti'nin otoriter bir Türkiye kurması kolay değildir. Ne yazık ki bu eleştirileri haklı çıkaran uygulamalar yok değil. Hükümete rağmen durumdan vazife çıkaran kamu görevlilerini görmek umut kırıcı. Özelikle kamu bürokrasi, yargı ve emniyette karşımıza çıkan kimi uygulamalar gerçekten umut kırıcıdır. Bu konuda hükümetin daha dikkatli olmasını beklemek vatandaş olarak hakkımız.
Yorum Yazın