Saraçhane’de kurulan o bağ, koparılmamalı. Çünkü o bağ, halkın iradesiyle kurucu bir siyasetin yeniden buluştuğu nadir anlardan biriydi. CHP bu çizgiyi sürdürdüğü sürece yalnızca bir muhalefet gücü değil; yeniden milletin ortak vicdanı ve Cumhuriyet’in taşıyıcı gücü olur. Artık mesele sadece tepki göstermek değil; hakkı, hukuku ve halkı merkeze alan yeni bir siyaseti inşa etmektir.
Bazı meydanlar vardır; sadece kalabalıkları değil, bir ülkenin ruh halini de taşır. Saraçhane, geçtiğimiz günlerde böyle bir anlam kazandı. Halkın iradesine yapılan müdahalenin ardından İstanbul’da yankılanan ses, sadece bir tepki değil, bir eşikti. Çünkü o meydanda yalnızca bugünün yurttaşları değil, geçmişin mirası da vardı.
CHP, sıradan bir muhalefet partisi değildir. Bu ülkenin kurtuluşunu omuzlamış, Cumhuriyet’i kurmuş bir direnişin siyasal taşıyıcısıdır. Kuvayi Milliye’nin ilkesel duruşuyla halkın iradesini savunmak, onun tarihsel kodlarında vardır. Saraçhane’de atılan her slogan, bu geleneğin yankısı gibiydi.
Mesele yalnızca bugünün hukuksuzluğuna karşı çıkmak değil; Cumhuriyet’i kuran iradenin bugünkü temsilini üstlenmekti. CHP, bu rolünü unuttuğunda sadece seçmenini değil, tarihsel misyonunu da kaybeder. Ama o gün, Saraçhane’de bu misyonun hâlâ canlı olduğunu gördük.
Ve o eşiği bu kez CHP geçti. Sessiz kalmadı. Geri durmadı. Beklemedi. Saraçhane’ye inen yalnızca bir grup partili değil; partinin kendisiydi. Bu, siyasetin yeniden toplumla temas kurduğu, temsilin sahada görünür hale geldiği anlardan biriydi.
Seçilmiş bir belediye başkanının yetkisinin gasp edilmesi, demokratik rejime yönelik yeni bir kırılmaydı. Ama bu kez dikkat çeken, CHP’nin tavrındaki netlik oldu. Parti sözcüleri kararlıydı. CHP yönetimi, süreci sahiplenen bir pozisyonda durdu. Ekrem İmamoğlu ise sadece bir siyasi figür değil; halkla birlikte yürüyen bir temsil haline geldi.
Mesele yalnızca sokağa çıkmak değil; o sokağın dilini konuşabilmekti. Saraçhane’de toplanan kalabalık bir mitinge değil, bir itiraza katıldı. İnsanlar, kendi oylarının hiçe sayılmasına karşı oradaydı. CHP de onların yanında bir aktör olarak değil; bir parça olarak durdu.
Bu duruş önemliydi. Çünkü CHP, olayın etrafında değil, merkezindeydi. Tepki veren değil; pozisyon alan bir siyaset dili kuruldu. Bu fark, partinin yeni bir siyasal çizgiye yöneldiğini ve temsil krizini aşmaya dönük adımlar attığını gösteriyor.
Ancak hâlâ yanıt bekleyen bir soru var: Bu duruş bir anlık refleks mi, yoksa uzun soluklu bir yönelim mi?
CHP’nin geleceği, bu soruya nasıl yanıt verdiğine bağlı. Saraçhane’de atılan adım, geçici bir itiraz değil; bir siyaset tarzının değişimi olmalı. Halkın iradesine sahip çıkan bir CHP, bu hattı kalıcı bir çizgiye dönüştürebilmeli.
Bu sadece ilkeli olmak değil; gerçek anlamda Türkiye partisi ve devrimci bir gelenek olmanın da gereğidir. Çünkü hiçbir söylem, eylemle birleşmeden gerçek olmaz. Saraçhane’deki duruş, bu pratiğin ilk güçlü örneklerinden biri.
Türkiye artık öyle bir noktada ki; halkın iradesini savunmayan bir muhalefetin meşruiyeti kalmaz. Sessiz kalan değil; ses olan, uzaktan izleyen değil; halkla yürüyen bir CHP, bu ülkenin ihtiyacıdır.
Saraçhane’de kurulan o bağ, koparılmamalı. Çünkü o bağ, halkın iradesiyle kurucu bir siyasetin yeniden buluştuğu nadir anlardan biriydi.
CHP bu çizgiyi sürdürdüğü sürece yalnızca bir muhalefet gücü değil; yeniden milletin ortak vicdanı ve Cumhuriyet’in taşıyıcı gücü olur. Artık mesele sadece tepki göstermek değil; hakkı, hukuku ve halkı merkeze alan yeni bir siyaseti inşa etmektir.
Bu ülke, kurucu iradesini hatırlayan bir CHP ile yeniden nefes alabilir.
Ve o nefes, yalnızca bugünü değil; yarını da değiştirecek kudrettedir.
“Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.”
Ve bu egemenliğe sahip çıkan her adım, yarının Türkiye’sini bugünden kurar.

Yorum Yazın