Türkiye’nin, Ortadoğu’daki gelişmeleri doğru okuyarak üniter devlet yapısını sürdürmesi, yalnızca iç güvenlik ve toplumsal bütünlük açısından değil, aynı zamanda bölgesel istikrar ve küresel etkisi açısından da büyük bir stratejik öneme sahiptir.
Abdullah Öcalan'ın son bildirisi, Türkiye'nin siyasal yapısı ve Kürt sorununun çözümüne dair önemli bir perspektif değişikliğini yansıtmaktadır. Bu bildiri, federasyon ve özerklik taleplerinin sorunlara çözüm olmadığını belirtmekte ve üniter devlet yapısının önemini vurgulamaktadır. Öcalan'ın geçmişteki söylemleri incelendiğinde, Kürt sorununun çözümüne yönelik farklı modeller önerdiği görülmektedir. 2009 yılında yaptığı açıklamada, ayrı bir devlet veya federal bir yapı istemediğini, Avrupa modeline yakın bir çözüm önerdiğini belirtmiştir. Bu modelde, Kürtlerin kendi eğitim, kültür ve meclislerini kurmaları, hatta öz savunma güçlerine sahip olmaları gerektiğini ifade etmiştir.
2013 yılında ise Öcalan, "devletsiz" bir konfederalizm önerisinde bulunmuş ve Kürt sorununun çözümü için konfederal bir yapının uygun olacağını savunmuştur. Bu modelde, devletlerin varlığı korunurken, Kürtlerin kendi aralarında siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkiler geliştirebilecekleri bir yapı öngörülmüştür.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan ‘’Terörsüz Türkiye’’ süreci kapsamında Öcalan'ın 27 Şubat 2025 tarihli son bildirisinde, federasyon ve özerklik taleplerinin sorunlara çözüm olmadığını belirtmesi, önceki yaklaşımlarına göre önemli bir değişikliği göstermektedir. Bu bildiri, üniter devlet yapısının korunmasını ve demokratik toplum ihtiyacının altını çizmektedir. Öcalan, aşırı milliyetçi savruluşların ayrı ulus-devlet, federasyon ve özerklik gibi çözümlere yol açtığını, ancak bunların tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığını ifade etmektedir. Öcalan'ın son bildirisindeki üniter devlet yapısının vurgulanması, Türkiye'nin mevcut siyasal yapısının korunması gerektiğine işaret etmektedir. Bu yaklaşım, üniter devlet yapısının, farklı etnik ve kültürel grupların bir arada yaşaması için uygun bir zemin oluşturabileceği düşüncesine dayanmaktadır.
Suriye’nin bölünmesi ve federe yapılar arasındaki çatışmalar, üniter yapısını kaybetmiş bir devletin içinde bulunduğu karmaşayı açıkça gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla Türkiye, Suriye’deki gelişmelerin etkisiyle üniter yapısını güçlendirerek bölgedeki siyasi entegrasyonunu sağlamayı hedeflemektedir.
Ortadoğu Kaosunda Bölgesel Örnekler ve Türkiye’nin Üniter Devlet Stratejisi
Ortadoğu, tarihsel ve coğrafi olarak, çok çeşitli etnik, dini ve kültürel unsurların bir arada yaşadığı bir bölge olmasının yanı sıra, yıllardır devam eden çatışmalar, bölgesel istikrarsızlıklar ve devlet yapılarındaki zayıflıklar nedeniyle küresel politikaların önemli merkezlerinden biridir. Türkiye, bu bölgedeki gelişmelerin yakından takipçisi olmakla birlikte, aynı zamanda kendi iç düzenini koruma ve sürdürülebilir bir devlet yapısı inşa etme çabalarını sürdürmektedir. Türkiye’nin üniter devlet yapısı, yalnızca iç istikrarı sağlamada değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki gelişmelere karşı güçlü bir duruş sergileyebilmesinde de kritik bir rol oynamaktadır.
Üniter devlet, devletin egemenliğinin merkezî bir yönetim tarafından kullanıldığı ve bölgesel idari yapıların sınırlı özerkliğe sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Üniter devlet yapısında, merkezi hükümetin aldığı kararlar tüm ülke için bağlayıcıdır ve yerel yönetimler, merkezi otoriteye karşı bağımsızlık veya geniş bir özerklik talep edemezler. Türkiye, tarihi süreç içinde bu yapısını sürdürmüş ve üniter devlet anlayışını, toplumsal bütünlüğü ve merkezi otoriteyi güçlendirerek korumayı başarmıştır.
Ortadoğu’daki son yıllarda yaşanan olaylar, devletlerin üniter yapılarının ne denli kritik olduğunu gözler önüne sermektedir. Bölgedeki çeşitli etnik ve dini grupların, merkezi hükümetlerin zayıfladığı ortamlarda bağımsızlık veya özerklik taleplerini artırması, üniteryapıyı güçlendiren devletlerin daha istikrarlı kalmalarına olanak tanımaktadır.
Irak’ta 2003 yılındaki Amerikan müdahalesi sonrasında merkezi yönetimin zayıflaması, ülkenin etnik yapılarının daha belirginleşmesine neden olmuştur. Kürtler, kuzeydeki bölgesel yönetimlerini güçlendirirken, Şii ve Sünni gruplar arasındaki gerginlikler artmıştır. 2017 yılında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) tarafından düzenlenen bağımsızlık referandumu, merkezi yönetim ile IKBY arasındaki gerilimi artırmış ve ülkedeki siyasi istikrarsızlığı körüklemiştir. Irak’ta yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’nin üniter yapısını korumanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Benzer şekilde Suriye’deki iç savaş, ülkenin üniter yapısının ne denli zayıflayabileceğini ve bunun sonucunda hem iç hem de dış istikrarsızlıkların artabileceğini göstermektedir. Bu süreçte Suriye’nin kuzeyinde bulunan YPG/PKK unsurlarının özerklik talepleri, Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturmuştur. Aynı zamanda, Suriye’nin bölünmesi ve federe yapılar arasındaki çatışmalar, üniter yapısını kaybetmiş bir devletin içinde bulunduğu karmaşayı açıkça gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla Türkiye, Suriye’deki gelişmelerin etkisiyle üniter yapısını güçlendirerek bölgedeki siyasi entegrasyonunu sağlamayı hedeflemektedir.
Farklı bir örnekle Libya, 2011 yılında Muammer Kaddafi’nin devrilmesinin ardından bir iç savaşa sürüklenmiştir. Merkezi hükümetin yokluğu, ülkedeki farklı milis grupların ve etnik unsurların kendi bölgelerinde güç kazanmalarına yol açmıştır. Bu durum, Libya’nın üniter bir devlet olarak varlık gösterebilmesini imkânsız hale getirirken devletin çöküşüne neden olmuştur.
Lübnan’da federalizme benzer bir yapı benimsenmiş olup, mezhepsel bölünmeye dayalı bir siyasi sistem benimsemiştir. 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaş, bu sistemin yönetimde istikrar sağlayamadığını göstermiştir. Devletin merkezi otoritesinin zayıflaması, Hizbullah gibi silahlı grupların özerk hareket etmesine ve dış müdahalelere açık bir ortam oluşmasına neden olmuştur.
Yemen’de 2015’ten itibaren Şii Husi hareketi ile Suudi Arabistan destekli hükümet güçleri arasındaki iç savaş, federal yapıya geçiş çabalarını başarısız kılmıştır. Yemen’de federalizm, mezhepsel ve kabilesel ayrışmaları körükleyerek devletin çöküş sürecini hızlandırmıştır.
Türkiye, çok etnisiteli bir yapıya sahip olmasına rağmen, tarihsel olarak merkeziyetçi yönetim sayesinde toplumsal bütünlüğünü koruyabilirken üniter yapısının sağladığı siyasi ve toplumsal istikrarla, Ortadoğu’daki rolünü pekiştirebilmekte ve küresel güç dinamiklerine daha etkin şekilde müdahil olabilmektedir.
Türkiye için Bir Çıkmaz: Federalizm/Özerklik ve Bölünme Riski
Türkiye, farklı etnik kökenlerden (Türk, Kürt, Arap gibi) ve farklı dini inançlardan (Sünni, Alevi, Hristiyan vb.) insanların yaşadığı bir ülkedir. Türkiye'de 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla kabul edilen üniter model, etnik ve mezhepsel çeşitliliğe rağmen ulusal bütünlük ve siyasi istikrarı sağlamak adına kritik bir unsur olmuştur. Federatif bir yönetim veya özerklik, bu çeşitliliği daha da belirgin hale getireceği için bölgesel istikrarsızlıkların giderek arttığı bir coğrafyada, merkezi otoritenin güçlü olması, Türkiye’nin dış tehditlere karşı daha dirençli olmasını sağlamaktadır.
Tarihte, federasyon ya da konfederasyon şeklinde yönetilen bazı ülkelerde, merkezi otoritenin zayıflamasıyla birlikte bölünme süreçleri hızlanmıştır. Örneğin, eski Sovyetler Birliği'nin dağılması, güçlü bir merkezi hükümetin yokluğunda, bölgesel taleplerin ve etnik çatışmaların nasıl ülkenin parçalanmasına neden olabileceğini gösteren acı bir örnektir. Aynı şekilde, Yugoslavya'nın parçalanması da zayıf merkezi yönetimin ve aşırı derecede bağımsızlık talep eden yerel yönetimlerin bir arada bulunmasının tehlikelerini ortaya koymuştur.
Türkiye, çok etnisiteli bir yapıya sahip olmasına rağmen, tarihsel olarak merkeziyetçi yönetim sayesinde toplumsal bütünlüğünü koruyabilirken üniter yapısının sağladığı siyasi ve toplumsal istikrarla, Ortadoğu’daki rolünü pekiştirebilmekte ve küresel güç dinamiklerine daha etkin şekilde müdahil olabilmektedir. Bu strateji, ülkenin dış politikada daha etkili bir aktör olmasına katkı sağlarken küresel ve bölgesel istikrarın sağlanmasında Türkiye’nin önemini artırmaktadır.
Türkiye üniter yapısıyla bugüne kadar, merkezi otorite gücünü artırarak etnik ve dini gruplar arasındaki çatışmaları minimize etmiş, bölgesel istikrarsızlıklarla başa çıkabilme yeteneğini güçlendirerek bu sayede toplumsal bütünlüğünü büyük ölçüde koruyabilmiştir.
2024 yılı itibarıyla Türkiye'nin ekonomik büyüklüğü yaklaşık 1,32 trilyon dolar seviyesindeyken ülke, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer almaktadır. Üniter yapının korunması, ekonomik kaynakların verimli bir şekilde bölgesel farklılıklar gözetilerek dağıtılmasını sağlamaktadır. Federal veya adem-i merkeziyetçi sistemlerin uygulandığı ülkelerde, ekonomik eşitsizlikler genellikle artmış, yerel bölgelerin mali ve siyasi bağımsızlık talepleri öne çıkmıştır.
Askeri açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye’nin NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olduğu göz önüne alındığında, üniter yapının askeri savunma ve ulusal güvenlik açısından önemli olduğu görülmektedir. Irak ve Suriye örnekleri, merkezi otoritenin zayıflaması durumunda güvenlik yapılarının parçalanabileceğini ve bunun dış müdahalelere açık bir ortam yaratabileceğini göstermektedir. Türkiye'nin üniter yapısını koruması, sınır güvenliği, terörle mücadele ve ulusal savunma politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamaktadır.
2020 yılında yapılan bir araştırma, Türkiye’deki halkın %95’inin üniter devlet yapısını desteklediğini göstermektedir. Bu yüksek oran, Türkiye’nin üniter yapısının halk nezdindeki kabulünü ve gücünü ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin, Ortadoğu’daki gelişmeleri doğru okuyarak üniter devlet yapısını sürdürmesi, yalnızca iç güvenlik ve toplumsal bütünlük açısından değil, aynı zamanda bölgesel istikrar ve küresel etkisi açısından da büyük bir stratejik öneme sahiptir. Bu bağlamda, üniter devlet yapısının korunması, Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel düzeydeki etkisini sürdürebilmesi için kritik bir öncelik olmaya devam etmektedir.

Yorum Yazın