Beyin göçünün kader mi, tehdit mi, fırsat mı olacağı bize kalmış. Türkiye’yi çağı yakalayan bir ülke yaparsak, bırakın tersine beyin göçünü, pek çok nitelikli insanın Türkiye’de daha fazla zaman geçirmek istediğini, ülkemize yatırım yapmak istediğini göreceğiz. Ülkemizi dünyanın taşrasına savurursak, büyük bir zihinsel çoraklaşmaya ve bunun doğal sonucu olarak vasatlaşmaya kendi elimizle davetiye çıkarmış olacağız.
Bir pasaport ve uçuş kartı fotoğrafı. ‘Türkiye bir mühendis/ hemşire/ akademisyen kaybetti, filanca Avrupa ülkesi kazandı’ diyen bir mesaj. İyi dilekler sunanların, imrenenlerin eleştirenlerin yorumları. Beyin göçü, sosyal medyada sıkça gördüğümüz bu görüntüden çok daha derin bir mesele.
Bursla yurtdışına master’a gitmiş, orada çalışmış ve Türkiye’ye dönmüş bir arkadaşınız olarak bu konudaki görüşlerimi geçenlerde Twitter’da ifade ettim (X demeye alışamadım). Sayın Murat Aksoy’un ricasıyla daha derli toplu halde paylaşıyorum.
Gelin, on maddede beyin göçünü konuşalım.
BİR: Esas meselemiz gençlerin yurtdışına gitmesi değil, “ne olursa olsun gitmesi”
Vatandaşlarımızın yeni tecrübeler edinmesi iyi, kaçar gibi gitmesi çok kötü. Tıpkı şirketler için olduğu gibi, ülkeler için de hayati bir performans kriteridir: “kimler gidiyor/ kimler geliyor?”
Bu konuda iyi bir envanter çalışması yok. Sınırlarımızı, doğal kaynaklarımızı, fiziki altyapımızı nasıl haritalıyorsak, insan kaynağımızı da ciddi bir şekilde anlamalıyız.
İKİ: Yurtdışı “cennet” değil — oranın da kendine göre zorlukları var
Tıpkı hayali bir geçmiş nostaljisi ve yazanların hiç yaşamadığı besbelli yoksul şartlar övgüsü ile birlikte kusursuz bir yurtdışı tablosu sosyal medyada çok yaygın. Durum böyle değil. Daha iyi somut (alım gücü) veya soyut (hürriyetler) şartlar olan yerler var. Ancak gerek her yerde olan hayat gailesi, gerek ülkelerin şartları, gerekse sizin durumunuz (göçmen, geçici çalışan, tek maaşla geçinen aile) bazı zorlukları beraberinde getirebiliyor. Kendi hayatımda, ABD ile Avusturya arasındaki farkı tecrübe etmiş birisi olarak bunu söylüyorum.
Bu vesileyle, şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Batı dünyasına veya onun temsil ettiği değerlere ciddi eleştiriler getiren kişilerin neredeyse tamamının o ülkelerde yaşamayı, çocuklarını o ülkelerin okullarına göndermeyi, o memleketlerden varlık satın almayı tercih etmeleri de hayli manidar. Övdükleri ülkelere taşınana, çocuğunu gönderene, servet kaydırana rastlamadım. Bence gerçek samimiyet turnusolu da budur: kendisi veya sevdikleri için istediği şartları tüm vatandaşlarımız için de istiyor mu?
ÜÇ: İlacı zehirden ayıran dozudur
Pek çok alanda, nitelikli insan kaynağında, aşırı yüksek oranlar var (sağlık sektörü, savunma sanayii, prestijli liseler, yetkin akademisyenler). Bu, ekonominin riski olan cari açıktan çok daha tehlikeli bir “yetenek açığı”. Sıkça bahsedilen beka meselesi için buraya bakmakta yarar var.
Üstelik, bu durum ülkemiz açısından da ciddi bir yatırım kaybı (eğitim vergi ödeyenlerin parasıyla sağlanıyor/ sübvanse ediliyor). Bir şekilde yatırımı geri almayı başarmamız lazım – bunun, gidenlerin geri dönmesinin dışında yolları da var (aşağıda değineceğiz).
DÖRT: Buzdağının sadece su üstündeki kısmını görüyoruz
Gidenler sayılara yansıyor; dönmeyenler, gitmeye çalışanlar, varlığını/ yatırımlarını kaydıranlar, çocuklarını temelli göndermeye hazırlananlar verilerde yok.
Kısıtlandığı, haksızlığa uğradığı, kendini geliştirme imkanlarına ulaşamadığı için potansiyelinini gerçekleştiremeyen vatandaşlarımız hiç yok; geleneksel anlamda olmasa da bunu da bir “beyin göçü”, daha da kötüsü, bir “beyin israfı” olarak değerlendirmeliyiz.
Belki de çocukluğumuzun meşhur Yerli Malı Haftasını okula mandalina getirmekten öteye taşıyıp, en değerli yerli kaynağımız olan insanlarımızı nasıl değerlendireceğimiz konusuna odaklamalıyız.
BEŞ: Türkiye’ye dönenin de yurtdışında kalanın da ülkemize yarar sağlaması mümkün
Ben bir yatırım fonu kurarak döndüm; neticede ülkemizin bazı şirketleri kat be kat büyüdü, yeni fabrikalar açıldı, binlerce istihdam sağlandı. Orada kalarak vatandaşlarımıza istihdam yaratan, kültürel temsilimizi sağlayan, Türkiye’ye yatırım/ know-how transferine öncü olan arkadaşlarım da var. Bunu daha kolay ve sistemli hale getirmeliyiz.
Türkiye’yi daha iyi bir memleket için yapmamız gerekenleri başarırsak (hürriyetleri genişletmek, kalkınma hamlesini hızlandırmak, girişimcinin önünü açmak vb.) bu meseleyi de büyük ölçüde çözeriz. Tersi de geçerli: Türkiye’yi dünyanın taşrasına savurursak beyin göçü artar. 2 x 2 = 4. Tercih bizim.
TERCİH BİZİM
ALTI: İyi bir diaspora yönetimi elzem
Diaspora ‘dünyaya tohum gibi saçılma’ anlamına geliyor; anavatanından ayrılıp başka ülkelerde hayat kuranları ifade ediyor. Avrupa’ya işçi göçleri ile başlayan diasporamız bazı ülkelerde üçüncü nesle kadar geldi. Bilhassa eğitim sebebiyle Kuzey Amerika’ya uzandı. Profesyoneller ile daha da genişliyor. İyi bir vizyon ve koordinasyon ile Çin ve Hindistan örneklerinde bizzat gördüğüm üzere, diaspora kalkınma dinamolarınızdan biri olabilir.
Özellikle Türk yöneticilerin küresel şirketlerde giderek artan (ve artacak) rolü yeni bir fırsat penceresi açıyor. Bunu ıskalamayalım.
YEDİ: Beyin göçünü engellemek/ makul düzeyde tutmak için “özel bir şey” yok
Türkiye’yi daha iyi bir memleket için yapmamız gerekenleri başarırsak (hürriyetleri genişletmek, kalkınma hamlesini hızlandırmak, girişimcinin önünü açmak vb.) bu meseleyi de büyük ölçüde çözeriz. Tersi de geçerli: Türkiye’yi dünyanın taşrasına savurursak beyin göçü artar. 2 x 2 = 4. Tercih bizim.
SEKİZ: Beyin göçü sadece tehdit değil, aynı zamanda fırsat olabilir
Uzaktan çalışmanın yaygınlaştığı, dijital göçebeliğin ortaya çıktığı, e-girişimciliğin mümkün olduğu bir dünyada Türkiye konumundaki bir ülkenin uluslararası yetenek cezbetmesi beklenir.
“Biz daha kendi yeteneklerimize sahip çıkamıyoruz” derseniz haklısınız - ama sadece savunmayı değil hücumu da düşünmemiz şart. Tabii bunun için kendi girişimcilerimizin prangalarını çözerek, altyapımızı iyileştirerek (internet hızında dünyada ilk 100’de yokuz!), yasakçılığa son vererek (PayPal, Uber, Instagram vb) adım atmalıyız.
DOKUZ: Türkiye’nin doğal kaynağı az, insan kaynağı kritik
‘Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmamız’ ancak daha fazla yetenek, daha fazla bilgi/ know-how, daha fazla yatırım cezbederek olur. Bunun yolu hürriyetleri genişletmek, oyunun kurallarını netleştirmek ve iş yapmayı kolaylaştırmaktır.
Zaten bence siyasetin ve siyasetçinin esas işi de bu ortamı yaratmaktır. Gerisini vatandaşlarımız çok konuşan siyasetçilerden ve her şeyi bilen bürokratlardan çok daha iyi başarır. Yeter ki gölge etmesinler.
ON: Primum non nocere
Hipokrat’ın temel ilkesini hatırlamak ve yetenek yönetiminde uygulamak esastır: “Primum non nocere” (Önce zarar verme).
SONUÇ
Beyin göçünün kader mi, tehdit mi, fırsat mı olacağı bize kalmış.
Türkiye’yi çağı yakalayan bir ülke yaparsak, bırakın tersine beyin göçünü, pek çok nitelikli insanın Türkiye’de daha fazla zaman geçirmek istediğini, ülkemize yatırım yapmak istediğini göreceğiz. Ülkemizi dünyanın taşrasına savurursak, büyük bir zihinsel çoraklaşmaya ve bunun doğal sonucu olarak vasatlaşmaya kendi elimizle davetiye çıkarmış olacağız.
Karar bizim. Başarabiliriz.
Yorum Yazın