AKP’nin politik söyleminde ağırlıklı bir yere sahip olan Post-Kemalist tutum hemen tümüyle tasfiye oldu. Popülizm ise hala çok önemli. Ama o noktada da kendisi kadar popüler rakipleri var AKP’nin. Bu bağlamda iktidar partisinin popülist siyasetteki tekeli eskisi kadar tartışılmaz değil.
AKP 2002’den beri kesintisiz bir şekilde iktidarda. Girdiği tüm genel seçimlerden 1. parti olarak çıktı. Son yerel seçim hariç katıldığı tüm yerel seçimlerde de liderliği kimseye kaptırmadı. Ayrıca şu ana kadar yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Dahası destekçisi olduğu anayasa değişiklikleri referandumla kabul edildi. Tabii bu parlak tablonun son yıllarda bozulmaya başladığına tanıklık ettik hep beraber. Başkanlık sistemi sonrası koşullar bakımından AKP’nin başarısı aslında kendi özgün ağırlığından değil, Cumhur İttifakından kaynaklanıyor. Bir zamanlar tek başına % 50 oy alırdı AKP.
Şimdilerde ise AKP + MHP toplamı bu rakamı zor buluyor. Yine de seçim başarıları bakımından siyasi iktidarın Cumhuriyet tarihinde rakibi yok. CHP, Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, MHP, Refah başta olmak üzere ülke siyasi tarihinde iz bırakmış hiçbir parti Erdoğan AKP’si kadar başarılı olamadı. Bahsi geçen gücün dayanakları nedir diye sorulduğunda genelde mevcut Cumhurbaşkanının ismi ön plana çıkıyor. AKP Erdoğan’ın partisi. O seçim başarıları aslında Erdoğan’ın liderlik hikayesinin parçası. Bu genel tespit şüphesiz ki doğru. Ama aynı zamanda yanlış ve bir ölçüde de yanıltıcı.
Bir kurucu lider olarak Erdoğan her zaman AKP’den ve Cumhur İttifakından daha başarılı oldu. Bugün de durum öyle. Bu nedenle CHP’nin AKP’yi geçip birinci parti olması CHP’li bir adayın Erdoğan yerine cumhurbaşkanı seçilmesine göre çok daha kolay. Ya da Erdoğan’ın doğrudan aday olmadığı yerel seçimlerde ve meclis seçimlerinde muhalefet cumhurbaşkanı yarışına göre daha başarılı. Ancak tüm bu doğrular Erdoğan’ın da bir özne olduğu ve diğer tüm özneler gibi belli bir yapının içinde siyaset yaptığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bu bağlamda dış konjonktür çok önemli. AKP’nin ilk 10 yılındaki AB uyum süreci ya da sonraki 10 yılda Trump’ın yükselişiyle şekillenen sağ popülist siyaset koşulları başkan Erdoğan’ın kullandığı politik enstrümanları ciddi ölçüde etkiledi. İç siyaset bakımından ise asıl mesele dünya görüşü ve ideoloji. Erdoğan güçlü bir lider. Ama yine de belli bir dünya görüşünün temsilcisi. AKP’lilerin çok sevdiği jargonla ifade etmek gerekirse, iktidar partisi aslında “reis” ve “dava” arasındaki birlikteliğin özeti gibi. Dikkatimizi liderden ideolojiye çevirdiğimizde ise karşımıza iki unsur çıkıyor: Post-Kemalizm ve popülizm.
AKP, Kemalizm-İslamcılık kavgasındaki anti-Kemalist düşünce koordinatlarını bir ölçüde devralarak yeniden üretti. Ancak iktidar partisinin ilk yıllarında çok etkili olan bu yönelimde baskın mesele laiklikten çok demokrasiydi. Vesayetçi zihniyete yönelik demokratik eleştiri kurucu ideoloji tartışmalarının odak noktası oldu. İslamcı, muhafazakar, liberal, sosyalist ve Kürt hareketlerinin çeşitli gerekçelerle katkı sunduğu Post-Kemalist ittifak AKP’nin vesayet karşıtı söylemine ciddi bir düşünsel destek ve maddi birikim sağladı. Bu bakış açısına göre Türkiye’de demokrasinin inşasına yönelik eksiklik önemli ölçüde çevreye karşı düşmanca bir tavır içinde olan bürokratik merkezden kaynaklanıyordu. Bu nedenle birçok liberal ve liberal sol aydın AKP’nin iktidarını Türkiye’yi demokratikleştirecek büyük bir halk devrimi olarak gördü. Ancak iç politikadaki sayısız değişimin bir sonucu olarak AKP politik söylemindeki Post-Kemalist renk zamanla soluklaştı.
AKP elitlerine göre yaşanan dönüşüm normaldi. Çünkü vesayet odakları tasfiye edilmişti. Bu nedenle demokrasi tartışmasını bürokrasiyle ilişkilendirmek artık gereksizdi. Ayrıca iktidar partisi ulus devleti güçlendirecek adımların gerçek demokratikleşmeyi mümkün kılan asıl patika olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle yerli ve milli siyaset söylemi daha yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandı. Milli onur, kendine yeterlilik, ulusal güvenlik ve bağımsızlık Yeni Türkiye reel politiğinde ön plana çıkan başlıca kavramlara karşılık geliyordu. Ancak muhalefetin bu dönüşüme yönelik tavrı son derece eleştireldir. Başta CHP olmak üzere belli başlı muhalif unsurlara göre AKP’nin Yeni Türkiye’sinde demokrasi sorunları ortadan kalkmak bir yana daha da derinleşmiştir.
AKP hegemonyasının ikinci önemli enstrümanı ise popülizmdir. Mevcut iktidar uzun bir süre yüksek düzeyde devam eden halk desteğine dayanarak halkın gerçek sorunlarını çözen bir siyaset tarzının yegane temsilcisi olduğunu iddia etti. Kurumlara, bürokratlara ve elitlere karşı mazlum halkın iktidarı AKP’nin iktidarıydı. Sağ popülizmin son çeyrek asırda kat ettiği ivme dış konjonktürle iç siyasal dönüşüm arasında yüksek düzeyde bir uyuma da yol açtı. Popülizm tartışmaları bakımından asıl sorun ise partinin ve liderin halk temsili konusundaki mutlak üstünlüğünü aşındıran son dönem gelişmelerde saklı. Ülkenin en başat partisi artık AKP değil CHP. Liderler bakımından ise Erdoğan hala en güçlü siyasetçi. Ama zirvede yalnız değil artık. İmamoğlu ve Yavaş gibi muhalif aktörler de en az Erdoğan kadar popüler.
Sonuç olarak şu yargıda bulunabiliriz: AKP’nin politik söyleminde ağırlıklı bir yere sahip olan Post-Kemalist tutum hemen tümüyle tasfiye oldu. Popülizm ise hala çok önemli. Ama o noktada da kendisi kadar popüler rakipleri var AKP’nin. Bu bağlamda iktidar partisinin popülist siyasetteki tekeli eskisi kadar tartışılmaz değil.

Yorum Yazın