Trump’ın Gazze’ye yönelik uluslararası hukuku, uluslararası ilişkilerin temel normlarını çiğneyen politikasına uluslararası kamuoyu önceden hazırlanmaya çalışılmıştır. 2024’de Trump’ın damadı ve eski danışmanı olan Jared Kushner, Gazze’nin “güzel bir tatil yöresi” haline dönüştürebileceğini öne sürmüştür. Kushner’ın Trump’ın “Yüzyılın Planı” olarak adlandırdığı planın baş mimarlarından olduğu hatırlanmalıdır.
ABD Başkanı Donald Trump, ilk başkanlık dönemini de kapsayacak şekilde bugüne kadarki en tartışmalı dış politika söylemini devam ettirmektedir. Filistinlilerin Gazze’yi terk ederek Mısır ve Ürdün’e yerleşmelerindeki ısrarını sürdürmektedir. Planını Oryantalist bir ifade kullanarak dünya kamuoyu ile paylaşan Trump, Gazze’nin “Orta Doğu’nun Rivierası”na dönüşebileceğini; bu süreçte Gazze’nin kontrolünün İsrail’den ABD’ye geçeceğini öne sürmüştür. “Savaşın bitmesinden sonra” İsrail, Gazze’yi ABD’ye devredecektir. Trump’a göre Gazze artık Filistinliler için yaşanacak bir yer değildir; dolayısıyla Gazze yeniden yapılandırılırken Filistinliler kalıcı olarak başka ülkelere yerleşmelidir. Trump, Gazze’nin çok farklı bir bölge olacağını iddia etmektedir.
Trump’ın bu yorumu gerek Benjamin Netanyahu’nun siyasi kariyerinde gerekse hükümetinin siyasi ömründe görülmemiş bir koz, fırsat sunmuştur. Netanyahu’nun ve kabinesinin takip ettikleri siyasetlerini daha kolaylıkla ve umarsızca uygulamalarına neden olacak bu söylem diğer yandan Tel Aviv yönetimini uluslararası hukuk, uluslararası siyasetin yerleşik normları nezdinde sistemin dışına itilmesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Şimdilik Netanyahu-Trump ikilisi ve İsrail’deki belirli bir kesim bu durumu görmezden gelmeye devam edip hiçe saysa da İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarında apartheid benzeri rejimin, soykırımın yanında artık etnik temizlik suçlaması ile baş başa kalmıştır. Bir halkın yerlerinden edilmesi, zorla başka bir yere götürülmeleri başta 1941 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü gibi uluslararası hukukun kilit öneme sahip metinlerinin ihlali anlamına gelmektedir.
Yukarıdaki tablo, başta Gazze olmak üzere Batı Şeria ve Kudüs’ün Filistinsizleştirilmesinin diğer bir ifadeyle İsrail’in yayılmacılığının - imzaladığı barış andlaşmalarını ihlal etmesine rağmen- başat hedef olduğunu göstermektedir. Mısır ve Ürdün’e Filistinlilerin zorla gönderilmeleri, tehcir edilmeleri savı aynı zamanda Filistin kimliğinin ve self-determinasyon hakkının inkar edilmesi anlamına gelmektedir. Filistin-İsrail sorununda aslında en başa dönüldüğünü; Arap-İsrail sorununa dönüştüğünü söylemek mümkündür. Filistin halkının varlığı tartışmaya açılmıştır. Öte yandan Filistinlilerin devlet kurması diğer ifadeyle iki devletli çözüm giderek imkansız hale gelmektedir.
Filistin hareketinin başarılarından birisi Arap kimliğinden ayrı, bağımsız olarak Filistin halkının var olduğunu ve söz konusu halkın hukuki temele dayanan meşru self-determinasyon hakkına sahip olduğunu başta İsrail olmak üzere dünyaya kabul ettirmesi olmuştur. Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin olarak adlandırılan bölge ile Filistinlilerin tarihi, hukuki, milli bağları olduğunu kabul ettirmiştir. Müslüman Kardeşler’in (MK) Mısır kolu olarak kurulan Hamas da ilerleyen süreçte siyasal İslamcı niteliğinden çok Filistin kimliğini öne çıkarmıştır.
FKÖ’nün el-Fetih liderliğine geçmesinden bu yana Filistin’e olan destekleri sorgulanan ve tartışılan Arap ülkeleri, Trump’ın bu “teklifine” karşı çıkmaktadır. Mısır, Filistinlilerin Gazze’den tehcir edilmeleri durumunda İsrail ile olan andlaşmalarını gözden geçireceği açıklamasında bulunmuştur. Akla ilk gelen andlaşma İsrail-Mısır barışını sağlayan 1978 tarihli Camp David Andlaşmaları’dır. Söz konusu söylem İsrail’in dikkatle izlediği MK’nin Muhammed Mursi yönetiminde dahi kullanılmamıştır. Ürdün de Trump’ın planını reddetmiştir. İki ülkenin bahse konu tutumlarına ne kadar bağlı kalacağı Mısır liderli Abdülfettah es-Sisi’nin ve Ürdün Kralı II. Abdullah’ın ABD’de Başkan Trump ile yapacakları görüşmelerde netlik kazanabilir.
Bu noktada Mısır ve Ürdün’ün yanı sıra gözler Suudi Arabistan’a çevrilmiştir. ABD eski başkanı Joe Biden, Orta Doğu’ya dair en önemli hedeflerinden biri olan İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin başlamasında başarılı olamamıştır. Riyad’ın İsrail ile normalleştirme andlaşmasını imzalamasını sağlayamamıştır. Trump da söz konusu amacı gütmektedir. İlerleyen dönemde Trump’ın Suudi Arabistan’a yapacağı ziyaret dolayısıyla önem teşkil etmektedir. Suudi Arabistan, Filistin devletinin kurulmasını diğer ifadeyle iki devletli çözümü Tel Aviv ile ilişkileri başlatma/normalleştirme için bir koşul olarak öne sürmeye devam etmektedir. Riyad; İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki yasadışı yerleşim politikalarına, Filistin topraklarının ilhakına da karşı çıktığını sıklıkla yenilemektedir. Ayrıca veliaht prens Muhammed Bin Selman’ın ABD’ye yatırım yapmasını da Filistin’de barışın sağlanmasına bağlaması Netanyahu-Trump ikilisinin Filistin’de gündemlerini gerçekleştirmekte bir engel teşkil edebilir.
ABD ve İsrail ikilisi gerek mevcut dönemde gerekse uzun vadede insan hakları başta olmak üzere uluslararası hukuka, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzene ve yerleşik normlara ne kadar uyacaklarını BM İnsan Hakları Konseyi’nden ayrılarak da göstermiştir. UCM de Trump’ın hedefindedir.
UCM DE TRUMP’IN HEDEFİNDEDİR
Trump’ın Gazze’ye yönelik uluslararası hukuku, uluslararası ilişkilerin temel normlarını çiğneyen politikasına uluslararası kamuoyu önceden hazırlanmaya çalışılmıştır. 2024’de Trump’ın damadı ve eski danışmanı olan Jared Kushner, Gazze’nin “güzel bir tatil yöresi” haline dönüştürebileceğini öne sürmüştür. Kushner’ın Trump’ın “Yüzyılın Planı” olarak adlandırdığı planın baş mimarlarından olduğu hatırlanmalıdır. Yüzyılın Planı ise Orta Doğu’daki ve Afrika’daki bazı devletlerin Filistin’e barışın gelmesini beklemeden İsrail ile ilişkilerini başlatmalarını merkezine alan İbrahim Andlaşmaları ile uygulamaya konulmuştur.
ABD ve İsrail ikilisi gerek mevcut dönemde gerekse uzun vadede insan hakları başta olmak üzere uluslararası hukuka, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzene ve yerleşik normlara ne kadar uyacaklarını BM İnsan Hakları Konseyi’nden ayrılarak da göstermiştir. UCM de Trump’ın hedefindedir. Netanyahu’ya yönelik tutuklama kararı nedeniyle UCM’ye yaptırım kararı almıştır. Böylelikle ABD’nin ve İsrail’in taraf olmadığı dolayısıyla yargı yetkisini kabul etmediği UCM’ye bir şekilde etkilemeye, İsrail aleyhine kararlar almasını önlemeye çalışmaktadır.
Sonuç olarak Trump’ın da etkisiyle bugün Filistin-İsrail sorununda gelinen nokta, İsrail’deki bazı kesimlerin barıştan ne anladığını ve Filistin kimliğini nasıl algıladığını göstermesi açısından hem önemli hem de endişe vericidir. Uzun zamandır bu kesim tarafından Filistin halkının self-determinasyonu diğer ifadeyle kendi kaderlerini kendi tayin hakları reddedilmekte idi fakat Trump’ın bu son açıklamaları ile Filistin kimliğinin kabul edilmediği bir kez daha anlaşılmaktadır. Filistinliler ile barış isteyen ve barışı iki devletli çözümde, hatta belki de tek devletli çözümde gören İsrail kamuoyunun tepkisi ise belirleyici role sahip olabilir. Ayrıca Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün de Trump’ın planına sert bir şekilde karşı çıkmayı sürdürmeleri Filistin için yeni bir Nakba’nın yaşanmasını ve Orta Doğu için felaketle sonuçlanabilecek planın uygulamaya geçmesini engelleyebilir. Diğer yandan Netanyahu-Trump ikilisinin bu son adımları, Filistinlileri “kötünün iyisi” bir başka “çözüme” hazırlama, dikkatlerin Batı Şeria’dan çekilmesi amaçlarını da taşıyabilir.

Yorum Yazın