Ben de o şehirde ve o statta daha önce defalarca takımımın maçını izledim, kızdık protesto ettik ama böyle ucuz şeylerden tahrik olmadık. Rakip takım oyuncularının tribüne dönerek yaptıkları ve görüntülere de yansıyan tahrik eylemlerine elbette en ağır cezalar verilmeli ve bir daha buna cüret edilmemesi sağlanmalıdır. Lakin bu “tahrik” söyleminin ardına sığınılarak yapılacak her türlü şiddeti meşrulaştırma söylemini peşinen reddediyorum.
Şimdiye kadar farklı mecralarda uluslararası politika, Ortadoğu, kitaplar, liderler vs üzerine yazdım hep, bilhassa futbol veya sporla ilgili yazmamaya özellikle gayret ettim, ta ki 17 Mart 2024 tarihinde Trabzon'da oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe maçına kadar. Hem bu maçın sonunda yaşanan hadiselerin ağırlığı hem de kişisel bir muhasebe de olması açısından, bugünkü yazımı bu konuya ayıracağım. Evvela belirtmek isterim ki; aslen Trabzonluyum, Çaykara'nın Çambaşı (Anaso) köyüne kayıtlı nüfusumuz, hemen her sene mutlaka gider geliriz köyümüze ve yaylaya, bu ayrı bir mutluluk ve huzur benim açımdan. Kendimi bildim bileli, çocukluk dönemimden beri Trabzonsporluyum, UEFA Kupası'nda 1991'deki Lyon maçlarını da 1994'teki Aston Villa maçlarını da gayet iyi hatırlıyorum ve çocuk muhayyilemde nasıl bir iz bıraktığını halen gururla anarım. Bu demek ki neredeyse 35 yıldır Trabzonspor taraftarıyım, aynı zamanda kulübün kongre üyesiyim, bu sıfatı da gururla taşıyorum.
i) Bununla beraber, bilhassa Trabzon'daki Fenerbahçe maçlarında –yaklaşık son 20-25 yıldır- yaşanan çirkinlikleri, kendi adıma kesinlikle tasvip etmiyorum. İki gün önce yaşanan saha olaylarını utanç verici buluyorum, bir grup kendini bilmez kişinin, milyonlarca taraftarın emeğini ve onyıllara varan çok değerli bir “marka”yı bu denli ayağa düşürmesini, Trabzonspor düşmanlarına bu şekilde malzeme verilmesini kabullenemiyorum.
ii) Bu rezilce eyleme katılanların cezalandırılması şarttır. Henüz birkaç hafta önce bir kulüp başkanı sahada görev yapan hakeme saldırıp ağır bir ceza almışken, bu kulübe gönül verdiği iddiasındaki insanların yine bu kulübe zarar vermesinin kabul edilebilir bir yanı yok. Statlara ömür boyu giriş yasağı dâhil olmak üzere, gereken cezalar neyse verilmelidir. Ancak burada güvenlik tedbirlerinden federasyon uygulamalarına kadar, ihmali olan yetkililer ve kurumların da aynı şekilde müeyyideye tabi tutulması icap etmektedir.
iii) Sahada hem Trabzonspor hem Fenerbahçe formalı bazı oyuncuların tribünleri tahrik eden eylemleri de keza cezasız bırakılmamalıdır. Rakip takım oyuncularının saha ortasında veya kenarında aldıkları galibiyete sevinmek en doğal haklarıdır, bundan tahrik olacak bir şey yok, böyle basit bir sevinçle tahrik olabilecek duygusal hassasiyete sahip kişilerin tribünlere girmesine de gerek yok.
iv) Ben de o şehirde ve o statta daha önce defalarca takımımın maçını izledim, kızdık protesto ettik ama böyle ucuz şeylerden tahrik olmadık. Rakip takım oyuncularının tribüne dönerek yaptıkları ve görüntülere de yansıyan tahrik eylemlerine elbette en ağır cezalar verilmeli ve bir daha buna cüret edilmemesi sağlanmalıdır. Lakin bu “tahrik” söyleminin ardına sığınılarak yapılacak her türlü şiddeti meşrulaştırma söylemini peşinen reddediyorum. Memleket olarak geçmişte yaşadığımız birçok bireysel ve toplumsal şiddet eyleminin ardında bu meşum “tahrik” mazereti var; bunu reddetmeli ve hep birlikte gündemimizden çıkartmalıyız.
v) Trabzonspor, futbolun en üst ligine çıktığı 1974 yılından beri İstanbul takımlarına karşı Anadolu takımlarının ağabeyi ve “Anadolu ihtilali”nin öncüsü oldu. Ülkenin dört bir yanında, aslen Trabzonlu olmayan on binlerce taraftarıyla şehir sınırlarının çok dışına çıkan bir futbol markası haline dönüştü. Bu marka değerinin ve Anadolu'da coşkuyla sahiplenilme durumunun, bu tür sorumsuz stat olayları nedeniyle azaldığını görmek ben ve Trabzon dışındaki birçok taraftar için ayrı bir üzüntü. Bu tür olaylara sebep olan sorumuz kişilerin böyle bir tasası olduğunu sanmıyorum.
vi) Öte yandan, Türkiye'de uzun zamandır kaybolan adalet duygusuna da değinmek gerekiyor. Bireysel ve politik düzlemde geçerli olan “cezalar zayıflara uygulanır, güçlüysen işin içinden sıyrılırsın anlayışı, haksızlığa uğradığını ve bunun sistematik hale geldiğini düşünen kişi ve zümreleri, kendi adaletini kendi aramaya yöneltiyor. Buna hemen her gün farklı vesilelerle şahit oluyoruz. Her alanda olduğu gibi, spor müsabakalarında da uygulanacak cezaların herkese eşit ve istisnasız uygulanmasına ihtiyacımız var. Bunun milyonluk camialar nezdinde de bu şekilde kabullenilip benimsenmesi için adalet duygusuna hemen şimdi, gecikmesiz ihtiyacımız var.
Spor-siyaset bahsinde son olarak, unutulmasın ki son 25 yılda Trabzonspor'un sadece iki lig şampiyonluğu kupası var; birinin tenekesi kulübün müzesindeyken, diğeriyse o herkesin şikâyet ettiği “adalet” tecelli ettiğinde kulüp müzesine girmeyi bekliyor.
***
Toplumsal ölçekte ve makro planda, bilhassa sosyal medyadaki bazı tepki ve söylemleri incelediğimdeyse bazı tehlikeli sonuçların ayak izlerini gördüğümü ve toptancı önyargıların yerleşmekte oluşuna şahit olduğumu belirtmek isterim. Burada özellikle şu hususlara dikkat çekmekte fayda görüyorum:
- Ülkede son dönemde siyasetten ticarete, bürokrasiden dini sahaya kadar Doğu Karadeniz bölgesi eksenli bir güç temerküzünün oluştuğu herkesin malumu. Bir Trabzonlu olarak, bu durumu memleketin hayrına görmediğimi ve uzun vadede bunun bazı olumsuz sonuçları olabileceğinin de altını çizmekte bir beis görmüyorum. Bu temerküzün kendine göre bazı sosyo-ekonomik ve politik/nepotist saikleri var, bunları gözardı etmiyorum. Ancak bu futbol müsabakası özelinde, Trabzonspor'a yönelen tepkilerin büyük kısmının sportif gerekçelerle değil, politik muhalefet saikiyle ortaya çıktığını da görebiliyorum.
- Bir futbol seyircisi ve sıradan bir vatandaş olarak, futbolun son dönemde siyasetle tesis ettiği ilişkilerin gayri ahlaki ve sürdürülemez olduğunu, siyasetçilerin zaman zaman tehdit unsuru olarak kullanabildiği ekonomik kozların kulüpleri siyasetle daha yakından bir göbek bağına mecbur ettiğini ve bundan şahsen rahatsız olduğumu da vurgulamalıyım. Ancak bunun sadece belirli bir kulüple ilgili olduğunu düşünen, siyasetin yalnızca Trabzonspor'u koruyup kolladığını ve fakat kendi kulüplerini es geçtiğini zanneden kimseleri Türkiye gerçekleriyle tanışmak için basit bir Google araması yapmaya ve kendi takımlarıyla ilgili ekonomik gerçekleri ve siyasetle ilişkilerini araştırmaya davet ediyorum.
- Bununla birlikte burada çiğ ve çirkin olan asıl husus şudur: Başka bir vesileyle ve başka bir şehirde gerçekleştiğinde, hadisenin münferit olduğuna ve genellemeci yaklaşımlardan kaçınılmasına vurgu yapan aynı çevrelerin, olay yeri Trabzon olduğunda bu ahlaki faziletlerini terkedip koca bir şehri ve bütün unsurlarını toptan sanık tahtasına oturtmaları, en hafif ifadesiyle edepsizcedir ve adalet duygusundan uzaktır.
Trabzon şehri geçmişiyle ve geleceğiyle bu ülkenin asli unsurlarından biridir. Diğer seksen şehrin her biri gibi bu ülkenin zenginliklerinden pay almaya, her sahada rekabet etmeye hak sahibidir. Mevcut siyasi gerçeklere ve bazı siyasetçilere duyulan kin duygusunun, Trabzonspor gibi bir marka üzerinden Trabzon şehrine yöneltilmesi artniyetli, samimiyetten uzak ve çirkindir.
Spor-siyaset bahsinde son olarak, unutulmasın ki son 25 yılda Trabzonspor'un sadece iki lig şampiyonluğu kupası var; birinin tenekesi kulübün müzesindeyken, diğeriyse o herkesin şikâyet ettiği “adalet” tecelli ettiğinde kulüp müzesine girmeyi bekliyor.
Yorum Yazın