Birisi yanlışlıkla düşüp dizini kanatsa sanki kendimiz düşmüş gibi hissederiz. Burada bizi acıya sevk eden şey o görüntüdür. Esneyen bir kişiyi izlerken esnemeniz bile ayna nöronların işidir. Hatta bunu duygusal bir film izlediğinizde kahramanın acıklı hâllerinde gözyaşlarınızın akmasının nedeni olarak da görebilirsiniz.Kiminle birlikte olduğumuz, neye baktığımız, neyi gördüğümüz bizim neye bakacağımızın, neyi göreceğimizin, hangi eylemde bulunacağımızın habercisi. Atalarımız yaklaşık 150.000 yıldır hayatta kalmak için vahşi doğayla mücadele ederken birden mağara duvarlarına resim yapmaya başladı. Neydi onların anlayışını değiştiren? Şu bir gerçek ki kendi sınırlarımızı diğerinin bahçesine kadar genişlettiğimizde olanlar oldu, böyle evrimleştik. Taklit etmeye başladık. Sadece kuşu değil, diğer sesleri de taklit ettik, dili geliştirdik, kültür yarattık. Keşifler böylece yayıldı ve bir keşif diğerini yaratarak insanlık bugünlere geldi.İşte bu kritik eşik ayna nöronlar sayesinde aşıldı. DNA’nın keşfi ne kadar çığır açıcı ise ayna nöronların keşfi de psikoloji için önemli bir aşamadır. Peki nedir bu ayna nöronlar? 1990’ların başında maymunlar üzerinde bir deney yapıldı: Maymunun kendi eliyle yiyeceği kavradığı zaman etkileşen nöronların, maymunun başka maymunu eliyle yiyeceği yediğini gözlemlediğinde de bu nöronların hareketlendiği kayda alındı. Bu sadece maymun bir şeyi gördüğünde değil, işittiğinde, kokladığında da gerçekleşiyordu. Kısaca gözlemlenen kişilerin duygularına bir izdüşüm alan yaratılıyordu. Daha sonra insanlar üzerinde de yapılan deneyler bunu doğruladı. Ayna nöronlar birini gözlemlerken, gözlemlediğimiz kişinin eylemlerini, duygularını paylaşmamıza neden oluyor.Yakınlarımız acı çekerken onların acılarını ortak olmamız, sevindikleri zaman sevinebilmemiz bu sayede gerçekleşiyor. İnsanın acılarını paylaşabildiğimizi aslında kimsenin duyarsız olmadığının kanıtı aynı nöronlar. Fakat buradaki ayrım, bu hallerdeki bizdeki duygu karşılıklarının yine kendi deneyimlerimizden çıkmış olması. Yani gözlemlediğimiz duyguları yine kendi sözlüğümüze göre tanımlıyoruz.Keysers Empatik Beyin adlı kitabında tam olarak şöyle diyor: Birinin duygularını anlamanın yolu onun davranışlarını gözlemlemekten geçmektedir. Beden dili ve ses tonu ile duygular aktarılmaktadır. Dudakları aşağı sarkmış, başı ve omuzlar düşmüş, hafif kamburlaşmış yürüyen kişinin üzgün olduğu, yüzünde gülümsemeyle sıçrayan biri görüldüğünde kişinin mutlu olduğu anlaşılmaktadır. Davranışları gözlemlemek duyguları anlamanın tek yoludur.Bu durumda başkasının acısını görünce buna duyarsız olmamıza imkân yoktur. Birisi yanlışlıkla düşüp dizini kanatsa sanki kendimiz düşmüş gibi hissederiz. Burada bizi acıya sevk eden şey o görüntüdür. Esneyen bir kişiyi izlerken esnemeniz bile ayna nöronların işidir. Hatta bunu duygusal bir film izlediğinizde kahramanın acıklı hâllerinde gözyaşlarınızın akmasının nedeni olarak da görebilirsiniz.
İnsanı insan yapan şeyin ötekiyle bağ kurabilmek ve onun duygularına karşılık verebilmek olduğunu düşünürsek, hatta onu birlikten bütünlüğe evrensel bilince ortak olabileceği çıkarımında bulunursak yolda ayna nöronlarla karşılaşırız.Bu nedenle kiminle birlikte olduğumuza, dostlarımıza, sevgilimize, eşimize dikkat edelim. Ayna nöronlar bizim dertli birinin yanında kendimizi dertli mutlu birinin yanında ise kendimizi mutlu hissedebileceğimizi söylüyor. Atalarımız ‘Üzüm üzüme bakarak kararır.’ derken tam da bundan bahsetmişler. Çünkü birbiriyle fazla zaman geçiren kişiler sürekli birbirini gözlemlediklerinden bir süre sonra birbirilerinin duygularını paylaşmaya doğru gideceklerdir. Aynı zamanda bir süre sonra karşımızdakinin aklını okurken de ayna nöronlar işbaşındadır. Hatta psikolojik açıdan bile bilincin ortaya çıkmasında ayna nöronların rol oynadığı düşünülebilir.Diğerinin etkisiyle düşünmeye başlayan kişi böylelikle bilinçli düşünme etkinliği gerçekleştirmektedir. Peki empati özürlü olanlara ne demeli? İnsan potansiyel olarak aynı nöronlarla diğerinin duygularıyla bağ kurma kapasitesine sahipken tam aksi durumlarda bir patoloji aranmalıdır. İnsanı insan yapan şeyin ötekiyle bağ kurabilmek ve onun duygularına karşılık verebilmek olduğunu düşünürsek, hatta onu birlikten bütünlüğe evrensel bilince ortak olabileceği çıkarımında bulunursak yolda ayna nöronlarla karşılaşırız.
Yorum Yazın