BOP’un Türkiye’ye yönelik kapsamlı bir nüfus planlamasını da içerdiği, bu amaçla tasarlandığı, -haklarını teslim etmeliyiz- başarıyla gizlendi. Türkiye’ye yerleştirilen, sayıları henüz kesin olarak kamuoyu ile paylaşılamayan, Suriyeliler “Ensar” olarak tanımlandılar. Belli ki, kamuoyunun olası tepkileri “İslami” dokunulmazlık ile dengelenmek istenmişti. Son günlerde Gazze’nin boşaltılmasıyla 1 milyon Filistinlinin gelişleri ise iktidara göre “hicret”.
Sovyet rejiminin çöküşün ardından, ABD’nin Ortadoğu’daki siyasal etkisi sürekli arttı. Enerji kaynakları yanında, tarih boyunca Dünyanın en önemli ticaret yollarının kesişme noktasında yer alan Bölge, Amerika Kıtasının keşfinden sonra yitirdiği önemi yeniden kazandı.
Irak’ın Kuveyt’e saldırtılmasıyla 1990 yılında başlayan, askeri operasyonlara, 2011 yılında Suriye de katıldı. Sonunda geçtiğimiz yılın sonlarında, Rusya ile anlaşmalı olduğu kuşkularını arttıran, Baas rejiminin çökertilmesiyle, bu ülke de üçlü Anglo-Sakson-İsrail İttifakının çıkarlarına uygun hale getiriliyor.
Süreç içinde İktidar denetimindeki medyanın; Türk kamuoyunu bir başarı hikayesine inandırmak amaçlı yayınları gözlerden kaçmıyor.
BOP’un Türkiye’ye yönelik kapsamlı bir nüfus planlamasını da içerdiği, bu amaçla tasarlandığı, -haklarını teslim etmeliyiz- başarıyla gizlendi. Türkiye’ye yerleştirilen, sayıları henüz kesin olarak kamuoyu ile paylaşılamayan, Suriyeliler “Ensar” olarak tanımlandılar. Belli ki, kamuoyunun olası tepkileri “İslami” dokunulmazlık ile dengelenmek istenmişti. Son günlerde Gazze’nin boşaltılmasıyla 1 milyon Filistinlinin gelişleri ise iktidara göre “hicret”.
İktidar sözcülerinin sürekli küçümsedikleri ” Eski Türkiye’nin” o dönemlerine ve sonrasına kısaca bakalım:
Cumhuriyeti kuran kadro içindeki askerler arasında, 1.Dünya Savaşında Ortadoğu’da çarpışmayan pek az kişi vardı. Örneğin Mustafa Kemal Paşanın son görev yeri Suriye Cephesindeydi. Enver Paşa onu İstanbul’dan uzak tutmak için bu yolu seçmişti. İnönü Yemen’de sonradan Başbakan atayacağı Refik Saydam ile birlikteydi.
Kurucular arasındaki -özellikle- askerler, büyük olasılıkla petrol yüzünden İngiltere’nin ağırlığını koyduğu bu bölgede, Arap’lar arasındaki çatışmalara katılmaktan ya da mezhep temelli yaklaşımlardan kaçınıyorlardı.
Türkiye’de iş başına gelen sivil ve askeri iktidarlar, CHP-MSP Koalisyon Hükumetinin 1974 yılında Kıbrıs’a askeri müdahalesinin ardından, Libya ile başlatılan yakınlaşmanın öncesinde, Ortadoğu’da Batı’nın isteklerine uygun davrandılar. ABD önderliğinde kurumsallaşan uluslararası siyasal yapılanmalarda yer aldılar. İlişkiler genelde İngiltere-ABD ekseninin çıkarlarını koruyan kuruluşlara katılmakla sınırlandı.
DP Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’nin Dış Politikasını Batı İttifakının çıkarları doğrultusundan sapmadan yönetti. Bu süreçte Nasır’ın önderliğindeki “Baas” rejimini benimseyen Suriye, Mısır ile aynı bayrak altında birleşme yolundaydı. Birleşik Arap Cumhuriyeti adı verilen birliktelik, kuşkusuz “Seküler Arap Milliyetçiliğinin” bölgede etki alanını genişlemesi anlamına geliyordu.
ABD, İngiltere ve NATO’yu tedirgin eden bir başka neden ise Sovyetler Birliğinin bölgede hissedilen etkinliğiydi. Sovyetler bu sırada “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” modeli adını verdikleri, ekonomik programlarını hayata geçirmek isteyen, radikal subayların önderlik ettikleri Arap Milliyetçiliğini desteklediler.
Sovyetler Birliği Komünist Partisinin; geleneksel emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanan, sınıf mücadelesine dayalı tezlerinin yerini, komünizme pek sıcak bakmayan, Batı emperyalizmine karşı tavırlı askeri yönetimlerin desteklenmesi aldı. Bölgede varlıklarını güçlendirmek için onlarla işbirliğini seçtiler. Süveyş Kanalı -kuşkusuz- Batılılar kadar onların da ilgi alanındaydı. Sovyet Yönetimi Mısır’da Nasır’ın Assuan Barajı projesine mali destek verdi. Baraj nedeniyle su altına kalacak bölgedeki Piramitler taşındı.
ABD ve İngiltere; Suriye- Mısır birleşmesiyle ortaya çıkacak gelişmenin, Bölgede etkinliklerini azaltacağını kuşkusuz fark ediyorlardı. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi istendi.
Menderes hükumeti Suriye sınırındaki İslâhiye’de, zırhlı birlikleri konuşlandırdı. Askeri donanımın bu harekâtı başarıya götürmesinin güçlüğü kısa sürede anlaşılınca, Suriye’ye silahlı müdahaleden vazgeçildi.
Aynı günlerde Sovyetler Birliği lideri N. Kruşçev’in D. Berlin ziyareti sırasında verdiği, ancak Türk Kamuoyunda bilinmeyen demeci de etkili olmuştu. Kruşçev; “Güney komşumuz Türkiye sınırımızdaki askeri birliklerini çekerek, müttefikimiz Suriye’nin sınırlarında askeri yığınak yapıyor. Şimdiden uyarmak isterim; Sovyetler Birliği Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahaleyi, kendi anavatanına yapılmış sayarak, karşılık verecektir,” diyordu.[1]
DP’nin dış politikası bu süreçte Batılardan daha fazla Batı yanlısı bir çizgiye yöneldi.
İlgi çekici bir başka gelişme, ana muhalefet partisi CHP’nin bu gelişmeler karşısında sessiz kalması ve partinin Genel Sekreteri Kasım Gülek’in, İslahiye’yi ziyareti sırasında askeri müdahale kararının arkasında olduklarını ifade eden demeciydi.
[1] Kruşçev belki de Türkiye ile Sovyetler arasındaki ilişkileri daha fazla germemek amacıyla, uzun yıllar sonra 29 Ekim kutlamaları sırasında ilk kez Moskova’daki Türk Elçiliğinde verilen resepsiyona katıldı ve birkaç saat geçirdi.

Yorum Yazın