Zeki Bey ile Nuri Bey’in, kafes dövüşünden daha etkileyici, her iki tarafın ve de izleyicilerin kazançlı çıkacağı bir diyalog kurmaları mümkün mü?
Zeki Demirkubuz ile Nuri Bilge Ceylan arasındaki tartışmayı takip etmeyi denedim. İki sinemacı da nezaket çerçevesinde konuşuyordu. Nuri Bey, Zeki Bey’in bir TV kanalında söylediklerine sosyal medyadan, yazılı cevap verdi. Mesele “küslük, bayılma, ödül, fikir hırsızlığı” gibi konular etrafında dönüyordu. Muhtemelen, birbirlerinin eserleri hakkında daha önce görüş beyan etmişlerdir; bilemiyorum. Fakat Zeki Bey “2006’dan beri hiçbir filmini izlemedim” dedi. Nuri Bey ise Demirkubuz sineması hakkında herhangi bir söz sarfetmedi. Zeki Bey, uzunca bir söyleşi kapsamında Nuri Bey’in “akıllı, etkili, dünya çapında ilgi uyandırmış bir sinemacı” olduğunu söyledi; Kış Uykusu’nun bir sahnesini izlediğini ve beğenmediğini belirtti…
ÖZEL DEDEKTİF OLAMAMAK
Sinema, 20. yüzyılın taşıyıcı sanatıydı. [19. asrı, roman biçimlendirmişti.] 100 yıl boyunca yetişme, kişilik kazanma maceramıza filmler eşlik etti. Dostluklar, aşklar, mücadeleler, hatta kıyafetler, tavırlar, jestler… sinemanın etkisindeydi. Meslek seçerken de filmlerden ilham alıyorduk. Dedektif olmak istiyor, olamıyorduk; zira Türkiye’de özel dedektif olunamıyordu…
Gerçek olaylardan uyarlanan hikayeleri severim. Fakat hayata uyarlanmaya değer kurmacaları daha çok severim.
SİNEMANIN SONU
Uzmanların çoğu “21. yüzyılda sinema konumunu, etkisini kaybedecek” diyor. Nitekim salonlara gitme oranı epey düştü. Filmler internet platformlarından, cep telefonu, bilgisayar ekranlarından izleniyor… Hollywood’da senaristler yapay zekayla mücadele ediyor. Billy Wilder, Frank Capra, Visconti, Sergio Leone, Spielberg, Coppola, Tarantino… gibi şanlı yönetmenler çıkacak mı, şüpheli. Görünen o ki herkes bilgisayarda kendi filmini tasarlayacak. Yapay zeka bize mesela Trumbo tarzı bir senaryodan, Tony Scott stilinde çekilmiş, başrollerde Cüneyt Arkın ile Angelina Jolie’nin oynadığı bir filmi 1 saniyede yapıverecek. Filmleri VR gözlükleriyle izleyerek, başrolü biz üstleneceğiz. Yapay zeka, izleme listelerimizden hareketle, bize yeni filmler hazırlayacak…
Attilâ İlhan romanlarındaki sinematofrafik anlatım, onun dahiyane edebiyatıyla birleşerek mucizevi bir terkip oluşturur
EDEBİYATÇILAR VE FİLMLER
Ülkü Tamer Alleben Öyküleri adlı kitabında Gaziantep’teki bir sinema salonundan, orada izlediği filmlerden bahseder. Nakıp Ali’nin sineması… Ülkü Bey’in [nurlar içinde yatsın] çok sevdiğini belirttiği filmlerin birkaçını izlemiştim. Kahraman Şerif [High Noon], General… Esaslı filmlerdi. Gelgelelim izlerken, Ülkü Bey kadar heyecanlandığımı sanmıyorum. Ülkü Tamer’in Virgül Sinemada adlı şiiri meşhurdur. Dahası, şairin Ezra ile Gary adlı bir şiir kitabı vardır. Ünlü Şair Ezra Pound ile meşhur Aktör Gary Cooper… Umberto Eco, 1939 yapımı Stagecoach’u tuttuğunu söyler. En ilginci belki, Attilâ İlhan’ın Eski Sinemalar adlı şiiridir. Attilâ İlhan romanlarındaki sinematofrafik anlatım, onun dahiyane edebiyatıyla birleşerek mucizevi bir terkip oluşturur.
TOMRİS UYAR’IN FAVORİ FİLMİ
Gerçek olaylardan uyarlanan hikayeleri severim. Fakat hayata uyarlanmaya değer kurmacaları daha çok severim. Gene de biyografik filmlerde ilgimi çeken bir yön var: Başkarakterler genellikle saygı, şefkat ve özenle ele alınır. Shadowlands, The Elephant Man [Tomris Uyar’ın favori filmi], Tolkien, Walk the Line, Public Enemy… Bizde de etkileyici biyografi filmleri çekildi: Köroğlu, Veda, Kelebeğin Rüyası [sinemadan edebiyata bakışın nadir örneklerinden. Yılmaz Erdoğan’ı kutlamak gerek], Müslüm, Naim, Bergen, Atatürk… Yerli biyografik yapımların, ufuk açıcı olanları bir yana, bazılarının da hikayesi anlatılan kişinin popülaritesinden, prestijinden faydalanma niyetiyle çekildiği malum. Nitekim, Neşet Ertaş, Ahmet Kaya hakkındaki sinema projeleri akamete uğradı…
Bana deseler ki, “Issız bir adaya düşeceksin ve bir tek senaristin yazdığı filmleri izleyeceksin; seç.” Cevabım hazır: Anders Thomas Jensen.
SENARİSTLERİN İZİNDE
Gençliğimde, yönetmen olmak istiyordum. Şartlar elvermedi, beceremedim, girişimlerim yetersiz kaldı… Romana yöneldim. Şu yaşımda senaryolar yazmak niyetindeyim. Yıllardır iyi senaristleri takip ediyorum. Hangi filmi kim yazmış bakıyorum. Billy Wilder [1906-2002], Aaron Sorkin, Cesare Zavattini [1902-1989], William Goldman [1931-1918], Eric Roth, Giuseppe Tornatore Ernest Lehman [1915-2005], Dalton Trumbo [1905-1976], Herman J. Mankiewicz [1897-1953], Woody Allen, Coen Biraderler, Jee-woon Kim, Steven Zaillian, Alan Ball…
Yeşilçam’ın ünlü üçlüsü Safa Önal, Bülent Oran, Erdoğan Tünaş’ın yazdığı filmleri ilgiyle izliyorum. Sadık Şendil’in, Yavuz Turgul’un, Ahmet Üstel’in yeri ayrı. Yeni kuşak senaristlerimiz arasında Berkun Oya, Gülse Birsel, Hakan Günday son derece dikkate değer görünüyor bana. Bana deseler ki, “Issız bir adaya düşeceksin ve bir tek senaristin yazdığı filmleri izleyeceksin; seç.”
Cevabım hazır: Anders Thomas Jensen. Onun hakkında müstakil bir yazı yazmak niyetindeyim.
KAFES DÖVÜŞÜNDEN DAHA ETKİLİ BİR DİYALOG
Şimdi, başa dönelim, Zeki Demirkubuz ile Nuri Bilge Ceylan arasındaki gerilim bize ne söylüyor?
Belki de sinemanın ne olduğunu ve sinemaya ne olduğunu tam kavrayamadık?
Yeşilçam mirasını iyi değerlendiremedik. Bugün artık sinema sanatı çözünürken, tartışma konusunu doğru seçemiyoruz sanki?
Ülkü Tamer, Umberto Eco ve Attilâ İlhan gibi yazarları cezbeden, onların dünyasının biçimlenmesine etki eden filmlerin bugünkü karşılıkları hangi yapımlardır?
Biyografi filmlerinde hayat hikayeleri ihtimamla sunulan gerçek kişiler aramızda yaşadılar, yaşıyorlar mı?
Türkiye’de popüler veya tanınmaya değer figürleri konumlayabiliyor muyuz?
Linç salgınının, safsataların, putlaştırmaların, aşağı çekmelerin, kutuplaşmaların… arasında bir insanı anlamak büyük mesele haline mi geliyor?..
Zeki Bey ile Nuri Bey’in, kafes dövüşünden daha etkileyici, her iki tarafın ve de izleyicilerin kazançlı çıkacağı bir diyalog kurmaları mümkün mü?
Birbirlerinin biyografik filmini çekmeleri gerekse, ortaya nasıl bir film çıkar?..
Yorum Yazın