Sindirella’nın hikâyesinde, o cam ayakkabıyı ona uygun hale getiren kader değil, prensin seçimi olur. Oysa gerçek güç, o ayakkabıyı giyip giyememekte değil, gerekirse çıplak ayakla yürüyebilmektedir.
Bir gün biri gelecek, dersin. O kişi seni bulacak, hayatını değiştirecek, seni olduğun yerden alıp bambaşka bir dünyaya götürecek. Belki bir prens, belki bir kurtarıcı… Belki de sadece seni senden kurtaracak bir ihtimal. Sindirella Kompleksi tam da burada başlar: Kendi hayatının kapılarını başkasının açmasını beklemekle.
Sindirella’nın hikâyesi bize masum bir umut gibi anlatılır. Zorluklara sabredersin, iyi kalırsın ve bir gün bu iyiliğin ödülünü alırsın. Oysa gerçekte ödül, sabırla beklemekten değil, harekete geçmekten gelir. Beklemek yalnızca zamanı tüketir; seni değil, umudunu büyütür. Bir kurtarıcı beklemek, kendi gücünü unutmaktır.
Madeline Miller, Kirke’de şöyle der:
“Ben bir tanrıçaydım, değil mi? Gücüm dediğim şey başkalarının ellerindeyse, o güç kime aitti?”
Sindirella’nın beklediği kurtuluş, aslında kendi içindeki gücü keşfetme yolculuğudur. Fakat masallar sana bunu söylemez. Çünkü en güçlü hikâyeler, bir kahramanın değil, bir kurtarıcının yazdığı hikâyelermiş gibi anlatılır.
KENDİ İÇİNDEKİ GÜCÜ KEŞFETME YOLCULUĞU
Ve işte mesele tam da budur. Gücün bir başkasının elindeyse, o asla senin değildir. Sindirella’nın hikâyesinde, o cam ayakkabıyı ona uygun hale getiren kader değil, prensin seçimi olur. Oysa gerçek güç, o ayakkabıyı giyip giyememekte değil, gerekirse çıplak ayakla yürüyebilmektedir.
Cam ayakkabı, narinliği ve kırılganlığı temsil eder. Ufacık bir adımda bile çatlamaya hazırdır. Ama hayat, camdan değil; topraktan, taştan ve bazen de sert, keskin yolların izlerinden oluşur. Sindirella’nın beklediği kurtuluş, aslında kendi içindeki gücü keşfetme yolculuğudur. Fakat masallar sana bunu söylemez. Çünkü en güçlü hikâyeler, bir kahramanın değil, bir kurtarıcının yazdığı hikâyelermiş gibi anlatılır.
Oysa asıl masal, beklememeye karar verdiğinde başlar. Prens gelmezse ne olur? Hiçbir şey olmaz. Çünkü sen zaten buradasın, ayaktasın. Belki de en büyük mucize, cam ayakkabıyı hiç giymemekti. Kendi yolunu seçmek, kendi hikâyeni yazmak… İşte asıl sihir budur.
Yorum Yazın