Güya Haydarpaşa Garı gibi şehrin modernleşme tarihinde önemli bir yeri olan bir anıtyapı için ne olacağı söyleniyor. Biz de öğreniyoruz. Bu nasıl bir keyfilik? İstanbul gibi bir şehir böyle yönetilebilir mi? Neden kimse bu kaybedilen zamanın, bütçelerin, yanlış kararların hesabını sormuyor?
Hadi bilin bakalım Haydarpaşa Garı ne olacak?
Haydarpaşa Garı müze ve sanat (ve turizm) için özel proje alanı yapılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiş. Bakanlık bu anıt yapıyı kültürel amaçla kullanacakmış. Burada sanat, tasarım etkinlikleri için alanlar, müze oluşturulacakmış. Tarihi gar binasının alt katı demiryolu personeli tarafından demiryolu taşımacılığı için kullanılacakmış.
“Garın kültüründe demiryolu ve tren varmış…” Tarihi yapı 2010 yılında çıkan talihsiz bir “kaza” sonucu ortaya çıkan yangından sonra “işlevsiz” kalmış.
Şimdi denizin altına tüpgeçiş projesinin ilk ortaya atılışı üzerinden yarım asır, inşaatının başlamasından çeyrek asır geçtikten sonra Haydarpaşa Garı’nın ne olacağını konuşuyoruz.
Hayır konuşamıyoruz. Güya Haydarpaşa Garı gibi şehrin modernleşme tarihinde önemli bir yeri olan bir anıtyapı için ne olacağı söyleniyor. Biz de öğreniyoruz.
Bu nasıl bir keyfilik? İstanbul gibi bir şehir böyle yönetilebilir mi? Neden kimse bu kaybedilen zamanın, bütçelerin, yanlış kararların hesabını sormuyor?
Şimdi basında “2010 yılındaki yangın nedeniyle işlevsiz kaldığı” bilgisi yer alıyor. Ama bu doğru değil. TCDD yönetimindeyken de o muhteşem anıt yapı tıpkı bir ceset gibiydi.
İyi kullanılmıyordu demek bile doğru olmaz, çürümüş bir cesette olduğu gibi içinde larvalar kıpırdıyordu. İçerisinde berbat denebilecek tadilatlar yapılmıştı. Anıt yapının her biri döneminin tasarım tarihi belgeleri olan mobilyaları, ince yapı detayları, bölmeleri, kapıları gelişigüzel, projesiz uygulamalara kurban edilmişti. Dışarıdan bakıldığında işi güzel gözüksün diye ışıklandırılmış ve üzeri uzaklardan getirilen arduaz taşı kaplı Orta Avrupa Ortaçağ mimarisine referans veren görkemli kulelerinin, çatı katlarının aralarının içi bile kuş pisliği ile dolmuştu. Sanki bir yangına davetiye çıkarır gibi elektrik kabloları bu pisliğin içinde gelişigüzel bir şekilde oradan oraya yapılan uzatmalar ile eklenmişti.
Güya bu koşullarda “restorasyon” çalışmaları başlatılmıştı, ne yapılacağı bilinmeden.
Belki de çok daha öncesinden partizanlığa ve devlet imtiyazlarına alet olmuş TCDD yönetimi adeta haykırır gibi bağırıyordu, bu devasa yapının içindeki koridorlarda: “Benim bu muazzam mirası yönetme kabiliyetim yok, bu binayı yönetmeyi, korumayı, şehrin kamusal hayatını zenginleştirecek bir şekilde kullanmayı bilmiyorum.”
Bilmediği çok açıktı. Çünkü merkeziyetçi, parçalanmış, şiddet üreten bir kamu fikrini yeniden üretmeye çabalıyordu.
Aslında o tarihte kimsenin bilmediği bir konu daha bulunuyordu.
Şehrin Avrupa ve Asya yakalarını su altından bağlayacak olan raylı tüp geçiş projesi.
Şehiriçi (metropoliten) bir ulaşım hattı olan ve şehrin eşsiz bir endüstri mirası bütünü oluşturan bu banliyö sistemi köprüleri, kanyonları, istasyon binaları ve çevresindeki nitelikli şehirsel dokuyla birlikte güncellenip, korunabilirdi.
Şehrin bu eşsiz endüstri mirası, kültürel peyzaj yok edildi. Bunun hesabını kimse sordu mu?
Sonra sıra şehrin en kaliteli yapıları yok edildi, riskli olan yoksul semtler dururken.
İstanbul’un güya her dönem master planlarını yapıyorlar ya. Hani belediye başkanları uyumadan önce okuyup güzel rüyalar görsünler diye. (Bu benzetme bana ait değil.) Dünyanın bütçesi harcanan planları, güya “şehrin anayasası” olacağını ilan ettikleri ve onsuz bir çivi çakılamayacağını söyleyenler sonra onu “nasihatlar kitabı” olarak yorumluyorlar.
Peki işi şehirle ilgili fikir üretimi olan, kamu imkanları ile araştırma yapan kurumlar ve kişiler bunu sorguladı mı?
Hayır!
Peki plancılar, projeciler o sırada ne yapıyorlardı? Sahi, ne yapıyorlardı? Neyi yapmayı biliyorlardı?
Kapalı ilişkilerle kendi çıkarlarını, kariyerlerini, imtiyazlar elde etmeyi.
Marmaray metropoliten ulaşım şebekesinin omurgası olarak E-5 hattına yakın bir yerde konumlanabilirdi.
Tüpgeçiş, Marmaray bağlantıları için Anadolu sahili ve Tarihi Yarımada yerine omurga işlevi görecek güzergah seçilebilirdi.
Nitekim Büyükşehir ulaşım ihtiyacının optimum olduğu yer olarak bunu fark etti ve buraya bir metro sistemi inşa etti. Bunun hakkında şehir halkının bilgisi oldu mu?
Hayır!
Marmaray güzergahı bu hatla Darıca ve Halkalı gibi noktalarda ya da başka yerlerde buluşabilirdi. Şehirlerarası ulaşım gene eskisi gibi devam edebilirdi. Banliyö sisteminin ötesinden bağlanabilirdi. Eğer öyle olsaydı Haydarpaşa, Sirkeci Garları ve istasyonlar ve güncellenen, restore edilen bu hat bütünüyle kullanılmaya devam edebilirdi. Bu alternatif konusunda kamuoyu bilgilendirildi mi? Uzmanlık kurumları çalışma ve basın toplantıları yaptılar mı?
Hayır!
Birbirlerinden bile haberleri yoktu. Yenikapı’da şehrin iki önemli metro hattının başlangıç noktaları, ana istasyonları ile Marmaray arasında bir bağlantı bile öngörülmemişti. Aralarında beşyüz metre mesafe bulunuyordu! Daha da vahimi proje ve planlama işini alan kurumlar ve kişiler Büyükşehir’den büyük bütçeler alarak buraya AVM kondurmayı planlıyorlardı.
Sanki her şey kendiliğinden oldu.
Şehrin kalıntıları sanki arkeolojik kalıntılar gibi ortalığa saçılmış ve sonra üzerleri toprakla örtülmüş gibi duruyor. Aralarında hiçbir bağ, ilişki yokmuş gibi. Sanki birbirlerinden habersiz ortalığa saçılmışlar! Yaşanan tanımsızlık, ya da politikasızlık sanki yerel ile merkez arasındaki ilişkiyi gösteren çarpıcı bir işaret gibi. Bu hattın metropoliten ulaşım şebekesinin omurgası olduğu fark edilmiyor. TCDD seksiyonlaşmış zekasıyla, hafızasıyla projeyi yönetmeye çalışıyor.
Haydarpaşa Garı ve çevresiyle ilgili kurgular, eğer şehir planlama denen bir disiplin varsa ya da kaldıysa, proje çalışmalarının başlatıldığı (Ulaştırma Bakanı’na göre) 1970’lere uzanan bir geçmişi olmalıydı. Dönemin Ulaştırma Bakanı böyle söylemişti.
Hadi diyelim o tarihlerde bakanlık projeye dar bir bakış açısıyla (ulaşım ihtiyacını karşılamak) bakıyordu, o zaman Kültür Bakanlığı yok muydu?
Olmadı diyelim. Aşağı yukarı her dönem üniversitelerin hükmi kişiliklerini temsil eden kişilerden oluşan topluluklar, mimarlar, şehir plancıları şehrin master planlarını hazırladılar. Hiç mi haberleri olmadı, tüpgeçiş projesinden?
En önemli neden ulaştırma ve bayındırlık işlerini yöneten oligarşik yapıların merkeziyetçi bir rejimde birbirine rakip hale gelmesi.
Şehrin gelişen makroformuna göre oluşan yeni optimum ulaşım ihtiyacının bulunduğu hattın Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın alanına girmesi. Her iki bakanlık da birbirlerine karşı mücadele veriyorlardı. Bu nedenle Ulaştırma Bakanlığı projeyi kendi alanında geliştirdi ve inşa etti. Marmaray, şehrin metropoliten ulaşım omurgasını oluşturan raylı sistem hiçbir aşamada şehirselleştirilmedi!
Şehrin en büyük transfer merkezi, Yenikapı'nın hali içler acısı.
Üniversite adına Yenikapı’da devasa AVM projesini hazırlayan mimarların, bu alanın sözde planlarını hazırlayanların hiç mi haberleri yoktu, birbirlerinden?
Bu proje güçlükle durduruldu. Alternatif bir organlaşma ve yönetimsellik deneyimi geliştirildi.
Bu alanda bir mikrobölgeleme yapılmaya çalışıldı. Bununla birlikte uluslararası bir kentsel tasarım yarışması... Bütün bu çalışmalarda gönüllü insanlar görev aldı.
Bütün bu mucize sayılabilecek gelişme ise kamu gücüyle kendilerine çıkar sağlayanlar, kamu imkanlarıyla kariyer yapanlar, köşe başlarını tutan imtiyaz sahipleri tarafından engellenmeye çalışıldı.
Belli ki alternatif bir deneyimden çok rahatsız olmuşlardı.
Kurumsal statüler, kullanılan sıfatlar yalnızca şehrin hayatını disipliner şiddetle tahrif etmeye yarıyor.
Şehrin en önemli transfer merkezi Yenikapı. Dünyanın en büyük Roma limanın bulunduğu yer. Bu alan bile farklı bir yönetimsellik deneyimi için İstanbul'un ayağına gelmiş müthiş bir fırsattı. Theodosius limanı olarak bilinen yerde nelerin olup bittiğini kimse bilmiyor. Neden buraya uyduruktan bir AVM kondurulmaya çalışıldığını, metropoliten ulaşımın omurgasını oluşturan hatlar arasında ilişki kurmayan, bu proje işini kamu gücünü, kariyer imkanlarını, adını kullanarak yapmaya girişenleri kimse sorgulamıyor.
Olağan bir iş, nasıl olsa binlercesi yapıldı, şimdiye kadar.
Bu istismarın hesabı sorulmadı. Sorulmadığı için de aynı şekilde devam etti. Taksim, Sulukule, Süleymaniye, Sütlüce… nereye baksanız, aynı durum.
Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Bu nedenle hala geç değil. Hala yapacak çok iş var:
Şehrin kalıntıları sanki arkeolojik kalıntılar gibi ortalığa saçılmış ve sonra üzerleri toprakla örtülmüş gibi duruyor. Aralarında hiçbir bağ, ilişki yokmuş gibi.
Sanki birbirlerinden habersiz ortalığa saçılmışlar!
Yaşanan tanımsızlık, ya da politikasızlık sanki yerel ile merkez arasındaki ilişkiyi gösteren çarpıcı bir işaret gibi. Bu hattın metropoliten ulaşım şebekesinin omurgası olduğu fark edilmiyor. TCDD seksiyonlaşmış zekasıyla, hafızasıyla projeyi yönetmeye çalışıyor.
Ancak proje tamamlandığında edilgin bir şekilde ihtiyacı karşılamak yerine hınzır bir aktör olarak devreye giriyor. Bu yüzden ortaya muazzam bilgi boşlukları, tuhaflıklar, akıl almaz çelişkiler çıkıyor.
Şimdi parçaları yerine koymayı deneyelim.
Üzerinden yıllar geçti. Ama hala işimiz bu.
Zamana dağılan parçaları toplamak.
Sonra bunları birbirine bağlamak, ilişkilendirmek, bir araya getirmek de bizim sorumluluğumuz gibi gözüküyor. Resmi söylemler tarafından tahrif edilmiş, bağlamından koparılmış bilgileri anlaşılır kılmak, onarmak için… Bir şeyler gösterilirmiş gibi yapılırken nelerin gizlendiğini, üzerlerinin nasıl örtüldüğünü açığa çıkarmak…
Sorumluluğumuz şimdiki zamana sıkışmamak. Kamuoyunu bilgilendiriyormuş gibi yapılırken nelerin gizlendiğini açığa çıkarmak.
Başka türlü bu disipliner şiddetin altında kalmış olan şehirde nelerin nasıl olduğunu anlamak mümkün değil.
Dedim ya, hala yapacak çok iş var. Haydarpaşa Vakası da öyle.
Nasıl oluyor derseniz, şehrin modern endüstriyel limanının ve anıt yapının bulunduğu yere ne projeler gördük. Bu kadarı da olmaz, bu ne büyük saçmalık dedirtircesine ortaya konan bu gayrımenkul operasyonunun infial uyandırdığı ve hukuk yoluyla engellendiği görülünce bu defa da kültürü devreye soktular.
“Haydarpaşa Garı Vakası” da yönetimsellikle ilgili yaşanan krizden ders çıkarmak için bu tür bir çalışmayı fazlasıyla gerektiriyor gibi.
Yorum Yazın