Hamiyet Müzikali; Türkiye’nin köklü gruplarından Peyk müzik grubunun ilk müzikali. Grubun solisti İrfan Alış’ın çocukluğunda yer etmiş, aile dostları Hamiyet'in sıra dışı hikayesini 80’lerdeki bir işçi mahallesinden günümüze taşıyor.
* Bu söyleşi ilk olarak 13.10.2024 tarihinde yayımlandı. İrfan Alış'ın bugün kaybını derin bir üzüntüyle karşıladık. Söyleşiyi tekrar yayımlıyoruz.
Işıl Kasapoğlu'nun yönettiği müzikalin senaryosu Deniz Madanoğlu imzalı. Aslı İnandık’ın Hamiyet karakterini canlandırdığı müzikalde ayrıca Sermet Yeşil, Esra Kızıldoğan, Sabahattin Yakut, Ezgi Çelik, Uygar Özçelik, Bilgesu Kural ve Cansu Bahadır rol alıyor. Müzikal boyunca Peyk de şarkılarıyla sahnede oyunculara eşlik ediyor.
Prömiyerini geçtiğimiz yıl 27. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında İstanbul’da yapan “Hamiyet” müzikali, bir seneden az sürede Haziran’da İstanbul Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’ndaydı.
Hamiyet: Kulaklarımla gördüm, gözlerimle duydum
Hamiyet Müzikali’nden ilk kez hakkında yazılan yazılar sayesinde haberdar oldum. Zaten Peyk dinlemeyi seven biri olduğum için daha da dikkatimi çekti. Şubat’ta MEB Şura salonunda izlediğim Hamiyet beni hem sarstı hem de satır aralarıyla yıllar içinde neleri kaybettiğimizi hatırlattı. Öyle çarpıcı cümleleri vardı ki tüm duyuları ayrı ayrı harekete geçirerek tüm duygularımı canlandırdı.
Elbette bir eleştirmen ya da bir oyunu değerlendirecek biri değilim ancak Hamiyet oyunculuklarıyla, müziklerleriyle oldukça güçlü bir oyun. Müzikal insanı uzun süre etkisi altına alıyor, öyle ki söyleşi için İrfan Alış’la görüşmeye giderken oyunu baştan sona yeniden zihnimde yeniden canlandıracak kadar…
İrfan Alış’la söyleşimizi 8 Mayıs’taki Ankara temsili öncesinde yapmıştık. Söyleşinin üzerine Hamiyet, İstanbul’da Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’da oynadı hem de ilk temsilin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişken.
Peki Hamiyet kim, insanlar neden Hamiyet’le tanışmalı, Hamiyet bizi nereye götürüyor? Biz bu müzikali neden görmeliyiz?
Gelin İrfan Alış’ın çocukluk kahramanı "Hamiyet"i kendisinden dinleyelim.
***
Hamiyet gibi "müzikal" de zorlu yollardan geçti
Hamiyet'in sizin çocukluğunuzdan bir karakter olduğunu biliyoruz. Herkesin bu oyuna gelmeden önce ilk olarak kendine sorduğu sorudan başlayalım: Hamiyet kim? Hamiyetle nasıl karşılaştınız? Peyk nasıl karşılaştı?
Peyk’ten kimse Hamiyet’i tanımıyor. Sadece benim çocukluğumdan kalan bir figür. Ama ekibin içinde bir sürü Hamiyet benzeri kadın var. Bu provalar sırasında ortaya çıkan bir şey oldu ben de bilmiyordum. Yaklaşık altı yıl önce başlayan bir serüven Hamiyet. Peyk olarak biz Hamiyet’i bir şarkı yapmayı planlıyorduk. Ben Hamiyet’i hatırlamaya ve anlatmaya başladım. Buradan büyük bir hikaye çıkartmak istiyorduk. Şimdiye kadar yazdığımız, söylediğimiz şarkılardan farklı; 3-5 dakika olmayan, daha derin ve uzun bir şarkı istiyorduk. Belki 30 belki 40 dakika neyse o kadar. Ve bunun hazırlığına giriştik, müzikal fikri aklımızda yoktu, geçen sene müzikale evrildi.
Oyunun çıkması gereken festivale 10 gün kala tüm rejiyi yeniden kurduk. Son 10 gün hepimiz için bir inat hikayesi oldu. Her gün sabahladık, çok uğraştık. O ara ben çok kilo kaybettim, delilik sınırındaydım, hamiyetleşmeye başladık. Yani ekipte bir Hamiyet tecrübesi yaşandı. Yani insanlar nasıl deliriyor? Onu anladım.
Peki süreç müzikale nasıl evrildi?
Geçtiğimiz sene Şubat ya da Mart ayıydı Işıl hoca (Işıl Kasapoğlu - Tiyatro oyuncusu, yönetmen, sanat yönetmeni) “Bunu neden müzikal yapmıyorsunuz, müzikal yapsanıza” dedi. O sırada Işıl Hoca İKSV Tiyatro festivalinde küratör olarak görev yapıyordu, ilk temsil için uygun olacağını söyledi. Biz “yaparız” dedik ama ne yapacağız, nasıl yapacağız, neye bulaştık hiçbir fikrimiz yok. Tiyatroya dair de bir fikrimiz yok, ne yapacağız ne edeceğiz, hiçbir şey bilmiyoruz.
Ben kabataslak bir metin yazmaya başladım. Kendimce sahneler oluşturuyorum, o sırada Peyk sever Barış arkadaşımızın desteği ile bir şekilde bir metin oluşturdum ama istediğimiz gibi olmadı, bir türlü içimize sinmedi, oldukça zayıf kaldı. Çünkü böyle bir şeye hazır değildim, üstüne tiyatrocu da değilim, istediğim gibi olmadı…
Bir yandan da sahnelere uygun şarkı yazmaya çalışıyoruz. Pek çok sahne için yeni şarkı yazdık, oyundaki sinema sahnesi onlardan birisi, bunları tek tek çalıştık. Bunlar yaşanırken pek çok farklı insanla çalışma fikrindeydik ancak kimisi oldu kimisi olmadı.
Haziran, Temmuz oldu ama henüz ortaya bir şey çıkartamamıştık. Ortada cast yok, senaryo yok, kısaca ortada hiçbir şey yok yani. Senaryo için biriyle çalışmaya başladık ama adam başka projeye gitmek zorunda kaldı. O noktada, Deniz Madanoğlu'nun beni Instagram üzerinden takip ettiğini gördüm. Şansımı denedim, konuştuk. Çok yoğundu, 15 gün sonra Ağustos ayında “Bize senaryo lazım, bir text lazım” dedim, hikayeyi anlattım. O da bir Peyksever, kabul etti ve yazarım dedi. Eylül ayında senaryo elimize geldi, hemen sonrasında teknik ekip, oyuncu kadrosu da oluşmaya başladı ve provalara geçtik.
Provalarda bambaşka problemler yaşandı ama onlara değinmek istemiyorum, bunun bir önemi kalmadı artık. Oyunun çıkması gereken festivale 10 gün kala tüm rejiyi yeniden kurdu Işıl Hoca. Son 10 gün hepimiz için bir inat hikayesi oldu. Her gün sabahladık, çok uğraştık ve bir şekilde atlattık. İşte Işıl hoca burada devreye girdi, hepimizi toparlayıp ayağa kaldırdı.
O ara ben çok kilo kaybettim, delilik sınırındaydım, hepimiz biraz 'hamiyetleşmeye' başladık. Yani tüm ekip küçük bir Hamiyet tecrübesi yaşandı. "İnsanlar nasıl deliriyor" tecrübe ettik, anladık yani.
Bizde Messi yok, bir ünlünün oyunu götürdüğü bir oyun değil, biz Almanya'ya gibiyiz. Paslı oynuyoruz ama şampiyon oluyoruz her oyunda. Ben öyle düşünüyorum. Ben hayatımda hiç müzikale gitmedim. Bu benim ilk müzikalim yani gerçi yandan seyrediyorum.
Hamiyet'i mümkün olduğunca sık ve pek çok yerde oynamaya çalışıyorsunuz, daha fazla insan gösterebilmek için Hamiyet'in bir filmini yapmayı ya da Hamiyet'i müzikal haliyle kayıt altına almayı ve yayınlamayı düşünüyor musunuz? Ya da Hamiyet’in bir albümünü görebilir miyiz?
Bilemiyorum film belki çok daha ileride olabilir. Ben filmden önce gerçekten oturmuş bir oyunun yıllarca oynanıp insanlara geçmesini istiyorum. Belediyelerle konuşuyoruz, salonların boş günlerini kovalıyoruz; Pazartesi, Salı bizim için farketmiyor. Bu işin görülmesini, izlenmesini istiyoruz; kâr zarar gözetmiyoruz, mesela bugün doldu mu, dolmadı mı, bilmiyorum. Belki bugün 100.000 lira zarar edeceğiz. Öbür oyunda da zarar edeceğiz belki ama bu umurumuzda değil, oynamaya, mümkün olduğunca oynamaya devam edeceğiz.
Batabiliriz evet. Batsak ne kadar batarız, nedir yani? Zaten tiyatro ayrı bir kurtlar sofrası herkes yaşama derdinde onu da görüyoruz ama biz de şöyle bir rahatlık var; Hamiyet için bir plak yapacağız, Peyk belki 2 yıl sonra yapardı o plağı ama şimdi ihtiyacımız var. Bu plaktan 1000 tane satacağız, 1001 olmayacak, oyun için 1000 tane yetiyor. Bu bir satış ürünü olmayacak, cebimize koymayacağız, bunu da açıkça deklare ediyorum: Hamiyet’i yaşatmak için plağını yapacağız, sanatsal işlere harcayacağız, müzik yapacağız, kayıt yapacağız. Sonuçta kültür dediğin şey böyledir.
Bizde Messi yok, Almanya gibiyiz paslı oynuyor her oyunda şampiyon oluyoruz
Oyunu izlemiş ve Aslı İnandık’ın performansından oldukça etkilenmiş biri olacak da ayrıca merak ediyorum; Hamiyet’e yeniden hayat veren Aslı İnandık ile Hamiyet’in yolu nasıl kesişti? Aslı hanımın tiyatro geçmişine rağmen; onu Türkiye’de geniş kitlelere tanıtan sosyal medyada yaptığı komik tiplemeler olmuştu? Aslı hanım Hamiyet’i nasıl değiştirdi?
Aslı'nın çok ters köşe işleri de var. Aslı çok büyük bir oyuncu. Ben Aslı'yı büyük bir aktris olarak tanıdım. Hamiyet'i bir oynadı. Siz izlediniz o yüzden rahatlıkla söylüyorum son sahnede sesçisinden, ışıkçısına kadar ekipte hiç kimse sağ çıkamadı. Ağladık hepimiz, bizi mahvetti, hala mahvediyor. Çünkü onun da hayatında bir Hamiyetler var ve onun da kendisinden ortaya koyduğu şeyler var. Sadece Aslı değil, onun dışında, ekipteki diğer karakterler de oldukça başarılı. Feride karakterinde Ezgi (Ezgi Çelik) mesela ya da Seher'de Esra (Esra Kızıldoğan)... Aslında oyunda yan karakter yok. Herkes kendi köşesinde inanılmaz. Mesela erkeklerimiz, Sermet Yeşil, Uygar Özçelik, Sabahattin Yakut. Oyuncularımız oldukça başarılı; Sabahattin (Sabahattin Yakut) orda o ustabaşı Hasan rolünde harika. Sermet Yeşil ise Mürsel karakterinini canlandırıyor ve karakterden gerçekten nefret ediyorsunuz. Cemil rolünde Uygar Özçelik ve küçük kızları canlandıran Bilgesu Kural ve Cansu Bahadır gerçekten izlemeye değer.
Ben hayatımda hiç müzikale gitmedim. Bu benim ilk müzikalim, her temsili yandan seyrediyorum ve şöyle düşünüyorum: Biz tiyatroyu onlardan öğreniyoruz, onlarda müziği bizden öğreniyor. Bizde Messi yok, bir ünlünün oyunu götürdüğü bir oyun değil, biz Almanya'ya gibiyiz. Paslı oynuyoruz ama şampiyon oluyoruz her oyunda.
Benim burada kendi adıma duyduğum övünç bu; Hamiyet belki de kendi adıyla müzikal yapılmış tek kadın. Hiçbir kadın onun kadar şanslı değil bu konuda. Ama ben bunu yaptığında ona borcumu ödemiş oluyorum. Aslında toplum olarak da toplum oraya doğru iş yanlışın özrünü diliyoruz.
Peki bu tiyatral deneyimden sonra Peyk'in konserleri, sahneleri nasıl oldu, Siz de grupta değişen bir şey var mı?
Mutlaka vardır tabi, artık ben seyirciye başka türlü yaklaşıyorum. Mesela sahnede oturuyorum bazen. Diyorum ki; "Niye ben devamlı ayakta duruyorum, biraz oturayım şöyle sakin sakin”. Mesela bazı şarkılarda bir köşeye çekilip oturuyorum. Daha efektif oldu, sahnemize de yaradığını düşünüyorum. Peyk'i var eden sahne zaten, bu açıdan diğer gruplardan biraz daha farklı olduğumuzu düşünüyorum. Ekşi Sözlüğe birisi şöyle bir yorum yazmış “iki geyiğin öpüşmesi gibi havada” bu bir daha olmayacak bir şey.
Müzikali henüz izlemeyenlere spoiler vermek istemem ama finali izledikten sonra Hamiyet ölmüş gibi bir hisse kapıldım ama final bunu hiç kesin bir şekilde vermedi bize, Hamiyet’e ne oldu?
Gerçek Hamiyet’le bizim yarattığımız Hamiyet çok farklı. Gerçek Hamiyet'in hikayesi anlatılmayacak kadar kötü. Hamiyet’i o haliyle hayatını anlatmış olsaydık; şiddeti olduğu gibi göstermiş olacaktık. Ben acıyı manipüle etmeye karşıyım. Sadece acı da değil mesele; evet hepimiz birgün öleceğiz ama onun ölümü gerçekten korkunç.
Korkunç bir hayatı oldu, hayat ona hiçbir şekilde acımadı. Çok daha kötü şeyler yaşadı ama biz oraya girmedik.
Zaten finalde Aslı hanımla yaptığınız konuşmada buraya da biraz değiniyorsunuz, "Benim tutunacak bir indie rock grubum bile yoktu" diyor Hamiyet. Ve biz Hamiyet'in yaşadıklarını, acısını, bir fotoğrafı bile olmamasından anlıyoruz, hissediyoruz.
Benim burada kendi adıma duyduğum övünç bu; Hamiyet belki de kendi adıyla müzikal yapılmış tek kadın. Hiçbir kadın onun kadar şanslı değil bu konuda. Ama ben bunu yaptığımda ona borcumu ödemiş oluyorum. Aslında toplum olarak da toplum oraya doğru iş yanlışın özrünü diliyoruz.
Bu Hamiyet için bir işe yaradı mı, hayır. Hamiyetin hayatını değiştirmedi. Ama hiçlik de olabilirdi. Türkiye'de Hamiyet aslında yer kaplaması gerekirken, kimler gündemimizde yer tutuyor.
Pazaryeri Sinekleri ve PEYK
Oyunda Hamiyet'in sözlerini yazdığı bir indie rock grubu vardı. Pazaryeri Sinekleri, Peyk buradan mı doğdu?
O bizim ilk ismimiz, Pazaryeri Sinekleri. Serdal ve benim olduğum gerçek bir ekipti. Peyk'e dönüşmek için başka kişilere de ihtiyaç vardı. Peyk olurken katılanlar o ismi kabul etmedi. Pazaryeri sinekleri olmaz dediler. Şimdi olsa olur belki, o zaman yok işte. Düşün 1990'lı yıllardan bahsediyoruz. İkinci Yeni grupları yok, sıfırıncı yeni bile yok.
Ama Pazaryeri Sinekleri’nin bir anlamı var bizim için. Böyle Buyurdu Zerdüş'te yalnızlığa kaç dostum diye başlayan bir bölüm vardı. Orada Pazaryeri Sinekleri'nden bahseder. Oradan geliyorlar yani biz anlamlı bir şey yapmaya çalıştık ama o zaman olmamıştı.
Peki Peyk nasıl oldu, oldu mu?
Albüm çıkacak 2 hafta kala artık isim bulmamız lazım. Ertan getirdi, bizde tamam dedik. Zaten çok vakitte kalmamıştı, albüm basılacaktı, kartonet bekliyordu. Yani biraz da mecburiyetten oldu.
"Sendika olsaydı iyiydi…"
Mehmet Şafak Sarı: Aslında Acı hikayesine geri dönmek isterim, oyunda anlattığınız pek çok şeyle biz izleyici olarak çok rahat kendi hayatımızdan özdeşlik kurabiliyoruz. Grev süreçleri, işten atılmalar...
Zaten hikayeler o unutulmuş, unutturulmuş tarihten geliyor. Mesela "sendika olsaydı iyiydi" diyor. Deniz Madanoğlu'nun güzel lafları var, Deniz Madanoğlu bence çok müthiş bir kalem. Kapı koklamak Deniz Madanoğlu'nun fikri. Başkalarının kapısını koklamak, çocukluğumda ben çok koklardım, "aaa yan tarafta balık yapıyorlar." Yanda güzel yemek var, ya sen de yoksa?
Hamiyet'in ayda iki defa tavuk pişiriyor olması, çok güzel bir ayrıntıydı. Hakikaten senelerce pek çoğumuz bu şekilde yaşadık... Haftada biri sucuklu yumurta vardı, annem herkesin payına düşeni çatalla çizerdi. Bu senin tarafın, şu senin tarafın kavga etmeden yiyin diyerek. Şimdi çocukların peşinde koşuyorlar, oğlum ya da kızım ye lütfen, hadi önündekini bitir lütfen. Anlattığımız hikaye hala şimdi de başka yerlerde yine yaşanıyor o da yok değil.
Bu ülkede, görünmeyeni görme hikayesi artık sinemada görebildiğimiz bir şey değil. Bunu söyleyeceğim artık. İsmini söylemeyeceğim; bir belediyeye bu oyunu satmaya kalktım ama “oyun çok politik” dediler. Hayat politik. Hayat dediğin ben 12.500 lira emekli maaşı alıyorum. Ama siz tutarsızca para harcıyorsunuz. Sizin yüzünüzden biz battık.
Ben hayatım boyunca çalıştım ve ne yaptıysam Peyk, konserler vs. ne yaptıysak, ne kazandıysak onu hep sanata harcadık. Benim müzikten gelen bir param yok. Zaten mimliyiz, bir tane üniversite konserimiz yok. Ben açık söylüyorum şu ülkenin cumhurbaşkanları dahil gelmiş geçmiş bir Aşık Veysel etmez, edemez, net söylüyorum. Onlar gelip geçici, hepsi geçiyor. Bütün cumhurbaşkanlarını da sayıyorum, benim için hiç fark etmiyor.
Bu ülke çok zengin bir ülke her şeyin yetiştiği bir ülke ve sen domatesi 50 liraya alıyorsun. 50 liraya domates yiyorsun ve güzel değil. Tadı bile yok. Niye, neden çünkü atalık tohumunu satmak yasak bir ülkede. Peki bunun sanatla ne ilgisi var diyeceksiniz çok ilgisi var. Hamiyet'in hikayesini anlatırken orada et anlatıyorsun, domates anlatıyorsun. Ayda iki kere tavuk pişirebilen bir ailenin hikayesini anlatıyor, “önceden iyiydi” diyor. Önceden iyiydi. Şimdi olmadı. Düzen bozuldu.
Burada sadece Atatürk'ü ayırırım; o cumhurbaşkanından başka bir şey. Atatürk olmasaydı olmazdı kadınların durumu içler acısıydı. Ben bir kadın olsam Atatürk'e başka türlü bakardım. O yüzden onu ayırıyorum ama ondan sonrakileri toplasan bir tane Aşık Veysel etmez. Büyük ihtimal aynı dönemde yaşasalar Aşık Veysel'i de başının üstünde tutardı Atatürk. Sanatçıyı sevip saymak lazım.
Yani sanatı topluma üsten, zorla ne kadar verebiliriz ki? Bir hikaye var hep anlatılır; Ağrı'ya opera gelmiş, Ağrı Ağrı olalı böyle eziyet görmemiş diye. Ama öyle değil işte, maalesef o operayı anlayabilecek bir Ağrı olsaydı; şu anda Ağrı daha yeşil olurdu. Böyle bambaşka turizmin olduğu daha zengin bir kültürün olduğu, daha zengin olurdu. Birbirini vurmazdı insanlar namus davası için daha rahat olurdu.
Benim memleketim Giresun da aynı. Büyük bölümü yeniliklere kapalıdır. Benim Giresun'da bir yerim var. Yaşadım yani gelip bakıyorum diyorum ki “lan biz olmasaydık burada isviçrelliler olsaydı burası dünyanın en iyi turizm alanı olurdu”. Krater gölü var kar var, kayak da olurdu. Her şey olurdu burada. Ama oraya senin o insanları getirmen lazım. Bakış açısı geliştirmen lazım. Ben aslımı inkar etmiyorum ki. Beni yaşadığım bu şeyler beni buraya, bu hikayeleri anlatmaya getiriyor. Bu memleketin hiçbir zaman sanata kötü yaklaşması ve ona üstten bakarak yaklaşmaması gerekiyor.
Sıfırdan bir oyun yazmışsın. Bir ekip kurmuşsun ve devletten bir kuruş almamışsın ozaman. Gelip kendin tak koymuşsun. Ama aynı devlet çok saçma sapan işlere milyonlar milyarlar dökebiliyor. Bu devletin onu istemesi çok normal. E ben sendika hikayesi anlatıyorum onlar sendikayı yasaklıyorlar. Oysa sendikaları olmazsa sınıfların kendi haklarını savunma ihtimali yok. Emekliler 12.500 lira maaşa bir şey diyebiliyor mu? Bir birliktelik yok.
Türkiye'desin, bu ülkede yaşıyorsun. Bu ülke çok zengin bir ülke her şeyin yetiştiği bir ülke ve sen domatesi 50 liraya alıyorsun. 50 liraya domates yiyorsun ve güzel değil. Tadı bile yok. Niye, neden çünkü atalık tohumunu satmak yasak bir ülkede. Peki bunun sanatla ne ilgisi var diyeceksiniz çok ilgisi var. Hamiyet'in hikayesini anlatırken orada et anlatıyorsun, domates anlatıyorsun. Ayda iki kere tavuk pişirebilen bir ailenin hikayesini anlatıyor, “önceden iyiydi” diyor. Önceden iyiydi. Şimdi olmadı. Düzen bozuldu. Sorun o düzenin o zamanlarda bozulması. Bugün yaşadıklarımız tamamen 80'li yıllarda sendikaların kapatılıp taşeron sistemine geçilmesi ve işçinin savunmasız bırakılması. Bu bir solcu derneğin söylemi değil. Bu ben sanatçı olarak bunu anlatıyorum.
Ben şöyle bakıyorum sanata; ideolojiler, partiler sanatın üstünde şeyler değildir. Örneğin ben bir komünistim komünist parti iktidar oldu. Ne yapacağım o gün eleştirmeyi bırakacak mıyım, olay bitti mi? İnsan olan her yerde gelişim olması için bize, sanata ihtiyaç var. Ben kendimi bir tek ideolojinin altında hissettiğim gün kendimi bloke etmiş olduğumu düşünüyorum. Tabii ki dünyaya sol pencereden bakabilirsin ama sendikacıların içinde en aşağılık sağcıların bile yapmayacağı şeyleri yapan insanlar yok mudur, var. Ve o hatalar bizi bugüne getirmemiş mi, getirmiş.
Ama şu önemli bir şey: "Sendika lazım" fikrinin halka anlatılması sadece bir partinin görevi değil.
"Parti propagandası yapmadık"
Hamiyet’te dram kadar bir sınıf mücadelesi de anlatılıyor bu konuda bir eleştiri aldınız mı? Özelliklle sol kesimden bu hippi adamların ne işi var bir sınıf dramasıyla diyenler oldu mu?
Tabii tabii olmaz mı, derinlikli, incelikli anlatmıyorsun gibi eleştiriler aldık. Soldan da geldi sağdan zaten geliyor. Sağ zaten bize salonlarını bile vermiyor zaten. Oyunun yayılmasına engel oluyor. Ama bunlar bence önemli şeyler değil. Ben üretirken bağımsız mıyım, bu oyunu yaparken bağımsız mı düşünüyordum, korktum mu, sansür uyguladım mı kendime, hayır. Şiddeti öne çıkarmadım, parti propagandasına çevirmedim. Çünkü Hamiyet'in hikayesi çok daha önemliydi, bu bir kadının yok oluş, yok ediliş hikayesi. Sadece bir kadınının, Hamiyet’inde de değil, aslında çok büyük bir toplumsal kesimin yok edilmesi. Ben sadece Hamiyet karakterinden çıkan bir hikayede bir oyuncuyum, bir parçayım.
Bu ülkenin en önemli gündemi şu anda kadınlar. Çünkü kadınların hiç sayı hiçe sayıldığı bir çağda yaşıyoruz. Oyunda bu yüzden kadın vurgusu çok önemli. Ekibin hem sahnede hem de sahne arkasında çok büyük bir kısmı kadın; senaristi kadın, oyuncuların neredeyse tamamı kadın. Biz ajitasyona kaçmadık, bu hikaye ancak böyle anlatılabilirdi.
Sadece siyasi eleştiri almadık tiyatro tarafından da gelen çok eleştiri vardı. Biz tiyatronun genel kalıplarıyla müziği geri plana atmadık. Hamiyet’te müziği öne koyduk, müziğin oyununu yaptık yani. Bu tiyatrocular için özellikle klişe düşünen tiyatro eleştirmenleri için iyi bir şey değil. Orada o müziğin gücünü değil de senaryoyu görmek istiyor, tekniğine bakıyor.
Bu konuda herkese saygılıyım, beğenir, beğenmez, uygun olmadığını düşünebilir, hepsi olabilir. Genelde bizim baktığımız, salonlarda izleyene, halka geçiyor mu, bu. Ve oyun bittikten sonra birkaç hafta o insanın beyninde Hamiyet dönüyor mu, onun için kalıcı olmuş mu? Açık ve net söyleyeyim; bir festivalde oynanıp birkaç insanın bayılacağı bir oyun olsun istemezdim. Hani insanların duygulanması, duygularının yükselmesi, gözyaşlarıyla oradan ayrılması, duygularını yaşaması, dillendirmesi benim için daha önemli. Alkış da aldık çok alkış aldık. Ben buna daha çok bakıyorum.
Tabii ki oyunun bir sürü eksiği var, bu da oyun zamanla oturacaktır. O ilk günlerde bizim kan, ter gözyaşıyla, her şeyin dağıldığı, uçuştuğu ortamdan, türlü zorluklardan geçerek yapılmış bir oyundu. Hatalarımız hala oluyor ama zamanla ve yavaş yavaş onları düzeltiyoruz. Daha çok ayrıntılara dikkat ediyoruz. Hamiyetle olan ilişkimiz artık en baştaki halinden daha düzenli ve daha artık köşe başları net. Bir oyun bence zaten bir yıldan önce oturmaz gibi geliyor.
Bir işi yaptığım için bu kadar mutlu olduğum başka bir şey bilmiyorum ve hakikaten öyle hissediyorum. Bundan başka da bir şey söyleyemem. Hamiyeti yaptığımız için yani Peyk ailesi olarak hepimiz gururluyuz. Bir şey var ettik arkamızda firma, prodüksiyon ya da sponsor yok.
"Biz oradaydık, sen de oradaydın ve bir şey paylaştık"
Son bir kaç senedir özellikle herkes kültür sanat işlerinin çok pahalı olduğunu işte eskiden daha ulaşılabilir olduğunu dile getiriyor. Yani burada herkes maddi karşılığına takılıyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Yani bu oyunu var etmek için hepimiz her şeyi yapıyoruz. Oyunu yaşatmak için de izlenmesi gerekiyor. Bizim işimiz seyirciye kalmış, bilet kestiğimiz sürece varız. Çünkü bizim masrafımız öyle normal bir oyunun en az 5-10 katı. Bizim Ankara'ya gelmemiz korkunç paralara mal oluyor. Yani 500 biletle zarar eden bir oyun.
Ama genel olarak baktığımızda da düşünmüyorum çünkü kimi insan vardır 10 milyona bir araba alır ve onunla gezer, turlar. Peyk bunun için belki bir yıl beleş konser yapacak, belki de 2 yıl yani para kazanacak ama Hamiyet’in borcuna gidecek o.
Hamiyet'i yapmış olmak bu grup için başka bir şey. Bunun prodüksiyonunu Peyk yaptı. Peyk ailesi yaptı. Peyk’in 5 kişisinden bahsetmiyorum. Peyk çok büyük bir aile; bunun içinde genel prodüksiyon sorumlusu Ozan Murat ve ses müdürümüz Gürkem Erdem var. Gürkan Erdem, biz daha ne yaptığımızı bilmezken, tamamen suda yüzerken, onlar "biz buradayız, yaparız" dedi. Deniz Madanoğlu, Işıl (Kasapoğlu) Hoca büyük destek verdi. Hamiyet’i imece ile yaptık biz. Hepimiz bir ekibiz yani. Ekonomik zarar umurumuzda olmadı çünkü ürettiğimiz şey değerli. Ve bu değeri insanlara "bak bu iş değerli" demek yerine mümkün olduğunca çok oynayarak göstermeye çalışıyoruz. Sen seyrettiğin için artık sana bu değerli dememe gerek yok. Şimdi değerli dediğimde kafanı sallıyorsun çünkü oyunu seyrettin, artık sana anlatacak bir şeyim yok, zaten oradaydın sen. Biz de oradaydık ve sonuçta bir şeyi paylaştık.
Hamiyeti yaparken, hem müziklerinde hem üretim sürecindeyiz hem de prodüksiyonu yapıyoruz. Ama bir işi yaptığım için bu kadar mutlu olduğum başka bir şey bilmiyorum ve hakikaten öyle hissediyorum. Bundan başka da bir şey söyleyemem. Hamiyeti yaptığımız için yani Peyk ailesi olarak hepimiz gururluyuz. Bir şey var ettik arkamızda firma, prodüksiyon ya da sponsor yok. Bir tek makyaj sponsorumuz var. O da tiyatro sever bir firma. Onun dışında yok. Bu iş para için zaten yapılamaz. Aklı başında bir insan bunu para için yapmaz. İnanılmaz bir ekip çalışması, herkes gönlünü bu koydu bu işe. Zaten bu herkes için başka bir şey oldu.
Şimdiden 30.000'e yakın kişi izledi ama devam edebilirsek oyunun Anadolu'da ve her yerde oynasın, insanlara ulaşsın istiyoruz. Tiyatro seyircisine ulaşsın istiyoruz. O yüzden hakkımız olan desteği de almak istiyoruz. Belediyelere başvuruyoruz çünkü bu öylesine bir oyun değil, değerli bir şey bu. Yakın zamanda Bursa Belediyesi'nde oynadık yaklaşık 2000 kişi vardı ve insanlar oyundan ağlayarak çıktı. Herkes bir şekilde etkilendi. Çünkü unutulanlar canlanıyor, her birimiz kendi Hamiyetlerimize dokunuyoruz.
Sevgili İrfan Alış’la bir süre daha Hıdırellez’den, ODTÜ’deki yapılamayan şenliklerden, Küçükçiftlik Park’tan, emeklilerden ve çokça da yaşatmaya ve büyütmeye uğraştıkları Hamiyet’ten konuştuk. Alış sohbetimizin her yerinde samimiyetle andığı Hamiyet'i var eden oyunculara, tüm set ekibine ve Hamiyet'le dayanışan herkese ve tüm izleyenlere bir kez daha teşekkür etti.
Son olarak; Hamiyet yeni sezon temsillerine hazırlanırken, plak için sipariş alınmaya devam ediyor.
Hamiyet Müzikali’nin güncel temsilleri için takip etmeyi unutmayın.
Hamiyet Müzikali: https://www.instagram.com/hamiyetmuzikaltiyatro/
Peyk: https://www.instagram.com/p/C_lHAr0oeDB/
---
Yönetmen: Işıl Kasapoğlu
Yazar: Deniz Madanoğlu
Oyuncular: Aslı İnandık, Bilgesu Kural, Cansu Bahadır, Esra Kızıldoğan, Ezgi Çelik, Sabahattin Yakut, Sermet Yeşil, Uygar Özçelik ve Peyk (Barış Tokgöz, Ertan Çalışkan, İrfan Alış, Özgür Ulusoy, Serdal Ersoy)Yardımcı Oyuncular: Caner Coşkun, Eslem Sena Işın, Güney Marlen, Peydayurtsever, Ümitcan Kaya
Hikaye ve Şarkı Sözleri: İrfan Alış
Müzik: Peyk
Yapım: Peyk ve Mom
Yürütücü Yapımcı: Müge Orkun
Dekor Tasarımı: Tomris Kuzu
Kostüm Tasarımı: Selin Ölçen
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Hareket Düzeni: Gizem Bilgen
Ses Tasarımı ve Tonmaister: A. Ozan Murat, Gürkan Erdem
Saç Ve Makyaj: Didem Çobanbaş, Sümeyra İstekli
Afiş Tasarım ve Sanat Yönetmeni: Serdar Güngör, Tuvana Artun
Afiş Fotoğrafı: Sema Arslan
İllüstrasyon ve Grafik Tasarım: Pınar Yatarkalkmaz
Proje Yöneticisi: Deniz Aksoy
Kast Direktörü: Songül Karaarslan
Sosyal Medya Yöneticisi ve Prodüksiyon Sorumlusu: Rena Amargianitaki
Kurumsal İletişim Danışmanı: Selda Yavuz
Teknik Prodüksiyon: Prodon
Ses Ekibi: Emre Gülbuz, Göktuğ Bora Soylamış, Türküsu Turhan
Teknik Prodüksiyon Asistanı: Yağız Başar Yavuz
Yapım Asistanı: İlke Tuhta
Sahne Ressamı: Şenol Demir
Lojistik ve Teknik Destek: Okan Tunca
Sahne Marangozu: Sedat Ağdaş
Kostüm Üretimi: Jun Onlıne Dikim Atölyesi
Maskot / Prova Kedisi: Kedi Hamiyet
Prova Mekanı: Mustafa Saffet Kültür Merkezi
Teşekkürler: Adem Özelma, Akkaya Ses, Alıx Avıen, Ataşehir Belediyesi, Barış Yücedağ, Bilgesu Kasapoğlu, Emirhan Akbulut, Emre Kahraman, Erinç Durlanık, Gökhan Aslan, Hakan Dura, İlke Kutlay, La Sound, Mert Erşahin, Metin Kiraz, Orhan Alış, Özlem Altunok, Özlem Atabaş, Raif İyilik, Serdar Güngör, Serkan Ağırgöl, Sidenur Töre, Sinan Kahyaoğlu, Solid Technıcal Solutıons, Tbwa, Teoman, Toygun Yılmazer, Trıdea Productıon, Şevket Yakupoğlu, Veysel Kumru
----
Söyleşi: Ismahan Simge Sarı
Editör: Mehmet Şafak Sarı
Yorum Yazın