Türkiye’ elektriğin yüzde 40’ı kömürden üretilirken, kömür madenciliğinin katma değerinin GSYH içindeki payı sadece yüzde 0,1 seviyesinde, toplam istihdamdaki payı ise yaklaşık binde 1. Kömürden çıkış için herhangi bir taahhütte bulunmayan beş OECD ülkesinden biri olan Türkiye’nin kömür ve istihdam politikalarını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.
Türkiye’de iklim mücadelesinin öteden beri çok temel bir talebi var, o da Türkiye’nin kömürden çıkış için adil geçişin önceliklendirildiği bir takvimin açıklanması…
Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz aylarda Azerbaycan’da gerçekleştirilen COP29 iklim zirvesinde Türkiye’nin 2053 Uzun Dönem İklim Stratejisi belgesini tanıtan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, kendisine yöneltilen bir soru üzerine Türkiye’nin zaman içinde fosil yakıtlardan çıkacağını söylemiş, ancak buna dair net bir tarih vermemişti.
Türkiye’nin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefine önemli katkı sağlayacağı iddia edilen bu belgede kömürden çıkışa dair herhangi bir politika yer almazken, belgede kömür kelimesine bir kez bile yer verilmemesi dikkat çekmişti. Fosil yakıt kelimesinin geçtiği nadir yerlerden birinde de sadece genel bir hedef olarak, mevcut fosil yakıta dayalı tesislerin altyapısının gözden geçirileceği aktarılmıştı.
Dolayısıyla Türkiye’nin kömürden ve dolayısıyla fosil yakıtlardan çıkış konusunda azaltım ve uyum politikalarının takvimlendirildiği bir yol haritasının olmaması, hem ekonomik, hem sosyal ve toplumsal, hem de iklimsel açıdan endişe kaynağı olmayı sürdürüyor. Kömürün çevresel anlamda olumsuz etkilerinin yanı sıra istihdam açısından da sorunlu pek çok yanı mevcut.
Kömür madenlerinde kazalar ve ihmaller sonucu yaşanan iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçileri yıllardır konuşuyoruz, önlem alınmasını istiyoruz, bu alanda çalışanlar için adil dönüşüm istiyoruz ancak iktidar tarafından bu çağrılara cevap alınamıyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) geçtiğimiz günlerde Los Angeles’taki yangınlar devam ederken açıklamadığı araştırmada,2024 yılının sanayi öncesi sıcaklıkların 1,55°C derece üzerinde, kayıtlara geçen en sıcak yıl olduğunu doğruladı. Rapora göre 2015-2024 arası kayıtlara “en sıcak 10 yıl” olarak geçti. Bu 10 yıllık ortalama, 1850-1900 arasındaki 10’ar yıllık ortalamanın 1,5°C derece üzerinde.
Aşırı hava olaylarının etkisini, sıklığı ve şiddetini giderek daha fazla hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu gidişatın değiştirilmesi için acilen fosil yakıtlardan çıkış stratejilerinin uygulamaya konması gerekiyor.
Fosil yakıtlar arasında kömür, küresel karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 40’ına sebep olması nedeniyle, bu tartışmaların en kritik ve öncelikli konusu olarak karşımıza çıkıyor.
Bunu konuşmaya başladığımızda kömürden çıkış nasıl olacak, adil dönüşüm nasıl gerçekleştirilecek, ekonomik kayıplar ya da hak kayıpları nasıl minimize edilecek gibi sorular önümüze çıkıyor.
Almanya’da Doğu ve Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Leibniz-Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yapan Dr. Sinem Ayhan’ın bu konuyla ilgili gerçekleştirdiği çalışmaya bakmakta fayda var.
Türkiye’nin enerji sistemi halen büyük ölçüde kömüre bağımlı ve elektriğin neredeyse yüzde 40’ı kömürden üretiliyor.
Ancak kömür madenciliği, ülke ekonomisinde oldukça sınırlı bir rol oynuyor: Kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki payı yüzde 0,1 seviyesinde, yani toplam istihdamdaki payı ise yaklaşık binde 1.
Buna karşın üretimin belli bölgelerde yoğunlaşmış olması, kömürden çıkılması durumunda bu toplulukların ciddi refah kaybı yaşayacağına işaret ediyor.
İklim tartışmalarında giderek daha sık duyduğumuz ‘‘adil dönüşüm’’ kavramı, işte bu noktada büyük önem taşıyor. Enerji sistemindeki dönüşümün, işçilerin çıkarlarıyla çelişmek zorunda olmadığını savunan bu yaklaşım, sosyal adaleti önceliklendiren politikalar geliştirmenin ve ‘‘insana yakışır, kaliteli işler’’ yaratmanın önemine dikkat çekiyor. Türkiye, henüz kömürden çıkış için bir taahhütte bulunmadı. Ancak bu dönüşümün, kömüre bağlı topluluklar nezdinde dirençle karşılaşması kaçınılmaz. Dönüşümün toplum tarafından kabul edilmesi için ise kartları açık oynamak büyük önem taşıyor: Oluşacak toplumsal refah kaybının hesaplanması, etkilenecek kesimlerin bilgilendirilmesi ve kayıpların tazmin edilmesi için planlar yapılması gerekiyor.
KÖMÜRDEN ÇIKIŞ TARİHİ VERMEYEN 5 OECD ÜLKESİNDEN BİRİ
Bugün pek çok kömür üreticisi ülke, kömürden çıkış tarihi açıklamış durumda. Enerji düşünce kuruluşu Ember’ın Ekim 2024’te yayınladığı rapora göre, 38 üyesi olan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 14 üyesi şimdiden kömürdençıkma tarih verdi, 13 üye devlet ise Paris İklim Anlaşması hedefleriyle uyumlu bir şekilde 2030 yılına kadar kömür enerjisini aşamalı olarak sonlandırmayı taahhüt etti.
Bu ülkeler arasında birçok AB ülkesinin yanı sıra Kanada, Şili, İsrail ve Yeni Zelanda gibi ülkeler yer alıyor. AB’nin en büyük kömür üreticileri olan Almanya ve Polonya ise kömürden çıkış tarihlerini sırasıyla 2038 ve 2049 olarak duyurdu.
Kömürden çıkış konusunda herhangi bir taahhütte bulunmayan beş OECD ülkesi de dikkat çekiyor: Avustralya, Japonya, Kolombiya, Meksika ve Türkiye.
Türkiye, dünyanın en büyük 20 kömür üreticisinden biri olmasının yanı sıra yeni kömürlü termik santral kurulumunda Çin ve Hindistan’ın ardından üçüncü sırada yer alıyor.
Türkiye’nin enerji talebinin dörtte üçü, fosil yakıtlardan karşılanıyor. Elektrik üretiminde kömürün payının yüzde 38 civarında olduğu biliniyor.
KÖMÜR MADENCİLİĞİNİN EKONOMİDEKİ ROLÜ SINIRLI
Ancak enerji sektörünün kömüre olan bağımlılığına rağmen kömür ve linyit madenciliğinin katma değerinin GSYH içindeki payı, bugün itibarıyla sadece yüzde 0,1 seviyesinde.
Kömürün toplam istihdamdaki payına baktığımızda da ilginç bir tablo görüyoruz. 2021 yılında 33 bin kayıtlı çalışanıyla kömür madenciliği, Türkiye genelindeki toplam istihdamın yaklaşık binde 1’ini oluşturuyor.
Belirli bölgelerde yoğunlaşan kömür üretimi, bu bölgelerdeki istihdam açısından büyük öneme sahip. Taş kömürü üretiminin merkezi olan Zonguldak’ta kömür madenciliğinde çalışanların oranı yüzde 6’ya kadar çıkıyor.
Dolayısıyla, bu bölgelerin kömürden çıkış politikalarından nasıl etkileneceği önem kazanacak.
Dr. Sinem Ayhan’ın konuyla ilgili değerlendirmeleri ise şöyle:
“Kömürün çevresel etkilerinin geniş ölçüde bilinmesine ve sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinin de toplum tarafından doğrudan tecrübe edilmesine rağmen kömürden çıkışın hâlâ büyük bir direnç konusu olduğu söylenebilir. Bunu, Mayıs 2024’te Soma’da gerçekleştirdiğimiz çalışmada da gözlemledik. 2014 sonrasında iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin artırılmasına yönelik düzenlemelere ek olarak Maden Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, yeraltı madenciliğinde çalışan işçilere asgari ücretin iki katından daha az ödeme yapılamayacağı hükme bağlandı. Haftalık çalışma süresi 37,5 saat ile sınırlandırıldı, haftalık tatil süresi ise bir günden iki güne çıkarıldı. Bu iyileştirmeler, özellikle Soma gibi kayıt dışı maden ocaklarının ve kayıt dışı madenci istihdamının oldukça düşük olduğu bölgelerde, kömürü -sağlık ve çevresel risklere rağmen- bölge halkı için ayrıcalıklı bir konumda tutmaya devam ediyor. Bu durum, kömürden çıkış sürecinde toplumsal kabul edilebilirlik sağlama ve sosyal diyalog oluşturma gibi meseleleri daha da karmaşık hale getiriyor.”
Refah kayıplarını hesaplarken ve nasıl tanzim edilebilecekleri üzerine düşünürken vurgulanması gereken bir diğer önemli konu ise kömür üretimini destekleyen devlet teşvikleri.
TÜRKİYE’NİN REFAH KAYIPLARINI TARTIŞMASI GEREKİYOR
Ayhan, istihdam kaybı sonucu yaşanacak toplam gelir kayıplarını nicelleştirebilmek için Türkiye’de Sosyal Sigortalar Kurumu’na kayıtlı çalışanlara ilişkin verileri kullanarak bir analiz yaptıklarını belirterek, şu bilgiler paylaştı:
“Kömür madenciliği sektöründe çalışan işçiler, alternatif işlerde çalıştıkları takdirde, kömürdeki kazançlarının ortalama yüzde 60’ını elde edebiliyorlar. Bu ücret farkı, genç nüfus arasında çok daha yüksek olduğu gibi, bölgeler arasında da önemli değişiklikler gösteriyor. Kömürden çıkışla birlikte ciddi gelir kayıpları yaşanacağına dair hipotezimizi güçlendiren bu bulgu, çifte asgari ücret uygulaması göz önünde bulundurulduğunda şaşırtıcı değil. Kömür madenciliğinin yüksek riskli doğası nedeniyle sektör çalışanlarına ödenen ücretler, başka ülkelerde de asgari ücretin oldukça üzerinde. Bu, anlaşılabilir bir durum: Ücret farkı, bir ‘‘risk primi’’ olarak değerlendiriliyor. Toplulukların bu gelir avantajı kaybına direnç göstermesi muhtemel; hatta doğal bir sonuçtur. Esas mesele bu direnci aşabilmek ve toplumun bu dönüşüm sürecini kabul etmesini sağlayacak güçlü ve kapsayıcı bir sosyal diyalog mekanizması geliştirmek. Bu dönüşümün yol açabileceği olası refah kayıplarını açıkça tartışmanın, yani kartları açık oynamanın, bu zorluğun üstesinden gelmemizde önemli rol oynayacağı kanısındayım.”
Refah kayıplarını hesaplarken ve nasıl tanzim edilebilecekleri üzerine düşünürken vurgulanması gereken bir diğer önemli konu ise kömür üretimini destekleyen devlet teşvikleri.
2014’ten sonra başlatılan çifte asgari ücret uygulamasının işverenlere yarattığı mali yükü hafifletmek için bu ödemelerin bir kısmı doğrudan devlet tarafından karşılanıyor. Bunun yanı sıra kömür sektörü; kapasite ödemeleri, kömür arama ve üretim teşvikleri, kamu işletmelerine doğrudan transferler ve satın alım garantileri gibi çeşitli sübvansiyonlarla ciddi şekilde destekleniyor.
Bu sübvansiyonların güncel detaylı rakamlarına ulaşmak zor; ancak 2008 ile 2017 yılları arasında kömür madenciliğine yönelik toplam yıllık devlet desteğinin 335 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
Kömürden çıkış senaryosunda toplam refah kaybının tazminine ilişkin devlete düşecek mali yükü hesaplarken, devletin halihazırda sağladığı bu teşviklerin de bu yükten mahsup edilmesi gerektiğini hatırlamak gerekiyor.
Kömür yanlısı politikacılar, kömürden çıkışla birlikte yaşanacak istihdam ve gelir kayıplarından sıklıkla bahsediyor. Dolayısıyla bu sürecin politik ve toplumsal açıdan kabul edilebilirliğini sağlamak için, konuya ciddiyetle eğilmek gerekiyor.
Dönüşümün yol açacağı istihdam ve gelir kayıplarını net bir şekilde ortaya konması, en çok etkilenecek kesimlerin, iş kollarının ve bölgelerin belirlenmesi, bu kayıpların telafisi için ne kadar bütçe ayrılması gerektiğinin tespit edilmesi gerekiyor. Refah kayıpları meselesini kömürden çıkış tartışmalarının dışında tutmak, sürecin etkinliğini ve sürdürülebilirliğini ciddi şekilde riske atabilir.
Yorum Yazın