Liege’e dair ilk izlenimlerim panayırların kurulduğu alanlara dair oldu. Küçük panayır Saint Paul Katedralinin yanında. Büyük olanıysa yürüyerek bir onbeş dakika uzakta, Piskopos Sarayının orada, Saint Lambert meydanında. Her ne kadar Belçika bir bira ülkesi olsa da panayırların ortak içkisi sıcak şarap.
On küsur sene önce Brüksel’e gelmiş ve iki gece kalmıştım.
Tam da o gün Brüksel’in meydanında bira festivali varmış.
Belçika birasıyla tanışmak için güzel bir tesadüftü.
O günlerden aklımda kalan da Brüksel’de bir cafede Türkçe konuştuğumuzu duyunca selam veren Zeki Bey diye bir adamdı.
Bu Zeki Bey, politik sebeplerden ötürü Türkiye’den çıkmış ve buraya yerleşmişti.
“Leffe, Leffe’i açar” diyerek Belçika’nın en meşhur biralarından birini içmemi salık veren de oydu.
Zeki Bey’in matrak bir tarafı da vardı, anlatmadan geçmeyeyim.
Zeki Bey’in soyadı Doğuştan’dı, mail adresini de soyad-ad olarak almıştı: “dogustanzeki”!
Çok kısa, belki bir saat kadar konuştuk sadece ama âlem bir adamdı, birkaç sene önce vefat ettiğini öğrendim.
Neyse, bugüne geleyim, Belçika’dayım ama bu kez Brüksel’de değil, Liege’de.
Brüksel’de tesadüfen bira festivaline denk gelmiştim ama burada beni Noel panayırının beklediğini biliyordum.
Üstelik, bir değil iki panayır kuruluyormuş.
Dolayısıyla, Liege’e dair ilk izlenimlerim panayırların kurulduğu alanlara dair oldu.
Küçük panayır Saint Paul Katedralinin yanında.
Büyük olanıysa yürüyerek bir onbeş dakika uzakta, Piskopos Sarayının orada, Saint Lambert meydanında.
Her ne kadar Belçika bir bira ülkesi olsa da panayırların ortak içkisi sıcak şarap.
Buna bazen sıcak rom ya da viski de eşlik ediyor, soğuk köpüklü biraların peşinden giden yok değilse de epey az.
Liege’in en görülesi yerlerinden biri olduğunu okuduğum La Boverie’de gerçeküstücü ressam Paul Delvaux’nun büyük bir sergisi açılmış. Delvaux’nun resimlerinde tren istasyonları, trenler, nü kadınlar ve iskeletler ciddi bir yer tutuyor.
DELVAUX’NUN SERGİSİ
Panayırların insana bir yaşam sevinci aşıladığı ise şüphesiz.
Liege’in en görülesi yerlerinden biri olduğunu okuduğum La Boverie’de gerçeküstücü ressam Paul Delvaux’nun büyük bir sergisi açılmış.
Delvaux öncesinde tanıdığım bir ressam değildi, ama sergiyi gezdikten sonra tanıştığımıza memnun oldum.
Delvaux’nun hayli uzun ve üretken bir hayatı olmuş.
1994’te, 96 yaşında vefat etmiş.
Delvaux’nun resimlerinde tren istasyonları, trenler, nü kadınlar ve iskeletler ciddi bir yer tutuyor.
İnsanlığın ancak ölüm karşısında eşit olabileceği fikrini iskeletlerle anlatmış.
Delvaux’nun iskelet resimleri çarpıcıydı, güzeldi ama bence en etkileyici olanı tren istasyonlarıydı.
Anne-Marie de Maertalaere, bilinen kısaltmasıyla Tam, adında bir kadına aşık olmuş.
33 yaşındayken Tam’le evlenmek istemiş.
Ailesi evlenmelerine izin vermeyince en meşhur tablolarından birinde Tam’i çizmiş.
Fakat sevdanın karşısında kim durabilir?
18 sene sonra, 1947’de, tesadüfen bir yerde karşılaşmışlar.
1952’de evlenmiş, 1994’te Paul vefat edene kadar da birbirlerinden ayrılmamışlar.
Delvaux, İkinci Dünya Savaşı’nda Belçika işgal edildiğinde köşesine çekilmiş, stüdyosunda resimler yapmış, işte ölümde eşitliği anlatan iskeletler bu dönemin eseri.
Delvaux’yu çok etkileyen Rene Magritte, De Chirico, Gustavo De Smet ve Constant Permeke’nin resimlerinden ressamın öykündüğü birer örnek de bu sergide yer alıyordu.
Büyük panayırın hemen orada bulunan Au Point de Vue’nün Liege mutfağının en iyi örneklerini hazırladığını öğrenince bir akşam yemeğini orada yedim: Liege usulü tavşan ve dana böbreği.
Liege’in mimarisini ise sevmedim, düşündüğümden farklı bir şehir buldum.
Gene de, Delvaux ile tanışmak ve panayırda sıcak şarap içmek güzeldi.
Yorum Yazın