Çalışmak yalnızca yapılması gereken bir görev değil, kim olduğumuzu keşfettiğimiz bir yolculuk olarak görülmelidir. Bir amacınızın olması ve hayatta neyi neden yaptığınızı anlamlandırmanız dileğiyle...
Çalışmak hayatta kalmak için mi yoksa kendimizi gerçekleştirmek için mi yaptığımız bir eylem? Günümüzde birçok birey için çalışmak, sevdikleri bir uğraş olmaktan çok zorunluluk haline gelmiş durumda. Bu dönüşümün altında yalnızca bireysel motivasyon eksikliği değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel dinamikler ve yıllar içinde insan yapısının değişmesi de yer alıyor. Tüketim kültürünün “kolay yoldan zenginlik” mitini yaygınlaştırması, çalışmadan kazanılan hayatların sosyal medyada idealize edilmesi ve başarıyı yalnızca sonuçla ölçen toplumsal ve eğitimsel yapı, özellikle genç kuşaklarda çalışmaya karşı bir yabancılaşma oluşturuyor (Marx, 1844; Blauner, 1964). Bu yabancılaşma ve işteki görevlere karşı direniş davranışları daha çok aşırı koruyucu ailede (Baumrind, 1991) ya da baskıcı eğitim sistemlerinde yetişen kişilerde görülüyor. Bu kişiler genellikle yaptığı işi anlamlı bulmadığı için işten kaçınma eğiliminde olabiliyor.
Bu noktada çocukluk ve ergenlik dönemlerinde kazandırılan ahlaki ve etik değerler, onların yalnızca “iyi bir insan” olmalarını sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda çalışmaya karşı tutumlarında da belirleyici rol oynuyor. Adalet, sorumluluk ve dürüstlük gibi değerler bireyin karar alma süreçlerine ve davranışlarına yön veriyor. Bu değerler, çocuğun kendini tanıması ve toplum içindeki yerini anlamlandırması açısından pusula görevi görüyor.
Kuşaklar arası değişim de çalışmaya dair tutumları önemli ölçüde etkiliyor.
* X kuşağı (1965-1980), sadakat, istikrar ve güvenlik odaklıdır. İşin kutsallığına ve hiyerarşiye saygı duyar. Çalışmayı çoğunlukla bir görev olarak görür, özverili çalışmayı erdem sayar (Twenge ve arkadaşları, 2010).
* Y kuşağı (1981-1996), iş-yaşam dengesine önem verir, anlam arayışı ön plandadır. Bu kuşak için çalışmak sadece geçim değil, aynı zamanda kişisel tatmin aracıdır (Prensky, 2001). Monoton işler, düşük etkileşimli görevler Y kuşağında çabuk tükenmişliğe yol açabilir (Schaufeli et al., 2009).
* Z kuşağı (1997-2012), ise dijital yerlilerdir. Hız, esneklik, yaratıcı ifade ve bireysellik bu kuşağın belirgin özellikleridir. Tekrarlayan işlere karşı sabır eşiği düşüktür. Kurum sadakati yerine proje bazlı esnek çalışmaları tercih ederler. Otoriteyle ilişkileri daha mesafelidir (Seemiller & Grace, 2016).
* Alfa kuşağı (2013 ve sonrası), henüz çalışma yaşamına girmediler ve yapay zeka, otomasyon ve sürekli çevrim içi bir dünyada büyüyorlar. Bu kuşakta oyunsallaştırma, kısa sürede geri bildirim alma ve anlık başarı deneyimleri belirleyici olacak gibi görünüyor (Deterding et al., 2011). Onlar için çalışmanın anlamı, önceki kuşaklardan daha çok “deneyim” ve “yaratıcılık” üzerine kurulabilir.
Kuşaklar arasındaki farklılıklar, yalnızca bireysel tercihlere değil; içinde büyüdükleri teknolojik, ekonomik ve kültürel ortama da bağlıdır. Eleştiri ve kendisinden beklenen işleri mobing olarak algılama eğilimi ise, kuşaklar değiştikçe artış göstermektedir. Bu durum, özellikle Z ve Alfa kuşağı gibi bireyselleşmeye ve özgürlük algısına yüksek değer atfeden gruplarda daha belirgin hale gelmektedir.
Çalışmayı sevmeyen insanları anlamak benim için çok güç. X kuşağının son fertlerinden biri olarak çalışmak benim için büyük bir keyif. Ancak çalışmayı sevmek için öncelikle yaptığınız işle bir bağ kurmanız gerekir. Eğer sadece para kazanmak için çalışıyorsanız, işiniz gerçekten çok zor.
Çalışmaktan kaçmanın savunma mekanizmaları
Bireyler çalışmaktan kaçınmak için çeşitli psikolojik stratejiler geliştirebilir. Örneğin, “Bu iş bana göre değil” gibi görünürde mantıklı gerekçelerle sorumluluktan kaçabilir, başarısızlığı yöneticisine, iş arkadaşlarına ya da dış koşullara atfedebilir. Başarısızsa sorumlu kendisi değildir. Mutlaka engellenmiştir. Bu kişiler genelde hep mağdurdur. Her türlü eleştiriyi “psikolojik baskı” veya “mobing” olarak nitelendirebilirler (Leymann, 1996).
Araştırmalara göre bazı çalışanların, iş yükü ya da performans beklentileri karşısında kendilerini koruma refleksiyle "mobing" gibi asılsız söylemlere başvurdukları gözlenmektedir. Bu tür yaklaşımlar, görevden kaçmak veya yönetici müdahalesinden korunmak amacıyla bilinçli ya da bilinçdışı olarak devreye giren savunmalardır. Eleştiri ve kendisinden beklenen işleri mobing olarak algılama eğilimi ise, kuşaklar değiştikçe artış göstermektedir.
Çalışmak Bir Zorunluluk mu, Bir İfade Biçimi mi?
Çalışma, sadece geçim sağlama aracı değil, aynı zamanda bireyin potansiyelini gerçekleştirme alanıdır. Ancak bireyin bu alanı nasıl tanımladığı, yaşam deneyimlerinden, psikolojik yapısından ve toplumsal değerlerle kurduğu ilişkiden etkilenir. Küçük yaşta kazanılan etik tutumlar, ahlak, doğru yönlendirilmiş mesleki farkındalık ve kuşakların ihtiyaçlarını gözeten çalışma yaklaşımları, bireyin çalışmaya yüklediği anlamı temelden dönüştürebilir.
İnsanlara istemedikleri şeyleri zorla yaptıramazsınız; çünkü kalpten gelmeyen hiçbir çaba uzun soluklu olmaz. İçsel motivasyonu gelişmemiş bir birey, en uygun ortamda bile verimli olamazken; anlam bulan bir birey, en zor koşullarda bile üretmeye devam eder.
İnsan, yalnızca yaşamak için değil, değerli hissetmek ve katkı sunmak için de çalışır. Mutluluk da tam olarak bununla ilgilidir. Kendini işe yarar hisseden, emeğiyle bir şeye katkı sunduğunu gören birey, yaşamına anlam katar. Buna karşın, çalışmaktan hoşlanmayan insanları çevrenizde gördüğünüzde kolayca tanırsınız. Genellikle mutsuz, hiçbir şeyden memnun olmayan, her şeye eleştirel yaklaşan kişilerdir. Onları hiçbir şey tatmin etmez çünkü bir amaçları yoktur. Amacı olmayan insan, yolunu da bulamaz; bu yüzden tatmin değil, tükenmişlik içinde savrulur.
Çalışmayı sevmeyen insanları anlamak benim için çok güç. X kuşağının son fertlerinden biri olarak çalışmak benim için büyük bir keyif. Ancak çalışmayı sevmek için öncelikle yaptığınız işle bir bağ kurmanız gerekir. Eğer sadece para kazanmak için çalışıyorsanız, işiniz gerçekten çok zor. Frankl’a (1985) göre insanın temel motivasyonu anlam arayışıdır. İşin anlamını yitirmesi, bireyin yaptığı işle duygusal bağ kuramamasına ve bunun sonucunda içsel bir boşluk yaşamasına neden olur. Bir de yaptığınız işte iyi olduğunuzu biliyor olmanız, o işi daha da keyifle yapmanıza sebep olur. Bandura’nın (1997) öz-yeterlilik kuramına göre, birey becerilerinden şüphe duyduğunda o işe karşı isteksizlik geliştirir ve zamanla bu durum işten kaçınma davranışına dönüşür. Bu nedenle, çalışmak yalnızca yapılması gereken bir görev değil, kim olduğumuzu keşfettiğimiz bir yolculuk olarak görülmelidir.
Bir amacınızın olması ve hayatta neyi neden yaptığınızı anlamlandırmanız dileğiyle...

Yorum Yazın