Susan Jeffers, Feel the Fear and Do It Anyway kitabında “Korku hiçbir zaman tamamen kaybolmaz, ama biz onunla yaşamayı öğrenebiliriz,” diyor. Çünkü konfor alanının dışına çıkmak, korkuyla yüzleşmek demek.
Biliyor musun, konfor alanı dediğimiz şey bazen sıcak bir battaniye, bazen de görünmez bir kafes. Güvende hissettiren, tanıdık, huzurlu… Ama bir o kadar da içe kapanmış, rutine sıkışmış, renksiz.
Susan Jeffers, Feel the Fear and Do It Anyway kitabında “Korku hiçbir zaman tamamen kaybolmaz, ama biz onunla yaşamayı öğrenebiliriz,” diyor. Çünkü konfor alanının dışına çıkmak, korkuyla yüzleşmek demek. Hepimiz daha iyi bir hayat isterken, tam o adımı atacağımız anda içimizde garip bir ses yankılanır: Ya başarısız olursan? Ya rezil olursan? Ya bu da olmazsa?
Ece Temelkuran, Düğümlere Üfleyen Kadınlarda bunu şöyle anlatır:
“Bazı insanlar, bir hikayenin tam ortasında durur ve devam etmek yerine o noktada kalakalır. Çünkü o adımı attığında her şey değişecektir, artık geri dönüş olmayacaktır.”
Ama gerçek şu ki: Konfor alanı, gelişimimizi sabote eden sessiz bir hapishanedir. Seni güvende tuttuğunu sanırsın ama aslında orada çürüyor olabilirsin. Korku hiçbir zaman kaybolmaz. Ama onunla dans edebilirsin. Denemeden asla bilemezsin.
KONFOR ALANI SESSİZ BİR HAPİSHANEDİR
Ve işte tam bu yüzden o adımı atmayız. Konfor alanı, başarısız olma ihtimalinden kaçış gibidir. Sevmediğimiz bir ilişkide kalırız, çünkü ayrılmak korkutucudur. Tutkun olmadığımız bir işte yıllarca çalışırız, çünkü daha iyisini bulamamaktan korkarız. Yalnızlık korkusu, belirsizlik korkusu, yetersizlik korkusu… Bunlar hep kafamızın içinde fısıldar durur.
Ama gerçek şu ki: Konfor alanı, gelişimimizi sabote eden sessiz bir hapishanedir. Seni güvende tuttuğunu sanırsın ama aslında orada çürüyor olabilirsin.
Korku hiçbir zaman kaybolmaz. Ama onunla dans edebilirsin. Denemeden asla bilemezsin.
Bir düşün; hayatında seni büyüten, seni değiştiren hangi anlar tamamen güvenli ve konforlu hissettirdi? Muhtemelen hiçbiri. Hayatın en unutulmaz, en çarpıcı anları hep bilinmezliğe adım attığımızda gelir. İlk kez sevdiğinde, reddedildiğinde, kaybettiğinde, kazandığında…
Ama yine de hep o eski düzenin rahatlığına tutunuyoruz. Çünkü risk almak yorucu. Ama belki de sormalıyız kendimize: Rahatlık mı, gerçekten yaşamak mı?
Belki de yapmamız gereken tek şey küçük bir adım. Büyük devrimler ya da radikal değişimler değil. Sadece bir adım. Ve bir adım daha.
Ece Temelkuran’ın dediği gibi:
“Cesaret, korkuya rağmen atılan adımdır. Çünkü en büyük kayıp, hiç denememek olabilir.”
O yüzden kendine şu soruyu sor: İçimde bekleyen, gerçek ben kim? Ve onu ortaya çıkarmak için ne zaman o kafesten çıkacağım?
Yorum Yazın