Patrick Süskind'ın Türkçe'ye ''Koku'' adı ile çevrilen (Almanca adı “Das Parfum’’) bir romanı vardır. Hatta "Perfume; The Story of a Murderer" adı ile sinemaya da başarılı bir şekilde uyarlanmıştır.
Dış dünyayı anlamak için ihtiyacımız olan şey duyularımızdır. Aristoteles'ten beri ise kabul edilen 5 temel duyumuz var. Bunlar görme, duyma, dokunma, tat alma ve koklamadır.
Bunların içerisinde yer alan koklama duyumuz ise sanki biraz geri planladır. Mesela kaybının hayatımızı görme duyumuzdaki kadar etkileyeceği düşünülmez. Ama aslında öyle midir? 1992'de bir kazada koku alma duyusunu kaybeden ve sonraki yıllarda depresyona girerek 1997 de bir otel odasında intihar eden INXS'in solisti Michael Hutchence de öyle mi düşünüyordu acaba?
Patrick Süskind'ın Türkçe'ye ''Koku'' adı ile çevrilen (Almanca adı “Das Parfum’’) bir romanı vardır. Hatta "Perfume; The Story of a Murderer" adı ile sinemaya da başarılı bir şekilde uyarlanmıştır. Ben de kitabı İzmir’in öteki yanı, yani Karşıyaka’da ki küçük ama şirin bir kitabevi olan “Baykuş Kitabevi’nin’’ vitrininde görünce hemen almıştım.
Hikaye Devrim öncesi 18. yüzyıl Fransa'sında geçer. Şayet benim gibi koku duyusu hassas olan kişiler varsa o dönemde yaşama isteklerini yeniden gözden geçirmelerini öneririm. Kitabın hemen giriş kısmında anlatıldığı gibi o zamanlar şehirlerde bir kanalizasyon sistemi olmadığı için sokaklar her türlü atığın kokusundan günümüz insanı için yaşanmaz haldedir.
Kitapta ki hikaye kahramanı da o zamanın Avrupasının en kalabalık ve dolayısı ile en kokan kenti olan Paris'in yine en çok kokan yeri olan pazaryerinde doğar. Yazarın soyadı olan ''Süskind'' Almancada Tatlı Çocuk anlamına gelir ama kitapta Grenouille adı ile bahsettiği genç (isim Fransızcada kurbağa anlamına gelir) pek öyle birisi olarak tasvir edilmemiştir.
Evet aslında her insanın bir kokusu vardır. Ve bu koku tıpkı parmak izi gibi her insanda farklıdır. İnsanın koku duyusu ise daha anne karnında iken başlar. 24. haftaya gelen embriyonun koku alma deneyimleri oluşur.
HER İNSANIN BİR KOKUSU VARDIR
Hikayemizdeki kahramanın kimsede olmayan hassaslıkta bir koku alma duyusu ve koku hafızası vardır. Havadaki her kokuyu bileşik de olsa ayrıştırabilir ve köklerine inebilir. Ayrıca bir koku avcısıdır ve insan kokuları biriktirmek için onları öldürmekten de geri kalmaz. Koku hassasiyetinde kendisini diğer insanlardan ayrıştıran bu inanılmaz yeteneğinin yanında yine diğer tüm insanlardan farklı bir özelliği daha vardır. Kendi vücudunun kokusu yoktur! Zaten kitapta bu iki özellik üzerine ilerler.
Evet aslında her insanın bir kokusu vardır. Ve bu koku tıpkı parmak izi gibi her insanda farklıdır. İnsanın koku duyusu ise daha anne karnında iken başlar. 24. haftaya gelen embriyonun koku alma deneyimleri oluşur.
Aldığı ilk koku ise doğal olarak annesinin kokusudur. Doğduğunda da bu koku tamamlanır ve insan bu kokuyu asla unutmaz. İlerleyen zamanda farklı bir şey olmamışsa bu koku hayatının sonuna kadar ona her türlü tehlikeden uzak ve huzurlu ortam olan anne yanını/karnını çağrıştırdığı için müthiş bir rahatlama ve güven verir kendisine.
Koku alma duyumuz doğduktan sonrada devam eder gelişmeye. Bu gelişim içerisinde insan her duyduğu koku için bir hafıza kartı açar ve o andaki duyguları, hissettikleri ile beraber o karta işler ve sonra karşılaştığında hatırlamak üzerine tekrar hafızadaki yerine koyar. Bunun yanında koku almanın diğer duyularımızdan bir farkı daha vardır. Sadece bu duyumuzda veriler beyinde Talamus denen ve verileri işleyen yere uğramadan doğrudan beynin Amigdala denen ve bademe benzer bir yapısı olan bölgesine ulaşır. Bu bölge saldırganlıktan cinselliğe birçok dürtü ve duyguları kontrol eden Limbik Sistemin bir parçasıdır. Bu doğrudan ulaşım imkanı sayesindedir ki koku duyumuz hatırlama biçimi olarak diğer tüm duyulardan daha fazla bir etkiye sahiptir. Mesela poğaçanın kokusunu ilk olarak, çocukluğumuzda annemizin mutfakta fırından yeni çıkardığı ve ailecek keyifle oturulacak bir pazar kahvaltısında hafızamıza kaydetti isek, yıllar geçse ve ne zaman biz bu kokuyu duysak, hafızamız bize bu anıyı çağıracak ve içimizi o dönemlerde hissettiğimiz bir duygu kaplayacaktır. Ya da ilk sevgilimizin kullandığı koku. Yıllar sonra bile karşılaşsak bu bizi o yıllara ve duygulara götürecektir.
Ama kokunun kendi dili yoktur. Yeşil renk vardır, tiz ses vardır, ekşi elma vardır, sert yüzey vardır ama kokuya gelince böyle kendine ait kelimelerin sahibi değildir o. Diğer duyulardan ödünç alır diyeceğini. Yanık kokusu, ahır kokusu, çiçek kokusu vs gibi hep başka duyuların kelimelerini kullanırız tarif için.
Belki tek bir kelime var diyebiliriz diğer dillere de yer eden; kokuşmak, kokuşmuş.
Latince ''Putrid'' kelimesi bu anlamdadır. Bu kelimeden türeyen sözcüklerden bazıları ise mesela Fransızcada ''Putain'' ve İspanyolcada ise ''Puta'' kelimeleridir. Her iki dildeki anlamı ise kadınlar açısından söylenmesi pek hoş olmayan bir şey, bir meslektir!
Normal bir insan yaklaşık 10 ile 40 bin arası farklı koku molekülünü ayırt edebilir. Ama biliyoruz ki canlılarda durum daha farklı da olabilir. Mesela köpekler deki koku hassasiyeti insandan bin kat daha fazladır. Bu da esasında koku duyusu ve reseptörlerin fazlalığı ile orantılıdır. İnsanda burunda bulunan bu merkezin büyüklüğü yaklaşık bir mektup pulu kadar ise (sanırım bu yazının okurları fiziki mektup pulunu görmüştür hayatlarında) köpeklerde bu bölüm şayet fleto olarak düz hale getirilse yaklaşık bir A4 ebadında bir kağıdın alanına ulaşır.
Bebeklerin doğduğu andan itibaren çevresindeki kokuları kodlamaya başladığını belirtmiştik. Ama burada kritik olan bir zaman dilimi vardır. Yapılan deneylerde görünen o ki doğumdan sonraki ilk 40 dakikada duyulan kokular tıpkı kızgın bir demir damga gibi kazınıyor bebeklerin zihnine.
Deneyler demişken ilginç olan bir başka bulgu daha var aslında. Detayına girmeden önce şunu belirtmek gerek. Doğada ve insanda üremeye karar veren taraf aslında dişidir. Fizyolojik nedenine gelirsek bir bebeğin dünyaya gelmesi hamilelik dönemi ve ilave olarak bakım dönemleri derken kabaca bir annenin 3 yılını alır. Erkekte ise bu zaman dilimi 1 saati bile bulmaz. Bu yüzden dişi erkeğini seçer. Bu seçimde de işte yine kokular devreye girer.
İnsanlarda, canlılarda bağışıklık sistemimizin yer aldığı MHC (Major Histocompatibility Complex) diye isimlendirilen bir gen ailesi bulunur. Her insana özel dediğimiz koku tipini de belirleyen aslında bu MHC'mizdir. Sağlıklı bir bebek dünyaya gelmesi için canlılarda kendisine en uzak bağışıklık tipine sahip bir partner olmalı ki doğacak yavru her iki ebeveynin de en güçlü yanlarını alarak sağlıklı olarak dünyaya gelsin. Akraba evliliklerinden olan doğumlarda sorunlu çocuk olma ihtimalleri de buna dayanır aslında.
Neyse deneyimize gelecek olursak, katılımcı erkeklere bir süre giyerek kokularının dokuya işlemesi için T-Shirtler veriliyor. Ve sonra bu T-Shirtler alınıyor ve erkekleri hiç görmemiş olan kadınlara verilerek kokularına bakarak kendilerinden seçim yapmaları isteniyor. Kadınların tercihleri sonucunda oluşan durum ise mükemmel. Dişiler kendilerine en uzak bağışıklık sistemine sahip ve çiftleştiğinde de en sağlıklı bebeğin doğmasına imkan sağlayacak olan erkeğin kokusundan hoşlanıyor ve onu tercih ediyor. Yani bir nevi "İşte tam benim tipim" yerine, "işte tam benim kokum" durumu!
Koku mevzu sandığımızdan daha çok hayatımızın içindedir aslında. Söylenecek de çok şey var bu konuda. Ama şimdilik bu kadar. Fırsatını bulunca kokunun daha farklı boyutlarında beraberce gezinmeye devam ederiz belki ileride!
---------
Not: Vedat Ozan'ın ''Koku Kitabı'' (Everest Yayınları) olmasa idi bu yazı da olmazdı.

Harika bir yazı koku hassasiyeti olan biri olarak koku filmini Paris'in pisliği nedeniye izleyememiştim ama yazınızın sevamını bekleyeceğim.
Filiz kukul Özdemir
20-01-2025 15:09