Duygu Bütün’ün 2022 yılı sonbaharında tamamlanan doktora tezinin bulguları sıcak hava dalgası, kuraklık, orman yangını ve sel tehlikesine maruz kalma riski açısından hiçbir ilimizin geride kalmadığını bize gösteriyor. En başı belada olan illerimizse ülkemizin güneyi ve güneydoğusunda yer alıyor.
Geriye sayım devam ediyor. Yok, seçime değil, ona üç beş gün kaldı. Biraz daha adrenalin basar, seçim akşamı çekirdek çıtlatır, ertesi gün meşrebimize göre travmatize ya da öforik oluruz, sonra da kendi gailemize bakarız. Bu ülkenin yaşadığı en büyük seçim mağlubiyeti travması olan 14-28 Mayıs bile atlatıldı, büyük oranda sonucu belli olan bu seçim mi yoracak?
Geçer. Yaklaşan kıyamet günümüz…
Kıyamet tellallığı aslında çok tavsiye edilen bir şey değil, insan evladının varoluşsal kaygılarını sürekli dürtüp kendisine gelmesini söylemek bir tür Çin işkencesi gibi gözükebilir, yapanı da pek sevdirmez. Öte yandan Machiavelli’den beri bildiğimiz bir şey, insanlar korkmazlarsa harekete geçmiyorlar. O yüzden de korku kendisini satıyor siyaseten. Belki de bu yüzden kıyamet tellallığı yapmak yararlı da oluyor, tarihsel olarak kayda değer bütün reformlar yöneticiler ve halk korktuğu zaman gerçekleştirilmiş. Sadece halkın korkması yetmiyor, o zaman başa Hitlervari yöneticiler geçiyor, o başka. Geçen hafta yine bu platformda yayınlanan bir yazı ülkemizdeki 81 ilin 36’sının “yüksek iklim riski” altında kaldığına dikkatimizi çekti.
Duygu Bütün’ün 2022 yılı sonbaharında tamamlanan doktora tezinin bulguları sıcak hava dalgası, kuraklık, orman yangını ve sel tehlikesine maruz kalma riski açısından hiçbir ilimizin geride kalmadığını bize gösteriyor. En başı belada olan illerimizse ülkemizin güneyi ve güneydoğusunda yer alıyor. İstanbul, Ankara, Kayseri ve Gaziantep gibi metropollerimiz de sıcak hava dalgası riskine maruzlar. Doktora tezinin tamamına buradan erişebiliyoruz, okudukça “panikleten” bir eser, faydalı.
Milyonlarca kişi bu risklerle beraber yaşıyor, ama sistematik bir tedbir arayışı var mı, yok. Yerel seçimlerde adaylarımızın vaatlerini sistematik olarak inceleyen bir çalışma henüz yapılmadı ama şöyle bir göz attığımızda İstanbul’un şanslı olduğunu söyleyebiliriz, hem İmamoğlu’nun hem de Kurum’un vaatleri arasında yeşile bol bol yer verilmiş. Hem de sadece park-bahçe yapmaktan bahsetmiyorlar, karbon nötr bir İstanbul vaadi bile bulunuyor, hayırlı bir şey. Tabii gündemimizde deprem ve konut yapımı kadar yer almıyor bu vaatler, bu da bizim kusurumuz.
Öte yandan iklim riskine en fazla maruz kalan şehirlerimizden olan Gaziantep’te çevreyle ilgili meseleler geride kalmış, adaylar daha çok yol ve asfalt işiyle ilgileniyor gibi gözüküyorlar. Hemen komşusu Şanlıurfa’daysa kentsel dönüşüm bol bol zikredilmiş ancak iklim meseleleri park yapımıyla sınırlı kalmış. Oysa iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek yerler buraları, sıcaklık artışıyla tarım yapılamaz hale geldiğinde gastronomi turizminden medet ummak çok yanlış olur.
Parti seçim bildirgelerini karşılaştırmalı olarak analiz etmemizi sağlayan Manifesto Project internet sitesi en “çevreci” partinin HDP olduğunu bununla birlikte AKP ve CHP’nin çevrecilik skorlarının eşit olduğunu gösteriyor bize.
SEÇİM BİLDİRGELERİNDE ‘ÇEVRE’
Ülke bu meseleye ne kadar önem veriyor ki bir gariban belediye başkanı akıntıya karşı kürek çeksin diyeceksiniz, haklısınız. Parti seçim bildirgelerini karşılaştırmalı olarak analiz etmemizi sağlayan Manifesto Project internet sitesi en “çevreci” partinin HDP olduğunu bununla birlikte AKP ve CHP’nin çevrecilik skorlarının eşit olduğunu gösteriyor bize. Başka ülkelerde durum ne diye baktığımızda da “ileri” ülkeleri bir kenara bırakırsak komşu Yunanistan ve Bulgaristan’da da çevre meselelerinin çok da ön plana çıkmadığını görüyoruz, oysa bu ülkeler iklim krizinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında. 2023 seçim bildirgelerini de şöyle bir okuduğunuzda “umursamazlığımızın” ne derece olduğunu göreceksiniz…
Elitlerimizin iklimle ilişkili riskleri ne kadar “sallamadıklarının” bir başka göstergesi de risk algıları. Dünya Ekonomik Forumu’nun düzenli olarak yayınladığı bir “Küresel Riskler” raporu var. 2023 yılı raporunda iklim değişikliğiyle mücadelede başarısız olunması, doğal felaketler ve aşırı hava olayları, biyoçeşitliliğin azalması ve ekosistemin çökmesi gibi riskler uzun vadedeki en önemli riskler olarak sıralanmış. Kısa vadeli risklerde hayat pahalılığı birinci sırada gelmiş ama ilk dörtte iki tane iklimle ilgili risk gelmiş, beşinci sıradaysa bizim kadim hastalığımız kutuplaşma bulunuyor. Aynı kurumun 2024 yılı raporunda uzun vadeli risklerin önde gelenleri iklimle doğrudan ilişkili -bir de bilgi düzensizlikleri- kısa vadede bilgi düzensizlikleri birinci sıradayken aşırı hava olayları ikinci sırada yer alıyor.
Özetle, dünya “elitlerinin” gözünde iklim değişikliği en önemli risk kaynağı olmaya devam ediyor. Bu çalışmanın bir ayağı ülkemizde de yürütülüyor, tabii halka sormuyorlar da şirket yöneticilerine soruyorlar, TÜSİAD sorumlu gözüküyor Türkiye’den. 2023’te birinci sırada enflasyon, ikinci sırada işsizlik ve üçüncü sırada savaşlar bulunuyormuş. 2024’te sıralama şöyle olmuş: ekonomik yavaşlama, göç, gelir/servet eşitsizliği, toplumsal barış ve sansür. Tamam, ülkemiz nevi şahsına münhasır bir ülke ancak küresel risklerden bu kadar azade olduğunu düşünmek, sanırım kayda değer bir miyopluk olsa gerek.
Anketlere baksanız vatandaşımız iklim krizi konusunda hem farkındalık sahibi hem de eyleme geçmeye hazır. OECD’nin 2022 tarihli bir çalışmasına göre ülkemizdekilerin %90’ından fazlası iklim krizinin önemli bir sorun olduğu ve hükümetin harekete geçmesi gerektiği görüşüne katılıyor.
VATANDAŞ FARKINDALIK SAHİBİ
Anketlere baksanız vatandaşımız iklim krizi konusunda hem farkındalık sahibi hem de eyleme geçmeye hazır. OECD’nin 2022 tarihli bir çalışmasına göre ülkemizdekilerin %90’ından fazlası iklim krizinin önemli bir sorun olduğu ve hükümetin harekete geçmesi gerektiği görüşüne katılıyor. Elektrikli araç kullanmak ya da karbon vergisi verme konusunda en hevesli seçmenlere sahibiz ve fakat konu et tüketimi azaltmak ya da evi daha az ısıtmak olduğunda hevesimiz kaçıyor. İklim meselelerindeki anket yanıtlarının niyet beyanı olduğuna dair kayda değer şüphe uyandıracak başka sonuçlar da mevcut ancak seçime üç gün kala anketlere olan inancı azaltmayalım.
Diyelim kürenin ve dolayısıyla ülkenin karşı karşıya olduğu bu riski ciddiye alacak siyasetçiler çıktı, gündemlerinin de birinci sırasına koydular. Marjinalleşme olasılığı yüksek “yeşil” hareketlerden bahsetmiyorum, ana akım partilerden biri bunu yaptı ve bütün ajandasını geleceğimizi kurtarmak üzerine kurdu, tabii yapmamız gereken fedakarlıklardan da bahsetmekten geri kalmadı. Daha az uçağa binmek ya da et tüketimini azaltmanın ötesinde tedbirler söz konusu, ekonomik büyümeden vazgeçmek daha fazla işsizliğe razı olmak, daha pahalı inşaatlar yapmak -ve hatta yapamamak-. Sizce bu siyasi teveccüh görür mü?
Seçim kazanabilir mi?
Yüzyıllarca süren “geri kalmışlığımızın” ve muasır medeniyetleri yakalama acelemizin motive ettiği siyasal zihin haritamızda “küçülmek” bir yer tutuyor mu?
“Yahu, ülkenin yarısında okullar tahtayla kağıtla ısıtılıyor, ne küçülmesi?” derseniz, haksız değilsiniz. Şimdi küçülmeye, bırakın durmaya karar versek fakirimiz daha fakir olur, zengine bir şey olmaz. Tıpkı diğer ülkeler gibi öyle doyumsuz bir iştahla yağmaladığımız bütün kaynakları yerine koymamız mümkün değil, durduğumuz zaman da yapanın yanına kar kalır algısı var. Bir ülkede “eğitim mi sınıf atlatır, yoksa orman arazilerine konulmuş gecekondulara imar affı getirilmesi mi” sorusuna verilen yanıt belliyse, kimseden fedakârlık yapıp yoksulluğunu uzatmasını ya da yükselme hırsına gem vurmasını bekleyemeyiz, aşırı iyimserlik olur. O zaman kendi kuyruğunu ısıran yılan durumuna düşüyoruz, açgözlülüğümüzün bizi getirdiği “kıyamet” noktasından açgözlülüğümüz nedeniyle çıkamıyoruz, kısır bir döngü içerisinde o güne doğru yuvarlanıyoruz. Başımıza ne felaket geldiyse ve geliyorsa bir noktasında mutlaka bu tatminsizliğimiz ve açgözlülüğümüz bulunuyor, şaşırtmıyor.
On binlerin canına mal olan depremlerde de, İliç’teki felakette de, yarın başımıza gelecek herhangi bir felakette de bu zihin haritamızın izini mutlaka görüyoruz. Eski bir söz, “süt neyse kaymağı da odur” der, bizim sütümüz çok ekşimiş; kaymaktan hayır beklemek safdillik olur.
Yorum Yazın