Kamu görevine gelmek lüks yaşama ulaşmanın yolu olarak görülmeğe başlanan bir toplumda, kamu görevine talip olmanın gerekçesi de “hizmet” gibi olması gerekenden uzaklaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Buna karşılık, kamu görevine gelenler, elde ettikleri imkanlardan mahrum olmamak ve görevde kalabilmek için her türlü fedakarlığı yapmağa, örneğin kuralsız davranmaya, hazır olacaklardır.
Müsaade ederseniz, bu yazıma başımdan geçen bir olayı anlatmakla başlayayım. Sovyetlerin yeni dağıldığı ve Soğuk Savaşın artık sona erdiği dönemde hemen herkesin merak ettiği konu şimdi ne olacağı merkezindeydi. Ben de, bu değişimin NATO için ne anlam taşıdığını da tartışmamız gerek, bilimsel bir toplantı düzenleyelim, uzmanlar konuları tartışsın demiştim. Önerim tuttu ve Norveç Uluslararası ilişkiler Enstitüsü bu konuda bir toplantı düzenlemeye karar verdi. Toplantı Oslo’nun biraz dışında, tepeden kenti gören Lysebu isimli bir toplantı merkezinde yapılacak. Fikir benden çıktığı için açılış oturumunu da benim yönetmemi rica ettiler. Zarif bir jest. İlk oturumda o dönem Norveç Savunma Bakanı olan, siyasi görev üstlenmediği dönemlerde sözünü ettiğim enstitünün başkanlığını yaptığı için tesadüfen tanıdığım Johann Jorgen Holst konuşmacılardan biri olacak. Toplantı için merkeze erken geldik, diğer konukların gelmesini bekliyoruz. Birazdan içeriye uzun boylu, hafif topluca, açık kahverengi takım giymiş bir bey girdi. Allahtan ben önceden tanıdığım için gelenin Savunma Bakanı Holst olduğunu anladım, konuşma masasına buyur ettim ve kısa süre sonra açılışı yapacağımızı belirttim.
Bakanın geldiği anlaşılınca, başkaları da gelip kendisi ile konuşmaya başladılar. O sırada ben de artık ebediyete intikal etmiş kadim dostum Theodore Coulumbis ile sohbete daldım. Ted ile Amerika’da konuk hocalık yaparken tanışmıştım. Birçok ortamda karşı görüşleri savunmakla birlikte, aramızda karşılıklı saygıya dayalı bir dostluk gelişmişti. Genç yaşta Amerika’daki profesörlük işinden emekli olup Yunanistan’a döndü, mesleğini orada icra etmeğe başladı. Türk ve Yunanlı dış siyaset uzmanlarının buluştuğu toplantılarda sık sık bir araya gelmeğe başladık. Ben Ted’e “Yahu, adamı iyi ki önceden tanıyorum, yoksa kendisiyle ilgilenmemem dahi mümkündü” deyince güldü. “İlter Dostum, şimdi Yunanistan veya Türkiye’de olsak, bakan önünde ve arkasında ışıldaklı koruma araçlarıyla, belki de canavar düdükleriyle ve bir koruma ordusuyla birlikte gelirdi. Burada sessiz sedasız geliyor. Adet böyle, onun için pek dikkati çekmedi” dedi. Bunun üzerine ben de “Belki de bisikletiyle gelmiştir, ya da belediye otobüsüne binmiştir,” dedim ve karşılıklı gülüştük.
Bir dostumla Berlin sokaklarını arşınlarken, bir apartmanın üçüncü katına işaret ederek Angela Merkel’in burada yaşadığını, hizmetçisi olmadığını, eve gelince yemeklerini kendisinin hazırladığını söylemişti. Yani, koskoca Almanya’nın Başbakanı mesaisi bitince sıradan bir vatandaş gibi yaşıyor, herhangi bir ayrıcalığa sahip olmuyor veya böyle bir ayrıcalıktan yararlanmıyordu.
MERKEL’İN EVİ VE HAYATI
Şimdi size sorayım, normal vatandaş davranışı sergileyen Norveç Savuma Bakanı itibar fakiri miydi? Hiç sanmıyorum. Örneğin, kendisi NATO toplantılarına gittiği zaman diğer ülkelerin savunma bakanlarından farklı bir muamele görmüyordu. Bir yabancı ülkeyi ziyarete giderken, ticari bir uçakla seyahat etse de, indiği yerde bir bakan olarak karşılanıyor, bakanlarla görüşüyordu. Kısacası, seyahat veya ulaşım konusunda sergilediği tevazu itibarını sarsmıyordu. Bu tür örnekleri başka ülkelerde de çoğaltmak mümkün. Bir dostumla Berlin sokaklarını arşınlarken, bir apartmanın üçüncü katına işaret ederek Angela Merkel’in burada yaşadığını, hizmetçisi olmadığını, eve gelince yemeklerini kendisinin hazırladığını söylemişti. Yani, koskoca Almanya’nın Başbakanı mesaisi bitince sıradan bir vatandaş gibi yaşıyor, herhangi bir ayrıcalığa sahip olmuyor veya böyle bir ayrıcalıktan yararlanmıyordu. Ama aynı başbakan, dünyanın neresine giderse gitsin, Almanya başbakanı olarak hürmet ve kabul görüyordu. Başka bir ifade ile, itibarı yerinde idi.
Benim bu yazıya iki tevazu örneği ile girmemin nedenini tahmin etmişsinizdir. Bizim yöneticilerimiz lüks araçlar, büyük uçaklar, kocaman koruma orduları, araç konvoyları ile seyahat ediyorlar. Bu görünüşü gereksiz ve müsrifçe bulsanız ve eleştirecek olsanız, savunma hazır: “itibarda tasarruf olmaz!” O zaman sormak gerekiyor, bu ihtişam mevcut bir itibarın tezahürü mü, yoksa bunları teşhir etmekle itibar mı kazanılıyor? Bu şatafatı görenlerin tebessüm ettiklerine şahit oldum ama gördüklerini bir itibar olgusu olarak değerlendirdiklerinden emin olamıyorum.
Belki konu üzerinde biraz daha düşünmemiz gerek. Önce itibar ne demek? Başkalarının size gösterdiği saygı, sizi değerli ve/veya güvenilir bulmaları sanıyorum deyimin karşılığını veriyor. Eğer bir kişi hakkında herhangi bir bilginiz yoksa, onun giyiminden, halinden, konuşmasından onun toplumsal konumu, ne oranda hürmete layık olduğu konusunda ipuçları yakalamağa çalışabilir, davranışlarınızı da ona göre ayarlamaya çalışabilirsiniz. Biliyorsunuz, Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye” diye bilinen meşhur bir hikayesi var. Bir sofrada gördüğü itibarı kürkünün sağladığını, başlangıçta sofraya kürksüz oturduğunda kimsenin ona önem vermediğini anlatıyor. Ancak, günümüzdeki uluslararası ilişkilerde bu tür bir durum yok. Herkes hangi ülkenin güçlü, hangisinin güçsüz olduğunu çok iyi biliyor. Güçlü ülke, tasarruf ettiği kaynaklar, denetlediği imkanlar sayesinde başkalarına istediğini yaptırmakta daha başarılı oluyor, güçsüz ülkeler ise güçlü ülkelerin kendileri üzerindeki baskısını muhtelif yollardan hafifletmeğe çalışıyorlar. Ama hiçbir ülke, bir diğer ülkenin liderinin lüks uçaklarla seyahat etmesinin, lüks araç konvoylarıyla gezmesinin ona itibar kazandırdığını düşünmüyor. Hele bu lüks borç yoluyla edinilen imkanlarla sağlanıyorsa, inandırıcılığı daha da zayıf kalıyor.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Bir ülkenin yöneticisi birçok konuyla ilgilenmek zorunda olduğundan, seyahatlerini özel uçakla yapabilir. Zaman ve emniyet mülahazaları ile iyi korunmuş bir araç ile hızlı seyahat etmesi ve bunun için de trafiğin düzenlenmesi gerekebilir. Ancak, yüzlerce pahalı aracın yollara dökülmesi, liderin gideceği yere araçlarının ve tüm korumalarını taşınması türünden abartılı davranışlara ihtiyaç olduğunu sanmıyorum.
Bazı Orta Doğu ülkelerinin petrol zengini yöneticilerinin lüks yaşamaları, lüks seyahat etmeleri ve özellikle de bu lüksü teşhir etmeğe meraklı oldukları biliniyor. Pekiyi itibarları bu lüksün teşhirinden mi kaynaklanıyor? Şüphesiz hayır. Bu zevatın itibarları varsa, kaynağı sahip oldukları ve herkesin görmesini sevdikleri lüksleri değil, tasarruf ettikleri petrol gelirleridir. Dolayısıyla, onların sahip oldukları lüksü taklit ederek, itibar sahibi olmak gerçekçi olmayan bir özlemden ibarettir.
O zaman gösterişin itibar ile hiç ilgisi yoktur diyebilir miyiz? Sanıyorum, pek güçlü olmasa da bir bağlantı kurulabilir. Varlığı pek de fazla olmayan ülke liderlerinin lüks imkanlarını uluslararası alanda teşhir etmeleri, ülke içindeki güçlü konumlarının teyidi olarak yorumlanabilir ki, kişinin siyasetteki yerinin sağlam olduğunu, istediğini yaptırabileceğini göstermesi, siyaseten güçlü olduğunun da bir kanıtıdır. Gücün, özellikle ülke içinde dediğini yaptırabilmenin, bir itibar kaynağı olduğuna şüphe yoktur. Aslında geliri bu tür lüksü karşılamayacak kadar mütevazi olan ülkelerde, gelir dağılımı adil olsa ve/veya siyasi rekabet güçlü olsa, bir liderin lüks sembollere başvurarak itibar araması zaten mümkün olmazdı. Bunları yapabilmesinin, güçlü olduğunu gösterdiği ve bu yoldan kişiye itibar getirdiği düşünülmektedir.
İtibar getirdiği ileri sürülen lüksün ve şatafatın bulaşıcı olduğunu da hemen belirtmemiz gerekiyor. Devletin üst kademelerinde lüksün itibarla eşleştirilmesi, daha alt kademelerde de benzer davranışları tetiklemekte, görev sahipleri içinde yaşadıkları lüksü itibar gereği diyerek meşrulaştırmaktadır. Bunun yarattığı sorunu görmek pek zor değildir. Devlet harcamalarında tasarrufa gidilmesi istendiğinde, kimse “itibardan” tasarrufa yanaşmamaktadır. Günümüzde ülkemizde yaşanan vatandaştan özveri isterken, devlet harcamalarının bir türlü zapt-ı rapt altına alınamamasında bu yaklaşımın etkisi inkar edilemeyecek kadar güçlüdür.
İtibarın lüksle çağrıştırılmasının son bir sakıncasına işaret ederek tartışmamızı tamamlayalım. Kamu görevine gelmek lüks yaşama ulaşmanın yolu olarak görülmeğe başlanan bir toplumda, kamu görevine talip olmanın gerekçesi de “hizmet” gibi olması gerekenden uzaklaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Buna karşılık, kamu görevine gelenler, elde ettikleri imkanlardan mahrum olmamak ve görevde kalabilmek için her türlü fedakarlığı yapmağa, örneğin kuralsız davranmaya, hazır olacaklardır. Böylece lüksün devleti zayıflatan bir etkisi olabileceği de akla gelmektedir.
Kıssadan hisse: Lüksün teşhiri itibar değildir, iktisadi varlığını sürdürmek için dış desteğe muhtaç olmamak, maddi ve manevi kaynaklarla diğer ülkeleri etkileyebilecek konumda olmak itibarın asli kaynağıdır. Gösterişle itibar kazanıyoruz diye kendimizi aldatmaya gerek yok. Bu tür itibardan her zaman tasarruf edebiliriz.
Yorum Yazın