Kasım ayı için size her izlediğimde aynı tadı aldığım Julia Roberts ve Hugh Grant’in 1999’dan beri trend oluşunu hiç yitirmeyen (geçen sene Netflix’teydi maalesef kalkmış) Nothing Hill’ini hatırlatayım. Muhteşem bir romantik komedi bana göre. Romantik komedi severim ama her izlediğim bu türdeki filmde bir Nothing Hill etkisi yakalanmıyor elbette.
Bu üçüncü yazımda sevdiğim aylardan olan Kasım ayını birkaç gün önce 101. Yılını kutladığımız Cumhuriyet Bayramını anarak yazmak istedim. Hâlihazırda ülke gündemdeki karamsar halin, ayaküstü karşılaşmalarında bile nasıl gidiyor sorusunun cevaplarını doldurması içimizi açmazken 29 Ekim’de yeniden andığımız Cumhuriyetin kurucusu önderimiz Atatürk’ün sözleri bize iyiye, güzele doğru devam etme gücü veriyor. Ona ve değerlerine inananların, onun açtığı yoldaki adımları bu toplumun refahına sağlayabileceğimiz bir katkı. Bu değerleri koruduğumuz yaşamlarımız da yeri doldurulamayan Atatürk’e bir saygı duruşu.
Bu sene ilk kez Cumhuriyet Bayramı için evde bayrak astım. Üzerinde Atatürk olan bayrağı geçen yıl belediye sakinlerine hediye olarak göndermişti. Daha önce niye asmamıştım bilmiyorum, okul zamanlarından sonra milli bayramlarla ilişkim son yıllarda biraz derinleşti diyebilirim.
Kasım ayına gelince… 1945’e kadar Kasım ayının ismi kânunıevvel.
Cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık iki sene sonra 1 Ocak 1926’da Osmanlı döneminde kullanılan Hicri takvim yerine 1500’lü yıllarda Papa XIII. Gregorius tarafından yaptırılan Gregoryen yani Miladi takvime geçiliyor. Yine de Latince’deki dokuz anlamına gelen Novem kelimesini almamışız ve 1945’teki kanun değişikliğine kadar Arapça kökenli eski isim kullanılmış, tarihten bir not.
Kasımla ilgili bir şeyler yazma isteğime sebep de aslında Charlize Theron ve Matrix idolü Keanu Reeves’in başrollerindeki Sweet November isimli 2001’de vizyona giren film. İzlediğim zamandan beri basit ama etkileyici isminden olsa gerek - kasım ayında film aklıma gelir.
SWEET NOVEMBER
Kasım ayını biraz romantik bulurum ben... İklim etkilerine göre kimi zaman yağışlı olsa da kasım denince kuru, soğuk ve güneşli bir zaman dilimi geliyor. Ekime göre daha net bir takvim sanki. Eylül ve ekimin sarı yazı da sona eriyor. Eylül ve Ekim’de şehirde bolca sergiler, film ve müzik festivalleri yapılırken kasım biraz daha evde gibi gelir bana. Kasımla ilgili bir şeyler yazma isteğime sebep de aslında Charlize Theron ve Matrix idolü Keanu Reeves’in başrollerindeki Sweet November isimli 2001’de vizyona giren film. İzlediğim zamandan beri basit ama etkileyici isminden olsa gerek - kasım ayında film aklıma gelir. Ben işin bu kısmını bilmiyordum ama sosyal medyada da meğer kasım ayı gelince filmle ilgili içerikler yer almaya başlıyormuş. Türkçe’ye “Kasımda aşk başkadır” ismiyle çevrilen drama türündeki bu filmi izlemeyenler izleyenlerden daha az olmalı. Tabiki bu kadar popüler bir filmin eleştirenleri de çok. Ben oyuncularını sevdiğim için, oyunculuklara dair rahatsız edici bir yorumum da olmadığından eleştirenlerden değilim, beğenmiştim. İzlemeyeli epey oldu tabii, şimdi izlesem aynı tadı alır mıyım emin değilim yine de filmin sevdiğim bir şehir olan San Francisco’da geçmesi, Charlize Theron’un oynadığı ana karakterin San Francisco’da bolca görülen Viktorian tarzı kısa katlı bir evi gibi hoşlandığım detaylar izlenir bir Hollywood filmi olarak bana hitap eder. Bu arada filmin IMDB puanı 6,5 üzerinde izlenir seviyesinde. Ünlü film eleştirmeni 2013’te vefat eden Roger Ebert’in filme dört üzerinden tek bir yıldız vermesi ve beğenmeyenlerden olmasını belirteyim. Eleştirilerin çoğu da ana karakterler arasındaki aşkın kimi açılardan saçma bulunmasına dair, analizi size kalmış.
Kasım ayı için size her izlediğimde aynı tadı aldığım Julia Roberts ve Hugh Grant’in 1999’dan beri trend oluşunu hiç yitirmeyen (geçen sene Netflix’teydi maalesef kalkmış) Nothing Hill’ini hatırlatayım. Muhteşem bir romantik komedi bana göre. Romantik komedi severim ama her izlediğim bu türdeki filmde bir Nothing Hill etkisi yakalanmıyor elbette. Bence Nothing Hill’i ayıran ün, para, meslek, statü gibi kavramlara yönelik ters köşe dialogları. Film bu konulardan muzdarip bir drama olarak çekilse de - hele bu oyuncularla - kesin izlerdim ama karakterlerin kendi haliyle ortaya çıkan abartısız replikler etrafında sade bir komediyle verdiği ince ayarlar müthiş. Senaryo yazarı ve yönetmenin aklına, gözüne sağlık. Oyunculara değinmeme gerek bile yok bence… William Thacker’ın çekingen ve doğal tavırları, Anna Scott ’ın özgüveni ve samimiyetiyle Julia Roberts ve Hugh Grant zaten şa-ha-ne. İkilinin sıcak ve komik uyumu her izlediğimde bana çok iyi geliyor ve bazı filmler, bazı bakış açıları, bazı değerler hiç eskimiyor!
Bir solukta keyifle okuduğumuz harika bir kültür yazısı olmuş .????
Cihan Vanlı
02-11-2024 21:23