Fransa, Avrupa’nın Afrika politikasının şekillenmesinde başat role sahiptir. Fransa’nın uluslararası statüsü ve prestijinde Afrika politikası önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında nükleer silaha sahip olması, BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olması da Avrupa Birliği’nin ve Avrupa’nın geri kalan kısmının Afrika’ya yönelik politikasında Paris’in başat role sahip olmasında etkilidir.
Afrika, Fransa’nın dış politikasında önem arz eden bir bölgedir. Fransa’nın “uluslararası aktör” olarak nitelendirilmesinde etkili bir faktör olup, BM Güvenlik Konseyi’nde neden hâlâ daimi üye koltuğuna sahip olduğuna dair sorunun cevabını taşımaktadır. Bilindiği üzere Fransa’nın Afrika’daki eski sömürgeci devletlerden biri olması da kıta ülkeleri ile ilişkilerinin önemini gösterir niteliktedir.
Paris, eski sömürge ülkeleri ile ilişkilerini bazı alanlarda değiştirerek sürdürmeyi amaçlamaktadır. Fakat mevcut dönemde kıtadaki özellikle de Batı Afrika’daki tablo Fransa’nın hedeflediğinden oldukça farklıdır. Mali, Nijer, Burkina Faso, Senegal, Çad’dan sonra Fildişi Sahili de Fransa ile olan askerî işbirliğini sonlandırma kararı almıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Afrika’ya yönelik siyasette özellikle de Francophone olgusunda değişikliğe gitmeye çalışsa da Batı Afrika nezdinde istediği cevabı alamamıştır. Fransa’dan askerî kuvvetlerini çekmesinin talep edilmesi, akabinde çeşitli alanlardaki ikili andlaşmalara son verilmesi Sahel’in özellikle askerî ilişkileri bağlamında boşluk yaratmıştır. Siyasi ve ekonomik alanlarda da hissedilen bu boşluk başta Türkiye, Rusya başta olmak üzere “yükselen güçler/geleneksel olmayan ülkeler” tarafından doldurulmaktadır. Batı Afrika ülkeleri; Rusya, Türkiye gibi Batı’nın yanında kıtada öne çıkan aktörlerle işbirliği içinde bulunmayı, yakın ilişkiler geliştirmeyi tercih etmektedir.
Yukarıda sayılan ülkelerdeki Fransa karşıtı siyasetin farklı nedenleri bulunmaktadır. Örneğin terörizmle ve ayrılıkçı hareketlerle mücadelede Fransa’nın yeterince destek olmamasının altı çizilmektedir. Sahel ülkeleri ile Fransa’nın ilişkilerinin bozulmasının diğer nedenleri olarak Fransa’nın bölgeye düzenlediği askerî müdahaleler, müdahalelerin amaçlarını gerçekleştirememesi ve bölge halkının bu durumdan şikayetçi olması da gösterilebilir. Ayrıca Mali, Nijer ve Burkina Faso’da darbelerin, anayasal olmayan yollardan yönetim değişikliğinin yaşanmasına Fransa’nın sert tepki göstermesi de Paris’in aleyhine olmuştur. Paris, Sahel’deki istikrarsızlığın sebebi olarak bölge ülkelerindeki kötü yönetimi göstermektedir. Örneğin radikal siyasal İslamcı unsurlarla mücadelede başarıya ulaşmak için güvenlik politikalarının yanı sıra kalkınma politikalarının da uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu tip eleştiriler, söylem ve politikalar, Batı Afrika’daki yönetimlerin Fransa’dan uzaklaşmalarına sebebiyet vermiştir.
Son yaşanan gelişmeler arasında yer alan Çad, Senegal ve Fildişi Sahilleri’nin de Fransa ile olan askerî ittifakını değiştirme talebi, dolayısıyla Fransa’nın bölgeden çekilmesi genelde Avrupa’nın özelde ise Fransa’nın Sahel’e yönelik gündeminin “Sahelexit” olarak adlandırılmasına neden olmaktadır. Ayrıca Macron’un özellikle Mali’den çekilme kararı, ABD’nin Afganistan’dan başarısız şekilde çekilmesine denk gelmiş ve dolayısıyla “Mali, Macron’un Afganistan’ı” şeklinde yorumlamıştır.
Batı Afrika’daki örnekler gibi Afrika genelinde artan bir Fransa karşıtlığından bahsetmek mümkündür. Özellikle Frankofon Afrika; yaşamakta olduğu ülke içi çatışmalar, yoksulluk ve geri kalmışlık gibi sorunların tüm kaynağını Fransa olarak görmekte ve göstermektedir.
AFRİKA GENELİNDE ARTAN FRANSA KARŞITLIĞI
Fransa, Avrupa’nın Afrika politikasının şekillenmesinde başat role sahiptir. Fransa’nın uluslararası statüsü ve prestijinde Afrika politikası önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında nükleer silaha sahip olması, BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olması da Avrupa Birliği’nin ve Avrupa’nın geri kalan kısmının Afrika’ya yönelik politikasında Paris’in başat role sahip olmasında etkilidir. Söz konusu etmenler salt Fransa’nın Afrika politikasında değil genel olarak dış politikasında da rol oynamaktadır. Tarih boyunca etkili olan “Fransa güç kaybediyor” endişesinin Soğuk Savaş sonrası arttığı düşünülünce Macron Fransa’sının Batı Afrika’dan çekilmesi Paris’in uluslararası statüsünü sorgulatacak cinstedir.
Batı Afrika’daki örnekler gibi Afrika genelinde artan bir Fransa karşıtlığından bahsetmek mümkündür. Özellikle Frankofon Afrika; yaşamakta olduğu ülke içi çatışmalar, yoksulluk ve geri kalmışlık gibi sorunların tüm kaynağını Fransa olarak görmekte ve göstermektedir. Öte yandan kalkınma yardımı politikası ve Fransa’nın bölge ülkelerine uyguladığı kısıtlayıcı vize siyaseti de ilişkileri kötüleştiren diğer nedenler arasında yer almaktadır. Bölgede giderek artan Fransa karşıtlığının ve dış ilişkilere yansıyan Fransa ile ilişkileri bitirme tercihinin Afrika’nın “siyasi cesareti ve ikinci bağımsızlığı” olarak nitelendirildiği yorumlara rastlamak mümkündür. Diğer bir ifadeyle özellikle Batı Afrika devletlerinin Fransa ile ilişkilerini keserek taraflar arasında gerginliğin yaşanması bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Siyasi tabloda böyle bir değişikliğin Batı Afrika ile sınırlı kalmadığı, Fransa’nın uluslararası alandaki duruşunu etkilediği dile getirilmektedir.
Sonuç olarak, Batı Afrika’daki gelişmelerden de hareketle Fransa’nın kıtaya yönelik dış politikası artan bir şekilde sorgulanmaktadır. Söz konusu Afrika devletleri dış politikada kendi tercihlerini yaparak gündem oluşturmaktadır. Tercihlerini Fransa’nın yerine artık başka ülkelerden yana kullanmaktadır.
Yorum Yazın