Otoriterleşme yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de içinde rol aldığı bir süreç olarak okunmalı. Muhalefetin demokratikleşmek için sivil alanı özgürleştirmesi, seküler bir kamusal alan yaratması gerekirken tam tersine iktidarla aynı araçları kullanması, iktidarla bakışımlı ve koşullandırıcı bir süreç yaratmasıdır, otoriterleşme.
Bu yazının cevap aradığı soru şu: Türkiye’de iktidar değişimleri neden sancılı oluyor? Basitçe cevabım şu: “İktidarlar yalnızca siyasal alanda kalamadıkları ve sivil alana taştıkları için.”
Sorunun cevabı bu kadar basit.
Basında sesiniz çıkacaksa, kültürel alanda var olacaksanız, ya da haklarınız savunulacaksa, kamu imkanlarını, kariyer fırsatlarını kullanmak istiyorsanız mutlaka iktidarlarla ilişkili olmanız gerekiyor. Buna karşılık iktidar değiştiğinde imtiyazlarınızı, kariyer imkanlarınızı, haklarınızı kaybedeceğinizi biliyorsunuz.
Öyle değil mi? Hukukun üstün olduğu siyasal düzenlerde iktidarlar değişiyor ama bu sivil toplum için bir beka sorununa dönüşmüyor. Sivil toplum bütün kurumlarıyla süreklilik taşıyor, birikimlerini, yapılarını koruyor. İktidar değişimi sivil toplumu, basını, üniversiteleri, hukuk kurumlarını etkilemiyor.
Ama Türkiye’de öyle mi?
İktidarın değişmesi Türkiye’de sivil toplum için de bir beka sorunu. Çünkü iktidar sivil alanla içe geçiyor.
Basında yer alıyorsanız mesela, mutlaka patronunuzun çıkarları doğrultusunda haber yapmak zorundasınız. Patronların çıkarları da iktidarlarla ilişkili.
Yalnızca bürokrasi, yargı, üniversiteler iktidarla iç içe geçmiş değiller. Kamu imtiyazlarıyla donatılmış, imkanlara kavuşmuş muazzam bir siyasal taban oluşuyor. Politikanın da asıl öznesini onlar oluşturuyor diyebilirim. Kimi zaman diğer saydıklarım ile rekabet içine girseler de.
Görünüşte iktidar kimin sesinin çıkacağına, kimin çıkmayacağına, kimin hayatta kalacağına, kimin kalmayacağına karar veriyormuş gibi gözüküyor. İktidar sanki basını, yargıyı, üniversiteleri, yani kimin sesinin çıkacağını kontrol ediyormuş gibi gözüküyor.
Ama bu görüntü aldatıcı. Çünkü iktidar yalnızca görünenden ibaret değil. İktidar bir değişimle bir beka sorunu yaşayacak, ayrıcalıklarını kaybedecek kitleleri, yani çıkar gruplarını temsil ediyor.
Bu nedenle bu ayrıcalıklı kitle iktidardan asla bağımsız olamıyor. Hatta onlar bağımsız olmak şöyle dursun, iktidar onlardan bağımsız olamıyor. İktidardakiler değil yalnızca…
Sivil toplumdakiler varlıklarını, koltuklarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlar, ellerindeki güçleri kullanıyorlar. Hukuku araçsallaştırıyorlar, medyayı manipüle ediyorlar, sivil toplumu bir motor güç olarak kullanıyorlar. Hatta çoğu zaman onlar kraldan daha çok kralcı oluyorlar. İktidarlarını korumak için her türlü oyunu, siyaseti dizayn etmeyi, hatta hukuku çiğnemeyi bile göze alıyorlar.
Bu yüzden baştaki yalnızca görünen iktidar üzerinden cevap vermenin yeterli olmadığını düşünüyorum.
İktidar dediğimizde gördüğümüz buzdağının yalnızca denizin üzerinde görünen kısmına benziyor.
Özgürlüklerinden mahrum bırakılanlar, haksızlıklara uğrayanlar iktidarlardan yakınıyorlar.
Otoriterleşmeyi iktidarın tercihi gibi algılıyorlar. Ama dediğim gibi bu görüntü aldatıcı.
Kalıcı bir değişim hedeflemeyen, yalnızca imajlar üzerinden politika üretmeye çabalayan muhalefetin de gidişattaki belirleyici bir işlevi olduğunu düşünüyorum. İtirazlar üzerine kurulan ve sürekli bir görüntü kırılması yaratan imtiyazlı bir sembolik sınıflara yaslanan bir muhalefet politikayı “figüratif” alanda kalmaya mahkum ediyor.
Otoriterleşme yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de içinde rol aldığı bir süreç olarak okunmalı.
Muhalefetin demokratikleşmek için sivil alanı özgürleştirmesi, seküler bir kamusal alan yaratması gerekirken tam tersine iktidarla aynı araçları kullanması, iktidarla bakışımlı ve koşullandırıcı bir süreç yaratmasıdır, otoriterleşme.
Kuruluşundan beri sürekli darbe beklentisi içinde olan, sürekli ayar çekilen Ak Parti hükümetini hatırlayalım. Hayatta kalma stratejisi kendisi için tehdit oluşturan ayrıcalıklı zümrelerle iyi geçinmekti. İktidarın el değiştirme sürecinin, aynı zamanda bürokraside, üniversitelerde, meslek kuruluşlarındaki güçler tarafından engellendiğinin farkındaydılar. Bu yüzden kendilerine karşı en büyük tehdidi oluşturan kesimlere daha çok çıkar sağlamak gerekiyordu. Bu da aslında muhalefetin iktidar olduğunun bir göstergesiydi.
Ak Parti’ye karşı olduklarını söylüyorlardı. Hatta içlerinde üniversite kapılarında öğrencilerin başını açmak için bekleyenler dahi vardı. “Bilim adına” büyük proje işlerinde, planlarda görev aldıklarını söylüyorlardı.
Buna karşılık AB uyum sürecinde katılım esaslarını belirleyen kuralları gibi temel meseleleri gündeme getiren, bunların uygulanması için yasalar hazırlayan Ömer Dinçer gibi AB uyum sürecinde Türkiye’de hukuk düzenine dönüşümün mimarı olabilecek Ak Parti’nin önde gelen kişileri tasfiye ediliyordu.
Bizi bugünlere getiren bu yaşanan süreci hiç unutmayalım. Ak Parti iktidara geldiğinde eksik olan iktidar değildi, muhalefetti. Yani devlet imtiyazlarını kullanan ve bunları korumak için çırpınan muhalefet...
Burada siyaset sınıfından çok bürokrasiye hakim olan, kamu gücünü kullanan, bir çıkar grubu gibi kendisi de temsiliyet kazanan ve “sembolik sınıf” denilen -ve bilgiyi işleyen- kesimin rolü önemli. Bu sınıf sekülerleşmediği, yani fikir üretimi özgürleşmediği sürece politika alanının demokratikleşmesi de mümkün değil.
Onun rekabete kapalı, eşitsizlik yaratan işleyişi politik iktidarları güçlendiriyor, sınırlarını tahkim ediyor. Sivil toplumu çökertiyor.
Zannedersem bugün gene eksik olan muhalefet...
Kalıcı bir değişim hedeflemeyen, yalnızca imajlar üzerinden politika üretmeye çabalayan muhalefetin de gidişatta bir işlevi olduğunu düşünüyorum. İtirazlar üzerine kurulan ve sürekli bir görüntü kırılması yaratan imtiyazlı bir sembolik sınıflara yaslanan bir muhalefet politikayı “figüratif” alanda kalmaya mahkum ediyor.
Çok açık ki “figüratif” politikanının mimarisi bu sınıfın kendi kamu yararı anlayışını temsil eden bir zümreye dönüşmesi üzerine kurulu.
Bu nedenle “bu başımıza gelen nedir” demem gerekir, biliyorum ama diyemem. Çünkü bu tür durumlarda başımıza gelenin tanıklığını yapmamız kolay değil. Ama şunu söyleyebilirim: Tanıklığın ne kadar zor olsa da, yalnızca imajlar üzerinden yapılamayacağını biliyorum.

Yorum Yazın