Son dönemde İstanbul Planlama Ajansı (İPA) gündelik hayata ilişkin çok önemli veriler açıklıyor. Ekonomik sorunlardan eğitimde azalan gençlere kadar pek çok konuda kamuoyuna önemli veriler sunuyor İPA. Başkanı Dr. Buğra Gökçe ile yeni dönem çalışmalarını ve bazı verileri konuştuk. Gökçe, “Ülkenin yaşadığı sorunları en ağır yaşayan il İstanbul. Bu yüzden İstanbul’un verileri tüm Türkiye için bir örnek niteliğinde” diyor.
İPA bildiğim kadarıyla 2020’de kuruldu. Kurucu başkanı Emrah Şahan şu an Şişli Belediye Başkanı. Yeni dönemde İPA, İBB için nasıl bir fonksiyon üstlenecek?
İPA İstanbul’a veri toplayan, bilgi üreten, bu bilgileri bilimsel çalışmalarla politika önerilerine dönüştüren, bunlara uygun stratejiler geliştiren bir merkez. Bu fonksiyonunu sürdürmeye devam edecek. Bunun dışında bazı çalışmalar da yapıyoruz. Bunlardan birisi yeni dönemde İstanbul’un mekânsal stratejik planını hazırlamak.
Önümüzdeki aralık ayı içinde Sayın Ekrem İmamoğlu İstanbul’un 100 bin ölçekli mekânsal planının hazırlanma sürecini kamuoyu ile paylaşacak. Bu, İstanbul’da üniversitelerinin planlama bölümlerinin aktif katıldığı, ortak akılla yürütülecek ve yaklaşık bir yıl sürecek bir çalışma. Bunun içinde depreme hazırlık, kentsel dönüşüm, otopark, ulaşım, iklim krizi gibi pek çok konuda eylem planları yer alacak. İstanbul’un daha fazla büyümesine değil rehabilitasyonuna ilişkin bir vizyon ortaya koyacak.
Bunun dışında…
Bunun dışında elbette İPA’nın önemli görevleri var. Kuracağımız bir birimle İstanbul’daki belediyelerimizi izleyeceğiz. Belediyelerimizin hem 6 aylık hem de yıllık performanslarını ölçmeyi hedefliyoruz. Hizmet verimliliğini arttırmak için belediyelerimize katkı sunacağız.
Belediye başkanlarımızın seçim sürecindeki vaatleri ne kadar yerine geldi, vatandaş şikayetlerine ne kadar hızlı dönülüyor, hangileri çözülüyor, hangileri çözülemiyor, ilçede kişi başına düşen yeşil alan miktarı arttı mı, ilçede yaşam kalitesi yükseliyor mu, bütçe kullanımı verileri gibi pek çok konu hazırlayacağımız çalışmada yer alacak. Amacımız ilçelerin iyi yönetilmesine katkı sunmak. Bu çalışmaları Başkanımız Sayın İmamoğlu başta olmak üzere seçilmiş yöneticilere ileteceğiz.
Son dönemde sık sık çeşitli veriler paylaşıyorsunuz. Ve bunlar çoğunlukla da yoksulluk merkezli. Bu çalışmalar İPA’nın neresinde duruyor?
Karar alıcıların politika geliştirmelerine katkı sunmak, toplumu da sağlıklı, güvenli, ulaşılabilir veriye kavuşturmak için sürdürdüğümüz bir çalışma.
Özellikle İstanbul’da sosyo-ekonomik koşulları ölçüyoruz. Türkiye’ye de referans olan veriler sunuyoruz. Mesela, asgari ücret ülkenin her yerinde aynı ama 17 bin 2 lira ile İstanbul’da yaşamak başka Bingöl’de başka. Kira farklı, hayat pahalılığı farklı. Bu açıdan yoksulluğun en ağır yaşandığı şehir İstanbul demek yanlış olmaz. Bazı veriler paylaşayım.
Elbette…
İstanbul’da Eylül ayında maddi yetersizlik nedeniyle tercih ettiği gıdalardan mahrum kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 46. Bu çok acı bir veri. İstanbul’daki her 2 kişiden biri ne yazık ki geçen sene sepetine koyduğu gıdayı artık alamıyor. Daha az gıda ile beslenmek, daha az gıda ile yaşamak zorunda kalıyor. Çok üzülerek söylüyorum çocuklarımız da bu durumdan ağır şekilde etkileniyor. Birçok çocuğumuz yetersiz beslenmek, okula aç gitmek zorunda kalıyor. Bu nedenle İBB bu yıl 900 bin çocuğumuza okul beslenme paketi dağıtımına başladı. Türkiye çapında her okulda 1 öğün ücretsiz okul yemeği verilmesini öneriyoruz, bu yönde adım atılmasını bekliyoruz.
Halkın yaşadığı yoksullaşma ve gelir sıkıntısını gösteren veriler de var. Yaklaşık her 5 kişiden biri kredi kartı borcunun asgari tutarını bile ödeyemiyor. Halkın yüzde 43,2'si çocuklarının eğitim masrafını tamamıyla karşılayamıyor.
Ankette halka geçim durumunu soruyoruz. Her 10 kişiden 8’i kıt kanaat geçinebildiğini veya geçinemediğini ifade ediyor. Bu durumun sosyolojik, politik, ekonomik ağır sonuçları var. Halkın geleceğe olan umudu azalıyor. Ekonominin daha iyiye gideceğine inananların oranı sadece yüzde 18,4.
Çok ağır değil mi bu tablo?
Ne yazık ki ekonomik krizin ağır faturasını emeğiyle çalışanlar, emekliler, memurlar ve çocuklar ödüyor. Aileler çocuklarının eğitim harcamalarını karşılarken zorlanıyor, gıdadan kısıyor.
Gençler umudunu kaybederek çözümü yurtdışına göç etmekte arıyor, belli yaşın üstündekiler ise gerçekten psikolojik olarak ağır etkileniyor. Emeklilerimiz geçinemiyor. Konut ve gıda fiyatlarındaki artış emeklilerimizi çok yakıcı bir şekilde vuruyor.
Emeklilerin durumu hiç iyi değil…
En fazla emeklinin olduğu şehir İstanbul. Emeklilerin durumu özel incelenmesi gereken bir durum. Emeklinin bu şehirde yaşama şansı, nefes alma şansı kalmamış halde. Bunların hepsine ilişkin raporlar hazırlıyoruz. Bununla bağlantılı bir başka çalışmamız da israf konusu.
31 Mart’ta seçim sloganlarından biriydi…
Evet. İsraf sadece istanbul’un değil Türkiye’nin de en büyük sorunu. Açıkça ifade edelim ki, kamu kaynakları emekliye, asgari ücretliye, çalışana aktarılmıyor. Peki nereye gidiyor? KKM’ye, faize, Kamu-Özel İşbirliği projelerine… Hazırladığımız İsraf Raporu bunu bize gösteriyor. Ozan Bingöl ile Vergi Raporu hazırlıyoruz. Orada da görüyoruz ki, çalışan, emekçi vergi öderken vergi vermeyen, vergisi silinen şirketler kamu maliyesi üzerinde ağır bir yük yaratıyor. Oysa hakça vergi sistemi kurmak zorundayız.
Özetle bütün bu sorunların en ağır yaşandığı şehir İstanbul. İşte bütün bu alanlarda politikalar üretmeye çalışıyoruz.
Yoksulluk sorunu çok açık. Sizin dikkat çektiğiniz önemli bir konu da, eğitim. Araştırmalarınızda ne görüyorsunuz eğitim konusunda?
Biz her ay ölçüm yapıyoruz. İstanbul’un gündemi ne, sorunlar neler gibi. Okullar açıldı ve son iki ayda doğal olarak en çok konuşulan konu eğitim. İki çocuklu bir ailenin Eylül ayında okula başlangıç masrafı 26 bin lira oldu. Ailenin cebine iki asgari ücret girdiğini düşünün yani 34 bin lira, bunun 26 bin lirası okula başlangıç masrafı. Bu aile kira ödeyecek, elektrik, su, iletişim masrafları var. Daha önemlisi temel gıda ihtiyaçları var. Bu yoksulluk değilse nedir?
Eğitimde yaşadığımız başka bir sorun da, çocukları özel okula giden aileler. Onlar da çocuklarının aldıkları eğitimden memnun değiller. Bunu üniversite sınav sonuçlarından ölçebiliyoruz. Eğitimde tablo çok ağır.
Açabilir misiniz?
Mesela geçen yıldan bu yana yaklaşık bir milyon orta öğretim öğrencisi okulu bırakmış. Peki bunlar nereye gitmiş? 15-17 çocuk işçi rakamına bakıyorsunuz 850 bin çocuk işçi çalışıyor, bu resmi rakamlar. Resmi olmayan rakamlar 2 milyonun üstünde diyor. Yani okulu bırakan gençler işe başlamışlar.
Çocuklarımızın önemli bir kısmı da ne okulda ne işte. Peki bunlar nerede? İnternetin karanlık dehlizlerine sürükleniyor, başka alışkanlıklara itiliyorlar.
22 yıllık iktidar döneminde AKP, defalarca eğitim sistemini değiştirdi. Verilere göre Türkiye’de eğitimde ileriye değil geriye gidiş var. Oysa eğitim çok önemli ve kaybettiğimiz yılları geri alma şansımız yok.
Neden eğitim önemli?
Çünkü eğitimde geri dönüş yok. Çocuklarımız aldığı eğitimle hayata katılıyor ve ülkenin geleceğine yön veriyor. Çocuklar eğitimi niteliksiz alırsa hayatları etkileniyor.
Mesela sağlık öyle değil. Olası bir iktidar değişikliğinde sağlık sisteminde değişiklikle bir süre sonra normalleştirebilirsiniz ama eğitim öyle değil. En az 1-2 kuşağı kaybetmişsinizdir. 25-30 yaşında hayata atıldığında aynı eğitimi bir daha verme imkanınız olmayacak.
Ne yazık ki, Türkiye insan sermayesine yaptığı yatırımı sistematik olarak eksiltiyor. Yurt dışına giden her gencimiz, Türkiye’nin fakirleşmesidir. İyi eğitim alanların ülkeyi terk ettiğini biliyoruz. 2023 yılında 291 bin kişi ülkeyi terk etmiş. Bunun yüzde 49’u genç nüfus yani 20-44 yaş arasında ve bunların çoğu üniversite mezunu. “Giderlerse gitsinler” anlayışının sonucu.
Pek çok sebep var gitmek için sanki…
Ülkede özgürlük yoksa, yaşam tarzına müdahale endişesi varsa, yani gençler kendilerini kendi ülkelerinde özgür ve güvenli hissedemezse, o gençler yurt dışına gitmek ister. Biz altın gibi gençlerimizi kaybediyoruz. Başka ülkeler onların enerjisini, gücünü, yaratıcı yeteneklerini kazanıyor.
Ara eleman yetiştirmeyen bir eğitim sistemimiz var. Apartman dairelerinden bozma üniversiteler açıldı, çocukların hepsi üniversite bitiriyor bunları beden işçisi ya da ara eleman olarak çalıştırma zamanını kaçırmış oluyorsunuz. Ara eleman ihtiyacını Afganlı, Suriyeli ile gidermeye çalışıyoruz. O yüzden Anadolu’da pek çok işveren ‘yabancılar gitmesin’ diyor ve yasadışı göçü bir şekilde meşrulaştırılmaya çalışıyor.
Eğitimden göçmenlere geçiyoruz…
Çünkü her şey birbirine bağlı. Ekonomiyi nasıl yönettiğiniz, eğitime ilişkin politikanızın ne olduğu, dış politikada ne yaptığınız vs. her biri birbirine bağlı. Bunlardan birini görmediğinizde sistemi tamamlayamıyorsunuz. İPA olarak biz de çalışmalarımızı bu gerçeğe uygun yapmaya çalışıyoruz.
Kabul etmeliyiz ki, Türkiye’de iktidarın temel sorunu şu; ortaya çıkan sorunun peşinden gitmeleri. Bu yüzden hiçbir sorun çözülemiyor. Gündem değiştikçe, yasaklarla sorunun çözüldüğü zannediliyor. Yani Discord kapatmakla gençlerin içine düştüğü sorunları çözemezsiniz. Bu sorunun peşinden gitmek.
Ne yapılmalı?
Sorunların kaynağına inmemiz ve çözümün peşinden gitmemiz lazım. Türkiye’de yapılmayan bu. İnternet güvenliğini sadece yasaklarla ele alırsanız onu yasakladığınızda gençler başka yolunu bulur. Siz gençlerin neden bu yola girdiğini araştırın. Bu çocuklar okullarında nitelikli eğitim alıyorlar mı, aileleri içerisinde bunları buna zorlayan ekonomik ya da sosyal koşullar neler? Siz bunun üzerine düşünmez, bu alanlardaki sorunları çözmezseniz sorun çözülmez, büyür.
Eğitimi de kreşlerden başlayarak rehabilite etmemiz şart. Burada sorun eğitim sisteminizi nasıl kurduğunuz. Geleceği düşünerek mi, yoksa 22 yılda onlarca kez sistem ve müfredat değiştirerek mi gelecek hedefliyorsunuz? Türkiye’de ne yazık ki, her şey palyatif tedbirlerle çözülmeye çalışıyor ama biliyoruz ki, sorunlar çözülmüyor sadece erteleniyor ve büyüyor.
Özetle İPA olarak sorunları tespit ediyor, bunlara ilişkin verilerden hareketle çözümler üretiyor ve kamuoyuyla paylaşıyoruz. Elbette her konuda çözüm üretebilecek bir merkez değiliz. İmkanlarımız ölçüsünde yapmaya çalışıyoruz ve paylaşıyoruz. Bu konuda da medya yani sizler bizim tek iletişim kaynağımızsınız.
Türkiye açık biçimde fakirleşiyor. Bakın size bazı veriler vereyim. Gelir adaletsizliği bakımından Avrupa'da en kötü durumdaki ülkeyiz. Türkiye’de en zengin yüzde 5'lik kesim her 100 liranın 23,3'ünü alıyor! Halkın en zengin yüzde 10'luk kesiminin aldığı pay toplam gelirin üçte birini geçip 33,4'e ulaşıyor.
Halkın yarısının toplam gelirden aldığı pay yalnızca yüzde 22,8. Yani halkımızın yarısı en zengin yüzde 5'lik kesim kadar gelirden pay alamıyor. Son 5 yılda zengin daha zengin oldu. Yoksullar ise gelir kaybına uğradı. 2019'da en düşük gelire sahip yüzde 50'lik kesimin toplam gelirden aldığı pay yüzde 24,5 iken, 2023'te bu pay 22,8’e düştü. En zengin yüzde 25'lik kesimin toplam gelirden aldığı pay yüzde 54,4. Bir başka ifadeyle her 100 liranın 54,4 lirasını 25 kişi alırken, kalan parayı 75 kişi bölüşüyor.
Gelir dağılımı eşitsizliği gini katsayısı ile ölçülüyor. Türkiye'de gini katsayısı 0,420. Gelir dağılımı bakımından Avrupa'daki en eşitsiz ülke Türkiye. Gini katsayısı bakımından AB ortalaması 0,296, Rusya'da 0,36, Almanya'da 0,32, Japonya'da 0,31.
Gelir adaletsizliği artıyor, yoksulluk yaygınlaşıyor, aileler eğitime kaynak aktarmakta zorlanıyor, vatandaş gıda harcamalarından bile kısıyor, gençler Türkiye’de umut bulamadığı için yurtdışına göç etmek zorunda kalıyor.
Bir ülke için en büyük felaket deprem değildir, tsunami değildir, hortum değildir. En büyük felaket milletin ülkeye ve geleceğe olan inancını kaybetmesidir. Doğu Almanya kendi insanları kaçmasın diye Berlin Duvarı’nı inşa etti. Duvarlar insanları içeride tutmaya yetmedi. Bir ülke kendi insanlarını kaybediyorsa en büyük zenginliğini, en büyük gücünü kaybediyor demektir. Bizi bu tablo ile karşı karşıya bırakan tüm sorunları gerçekçi şekilde görmek ve çözüm üretmek zorundayız. Cevabını bilmediğimiz bir soru yok. Bakın size bir veri daha sunayım.
Buyrun…
Her 5 kişiden biri evin ısınma ihtiyacını karşılayamıyor. Her 3 vatandaşımızdan biri sofrasına iki günde bir et, tavuk, balık koyamıyor. Türkiye'de yoksulluk hem yayılıyor hem de derinleşiyor. Konut ve borç masrafları dışında vatandaşımız artık günlük giderlerini karşılama gücünü de kaybediyor.
Bakın bizim değil TÜİK verilerine göre;
Türkiye'de halkın yüzde 36,2'si 2 günde bir et, tavuk, balık içeren yemek masrafını karşılayamıyor. Medyan geliri yüzde 60'ın altında olan 16 milyon 960 bin vatandaşımızın yüzde 67,5'u bu masrafı karşılama imkanına sahip değil.
Nüfusumuzun yüzde 19,5'u, yani her 5 kişiden 1'i, evin ısınma ihtiyacını karşılayamıyor. Medyan geliri yüzde 60 ve altında olanlarda bu oran yüzde 43,2'ye çıkıyor.
Yaklaşık her 3 kişiden biri beklenmedik harcamaları karşılayamazken, halkın yüzde 58,8'i evden uzakta 1 hafta tatil masrafını karşılayamıyor, yüzde 64,2'si yıpranmış veya eskimiş mobilyalarını değiştiremiyor. Medyan geliri yüzde 60'ın altında olanlar için bu oranlar daha da acı bir tablo ortaya koyuyor. Yüzde 58,1'i beklenmedik harcamaları karşılayamazken, yüzde 86,5'i evden uzakta 1 hafta tatil yapamıyor, yüzde 88'i eskimiş mobilyalarını yenileyemiyor.
Özetle…
1923’te çok daha ağır şartlar altında biz dünyaya örnek olacak bir cevap ürettik. Özgürlüğe, adalete, milletin egemenliğine adanmış, bilhassa kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet dedik. Bugün 21’inci yüzyıl koşullarında yeniden özgürlüğe, adalete, milli egemenliğin en doğru şekli olan demokrasiye dönmemiz gerekiyor. Hukuk devleti gelirse, demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işlemeye başlarsa, kamu yöneticileri devletin sahibi olduğunu değil, halka hizmet etmekle yükümlü memur olduğunu idrak edip hareket ederse, devletin malı deniz yemeyen domuz zihniyeti yerine nasıl milletimizin bir ekmeğini iki ekmek yaparız diyenler iş başına gelirse Türkiye sorunlarını çözer, dünyaya da birkez daha örnek olur. Bunu başaracağımıza inanıyorum.
Sizin de ifade ettiğiniz gibi İstanbul Türkiye’nin bir prototipi. Bu açıdan hazırladığınız veriler merkezi hükümet için büyük Türkiye fotoğrafı sunduğunu düşünüyor musunuz?
Aynen öyle. Sadece veriler değil uygulamalar da tüm Türkiye’ye örnek oluyor. Kent Lokantaları yaygınlaşıyor. Bizim plana, akla ve bilime değer veren anlayışımız yurt sathında büyüyor, talep görüyor. Sosyal demokrat belediyeciliğin rakiplerinden çok üstün, çok daha başarılı olduğu artık tartışmasız bir gerçek. Zaten milletimiz de 31 Mart’ta bunu tasdik etti, sosyal demokrat belediyelerin sayısı çok önemli oranda arttı. Halk hizmet istiyor, halk iyi yönetim istiyor, kaynaklarının doğru kullanılmasını talep ediyor.
Önümüzdeki dönemde İstanbul örneğinin sadece Türkiye’ye değil tüm Avrupa ve gelişmiş ülkelere de bir model olmaya başlayacağını düşünüyorum. İstanbul’da uygulanan yerel yönetim anlayışı ve geliştirilen projeler birçok batı ülkesinin çok ilerisinde çözümlere sahip. Onların da bilmediği yerel yönetim teknolojileri geliştiriyoruz.
Merkezi hükümet açısından bazı hususların feyz alınacağını umuyorum. Liyakata önem vermenin, katılımcı, şeffaf süreçlerle, ortak akla saygı göstererek yönetme ilkesinin değerini gördük, yaşıyoruz. Merkezi hükümet de bunu uygularsa Türkiye kazançlı çıkar.
Yorum Yazın