Önümüzdeki dört yılda ABD ekonomisinin ne gibi şoklarla karşılaşacağını öngörmek zor. Ama Donald Trump’ın vadettiği hedefler ve düşünülmeden ortaya atılan politika önerileri göz önüne alındığında, Kamala Harris Kasım’daki başkanlık seçimlerini kazanırsa, 2028’de ekonomi çok daha güçlü, adil ve dirençli olabilir.
----
Yazar: Joseph E. Stiglitz |Çeviri: Mert Söyler |Yazının orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz.
----
Kasım’daki ABD başkanlık seçimi birçok açıdan kritik öneme sahip. Seçim, yalnızca Amerikan demokrasisinin geleceğini değil, aynı zamanda ekonominin sağlıklı bir şekilde yönetilmesini de ilgilendiriyor ve seçim sonuçlarının tüm dünya üzerinde büyük etkileri olacak.
Amerikalı seçmenler sadece farklı politikalar arasında değil, farklı politika hedefleri arasında da bir tercih yapacaklar. Demokratların adayı Başkan Yardımcısı Kamala Harris, henüz ekonomik planını tam olarak açıklamasa da büyük olasılıkla Başkan Joe Biden’ın programının ana unsurlarını sürdürecek. Bu program; rekabetin sürdürülebilmesi, çevrenin korunması (özellikle sera gazı emisyonlarının azaltılması), hayat pahalılığının düşürülmesi, büyümenin sürdürülmesi, ulusal ekonomik bağımsızlık, dayanıklılığın artırılması ve eşitsizliğin azaltılmasına yönelik politikaları kapsıyor.
TRUMP'IN NASIL BİR EKONOMİK VİZYONU VAR?
Öte yandan, rakibi eski Başkan Donald Trump, daha adil, güçlü ve sürdürülebilir bir ekonomi inşa etmeyi pek de hedeflemiyor. Cumhuriyetçilerin adayı, kömür ve petrol şirketlerine sınırsız destek vermeyi, Elon Musk ve Peter Thiel gibi milyarderlerle yakın ilişkiler kurmayı vadediyor. Bu da ABD ekonomisinin daha zayıf, rekabet gücünden yoksun ve daha eşitsiz hale gelmesine neden olacak bir yol haritası sunuyor.
Ayrıca, ekonomi yönetiminde hedefler belirlemek ve bu hedeflere ulaşacak politikalar oluşturmak ne kadar önemliyse, şoklara hızlı yanıt verebilmek ve yeni fırsatları değerlendirebilmek de aynı derecede önemli. Bu konuda iki adayın nasıl performanslar sergileyebileceklerine dair elimizde örnekler var. Trump, önceki başkanlık döneminde COVID-19 pandemisine son derece kötü bir şekilde yanıt verdi ve bu süreçte bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Ülke liderliğe ihtiyaç duyarken, halka "çamaşır suyu enjekte etmelerini" önerdi.
Daha önce görülmemiş krizlerle başa çıkmak, en iyi bilimsel verilere dayanarak zor kararlar almayı gerektirir. Harris, bu tür durumlarda dikkatli ve dengeli çözümler üretebilecek bir lider. Trump ise kaostan beslenen, bilimi reddeden ve fevri davranan bir narsist.
ARTAN BELİRSİZLİK VE EŞİTSİZLİK
Trump’ın Çin’e karşı önerdiği çözüm %60 ve üzeri oranda genel gümrük vergileri uygulamak. Ciddi bir ekonomist, bunun sadece Çin’den doğrudan ithal edilen ürünlerin değil, aynı zamanda Çin yapımı parçalar içeren birçok ürünün de fiyatını artıracağını kolayca söyleyebilir. Bu durumun bedelini en çok alt ve orta gelirli Amerikalılar öder. Enflasyon yükseldikçe ve ABD Merkez Bankası (Fed) faiz artırmak zorunda kaldıkça; yavaşlayan büyüme, artan enflasyon ve yükselen işsizlik gibi etkiler ekonomiye ağır darbeler vuracaktır.
Durumu daha da kötüleştiren bir diğer nokta, Trump’ın Fed’in bağımsızlığını tehdit eden aşırı bir tutum takınması. Bu durum aslında yargının ve kamu hizmetlerinin bağımsızlığını baltalamaya yönelik girişimleri de düşünüldüğünde şaşırtıcı değil. Trump’ın yeniden başkan olması, ekonomik belirsizliği artıracak, yatırımları ve büyümeyi düşürecek ve neredeyse kesin olarak enflasyon beklentilerini yükseltecek.
Vergi politikaları da benzer sorunlarla dolu. 2017’de zenginlere ve şirketlere yapılan vergi indirimlerini hatırlayalım; bu indirimler daha fazla yatırım yerine sadece geniş çaplı hisse geri alımlarına yol açmıştı. Cumhuriyetçiler zenginlere vergi indirimi konusunda her zaman heveslidir, ama Cumhuriyetçilerin bile birkaçı bu politikanın bütçe açıklarını artıracağını gördü ve bu nedenle 2025’te sona erecek bir düzenleme eklediler. Fakat Trump, “damlama etkisi” teorisine dayanan vergi indirimlerinin işe yaramadığına ve maliyeti kendi kendine karşılamadığına dair tüm kanıtları görmezden gelerek, 2017 vergi indirimlerini yenilemek ve daha da derinleştirmek istiyor. Bu da ulusal borca trilyonlarca dolar ekleyecek.
Trump gibi popülistler bütçe açıklarını önemsemese de ABD’deki ve dünyadaki yatırımcılar endişelenmeli. Verimliliği artırmayan harcamalarla şişen açıklar, enflasyon beklentilerini yükseltir, ekonomik performansı zayıflatır ve eşitsizliği artırır. Ayrıca, Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası'nı iptal etmek, sadece çevreye ve ABD’nin rekabet gücüne zarar vermekle kalmaz, ilaç fiyatlarını düşüren düzenlemeleri ortadan kaldırarak yaşam maliyetlerini de artırır.
TRUMP'IN ÜNİVERSİTELERE KARŞI SAVAŞI
Trump ve onun atadığı iş dünyası odaklı yargıçlar, Biden-Harris yönetiminin güçlü rekabet politikalarını geri döndürmeye çalışıyorlar. Bu politikaların kaldırılması, piyasayı etkileme gücüne sahip şirketlerin etkisini artıracak ve yeniliği engelleyerek ekonomik performansı zayıflatacak, dolayısıyla eşitsizliği artıracaktır. Ayrıca, gelirle bağlantılı şekilde dağıtılan öğrenci kredileri aracılığıyla yükseköğretime erişimi artırma girişimlerini iptal ederek, 21. yüzyılın yenilikçi ekonomisi olmanın zorluklarına karşı ABD'nin hazırlıklı olmasını sağlayabilmek için en çok ihtiyaç duyduğu sektöre yapılan yatırımları azaltacaktır.
ABD ekonomisinin uzun vadeli başarısı için Trump'ın vizyonunun teşkil ettiği en büyük tehlikelerinden biri de şudur: Olası bir Trump yönetimi, Amerika'nın son 200 yıldaki rekabet avantajının ve yaşam standartlarının kaynağı olan temel bilim ve teknolojiye ayrılan bütçeyi büyük ölçüde kesecek. Trump'ın düşündüğünün aksine, ülkenin ekonomik gücü kumarhanelerde, golf sahalarında veya gösterişli otellerde yatmıyor.
Önceki döneminde Trump, bilim ve teknolojiye ayrılan bütçede büyük kesintiler önermişti, ama aşırı uçta olmayan Cumhuriyetçi Kongre üyeleri bu kesintileri engellemişti. Fakat bu sefer durum farklı olabilir; çünkü Cumhuriyetçi Parti, Trump’ın kişi kültünü yansıtan bir yapıya dönüşmüş durumda. Üstelik parti, ABD'nin bilimsel bilgi havuzunu genişleten, dünya çapında en yetenekli bireyleri çeken ve ülkenin rekabet avantajını sürdüren önde gelen üniversitelere karşı açıkça savaş açmış durumda.
Daha da kötüsü, Trump hem ulusal hem de uluslararası alanda hukukun üstünlüğünü zayıflatmayı kararlılıkla sürdürüyor. Tedarikçilere ve yüklenicilere ödeme yapmayı reddetmegeçmişi, onun karakteri hakkında çok şey söylüyor: Elindeki gücü kullanarak her şeyi elde etmeye çalışan bir zorba. Şiddet yanlısı isyancılara açıkça destek vermesi, durumu daha da ciddi hale getiriyor. Hukukun üstünlüğü sadece adil bir hukuki düzen için değil; sağlıklı işleyen bir ekonomi ve demokrasi için de kritik öneme sahip. 2024 sonbaharına yaklaşıldığında, ekonominin önümüzdeki dört yılda hangi zorluklarla karşılaşacağını tam olarak bilmek imkânsız. Ancak kesin olan bir şey var: Harris seçilirse, 2028'de ekonomi çok daha güçlü, daha eşit ve daha dayanıklı olacak.
Yorum Yazın