Erdoğan’ın Bahçeli ve devletle kurduğu ideolojik ortaklıkta belirleyici aktör esas olarak “devlet” ve onun tercihin ne olacağını bilmiyoruz. Ve bildiğimiz bir şey var ki, devlet ideolojik özünü korumak için her türlü ittifaka açık olacaktır. Ve bu yeni ittifaklarda güç kadar yönetebileceği siyasi aktörler de tercihi olacaktır.
Son günlerde sadece siyasetin değil demokrasinin de olmazsa olmazı şeyler yani iktidar ve muhalefet parti liderleri arasında karşılıklı ziyaretler olması tek başına neredeyse “Türkiye’nin demokratikleşmesi”nin işareti kabul edilmeye başladı.
Tek başına bu algı bile Türkiye’de siyasetin, doğal olarak demokrasisinin içinde olduğu “siyasetsizlik” ve “antidemokratik” halinin göstergesidir. Oysa normal bir demokraside, ister iktidar, ister muhalefet olsun tüm partiler, parti liderleri arasında karşılıklı diyalog, görüş alışverişi, zaman zaman dayanışma siyasetin olmazsa olmasıdır.Ama gerçek şu ki, Türkiye’de demokrasinin de, siyasetin sınırı da çok daralmıştır. Bu, siyasi iktidarın 2011 sonrası tercihleri, ve nihayet 2015’de AKP+MHP blokunun Cumhur İttifakı olarak kurduğu ideolojik ortaklık ve onların iktidarının kolaylaştıran Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile oldu.
Bu açıdan Türkiye asgari gerekleri gereğince demokratik bir ülke değildir.Nitekim yakın zaman kadar iktidar blokunu oluşturan iki parti yani AKP ve MHP için muhalefet partileri, siyasi “rakip” değil adeta siyasi “hasım” olarak kabul edildi ve siyasi söylemler buna göre inşa edildi. Meclis bir müzakere ve ikna ile yasama faaliyetlerinin yapıldığı bir temsil mekanı değil, iktidar blokunun plebisiter çoğunlukla kararlar aldığı yasama mecrası oldu.
Bunun en doğal sonucu, muhalefetin verdiği pek çok soru, araştırma önergesi, komisyon kurulma talebi AKP+MHP oylarıyla reddedildi.Bütün bunlar, 31 Mart’a kadar bir bütün olarak iktidarın, bir bütün olarak muhalefete yaklaşımının sembolik gösterenleridir.
Erdoğan’ın CHP’yle kurduğu bir ilişki esas olarak siyasi bir zorunluluk sonucu gerçekleşti. Bu tercihin bir tarafında da kuşkusuz, iktidar blokunun Ekrem İmamoğlu’nu siyaseten görmezden gelme ve onun yerine Özel’i siyasi muhatap kabul etme siyasetinin bir sonucudur.
İKTİDAR ÖZEL’İ TERCİH EDİYOR
Bu tablo son haftalarda değişmiş görünüyor. 31 Mart sonrasında iktidar blokunun büyük ortağı AKP’nin içinde ciddi itirazlar yükseldi ve bu itirazlar AKP lider Erdoğan’da da karşılık buldu. 31 Mart seçimlerinden birinci parti çıkan CHP’nin lideri Özgür Özel’in sadece Erdoğan değil diğer muhalefet partilerini de ziyaret etmesi. Ve nihayet Erdoğan’ın CHP’ye iade-i ziyareti.
Kabul edelim ki, Erdoğan’ın CHP’yle kurduğu bir ilişki esas olarak siyasi bir zorunluluk sonucu gerçekleşti. Bu tercihin bir tarafında da kuşkusuz, iktidar blokunun Ekrem İmamoğlu’nu siyaseten görmezden gelme ve onun yerine Özel’i siyasi muhatap kabul etme siyasetinin bir sonucudur.
Bu bağlamda eğer 31 Mart, muhalefet değil iktidarın galibiyeti ile sonuçlansa bu görüşmelerin hiç biri gerçekleşmezdi.
Şimdi sormamız gereken soru şudur; AKP’den gelen ve Erdoğan’ı adım atmaya iten bu baskılar nereye kadar gider?
İkincisi de; Erdoğan, Bahçeli ile kurduğu temelde ideolojik olan siyasi ortaklığı nereye kadar taşır?
Bu soruları sormamıza yol açan ise Erdoğan’ın önceden açıklandığı üzere Özel’le görüşmesinden sonra Ankara’da sokak ortasında öldürülen Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş’in eşi ve çocuklarını kabul etmesi ve fotoğraf vermesidir.
Bahçeli’nin bu açıklamasından sonra akla gelen soru; “Cumhur İttifakı bozulur mu?” oldu. Çelik’in açıklamaları da bunun bu aşamada kolay olmadığını gösterdi.
BAHÇELİ’NİN RESTİ, ÇELİK’İN AÇIKLAMASI
Dün, önceki gün yaşanan bu gelişmeler sonrasında MHP lideri Bahçeli uzun bir açıklama yaptı.
Uzun açıklamasının önemli bölümü şöyle;“Bu kapsamda siparişi yapılan normalleşme ve yumuşama atmosferinin sürdürülebilir hale gelmesinin önünde şayet Milliyetçi Hareket Partisi bariyer olarak telakki ve tarif ediliyorsa, bu konuda da geniş bir ittifak husule gelmişse, bize düşen sorumluluk ülkemiz ve milletimiz uğruna her türlü fedakarlığı göze almak, gereğini ise gönül huzuruyla yapmaktır. AK Parti içindeki gayri memnun kesimin (vurgu bana ait) devamlı suyu bulandırmasını da dikkate alarak, AK Parti ile CHP arasında geniş tabanlı bir ittifakın vücuda gelmesi, buna da altılı masanın diğer unsurlarının desteği Milliyetçi Hareket Partisi’nin samimi dileği ve temennisidir. Buna rağmen Cumhur İttifakı’na bağlılığımız kararlılıkla devam edecek, TBMM’de kanun tekliflerine verilen desteğimiz aynen sürecektir.”
Yukarıda alıntıda vurgu yaptığım gibi Erdoğan’ı bu adımları atmaya zorlayan AKP içinde partideki küçülmeyi durdurmak isteyen parti elitleridir. Bunların başarılı olup olmayacağı da, Erdoğan’ın sadece MHP’yle değil devletle kurduğu ideoojik ortaklığa bağlıdır.
Nitekim Bahçeli’nin bu açıklamasından sonra akla gelen soru; “Cumhur İttifakı bozulur mu?” oldu.Açıkçası bu kolay değildir.Nitekim AKP Sözcüsü Ömer Çelik sosyal medyada şu paylaşımda bulundu:
"Ülkemizi karşı karşıya olduğu tehlikelerden korumak ve geleceğe güçlü bir şekilde taşımak için kurulan Cumhur İttifakı kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Türkiye Yüzyılı hedeflerine ulaşmak için Cumhur İttifakı olarak, ülkemizi geleceğe taşımak ve milletimize hizmet etmek noktasında güçlü siyasetlere imza atmaya devam edeceğiz. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Sn Recep Tayyip Erdoğan’ın vurguladığı gibi bu konudaki irademiz tamdır.”
Çelik’in bu açıklaması Cumhur İttifakı’nın bozulmasının bu aşamada ve ‘şimdilik’ kolay olmadığını gösteriyor.Ama şu da var ki, Erdoğan’ın Bahçeli ve devletle kurduğu ideolojik ortaklıkta belirleyici aktör esas olarak “devlet” ve onun tercihin ne olacağını bilmiyoruz. Ve bildiğimiz bir şey var ki, devlet ideolojik özünü korumak için her türlü ittifaka açık olacaktır.
Ve bu yeni ittifaklarda sahip olunacak güç kadar yönetebileceği siyasi aktörleri tercih edilecektir.Açıkçası sıcak bir yaz gibi sıcak bir sonbahar da bizi bekliyor.
Çünkü Türkiye ile birlikte devlet de zayıflıyor.O yüzden Cumhur İttifakı’nın geleceğine ‘Devlet’ karar verecek.
Ama sonuç ne olursa olsun olası yeni dönemde CHP, var olan sisteminin meşrulaştırıcı değil dönüştürücü gücü olmalıdır.
Yorum Yazın