İktidar/devlet blokunun başlattığı yeni süreci değerlendirirken 2013-2015 arasındaki ilk çözüm sürecini dikkate almakta yarar var. Bu yazı bir ilk süreç hatırlatması olsun.
Dünkü yazısında yazarımız Hakan Tahmaz, son süreci; “… içinde bulunduğumuz süreci, birincisinden çok farklı, bugüne kadar dünyada denenmemiş bir tür Türk usulü ikinci çözüm süreci”diye tanımlanabileceğini yazmış.
Açıkçası haksız sayılmaz. Bu açıdan iktidar/devlet blokunun başlattığı bu sürece bu anlamıyla ‘Yerli ve Milli’ çözüm süreci denebilir.
İktidar bloku bu süreç için esas olarak “Terörsüz Türkiye” diyor ve başlayan süreci de bir fırsat penceresi olarak görüyor. Bu tanımıyla esas olarak içerde terörün olmadığı bir Türkiye hedefleniyor denebilir.
Bakalım bu pencereden hangi havalar esecek.
Kuşkusuz ‘barış’ adına atılan her adım, geldiği yerden bağımsız olarak anlamlı. Ama son adımın barış için atılıp, atılmadığı da iyice sorgulanmalı.
Bu yeni sürecin sonucu barış olsa da, bir o kadar önemli olan sürecin nasıl işleyeceği ve barışın hangi siyasi koşullar altında gerçekleşeceğidir. Sonuçta demokratik bir ülkede barış tanımı, kendini tahkim etmiş bir otoriter sitemdeki barış tanımından hayli farklı olacağı açıktır.
2013-2015 döneminden alacak dersimiz yok mu?
Son sürece gelmeden önce 3 Ocak 2013’de başlayan -bana göre Gezi’de biten- ve bir biçimde 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı açıklamasına kadar olan süreçte yaşananları; o mutabakatta söylenenleri ve mutabakat hakkında Erdoğan’ın sözlerini hatırlayalım.
3 Ocak 2013’de başlayan sürece, “Çözüm Süreci” denmişti.
Peki bu doğru adlandırma mıydı?
Bana göre değildi ve bunu o zaman da yazmıştım.
Değildi, çünkü sürecin temelde iki boyutu vardı.
İlki, içerde atılacak demokratikleşme adımları ile Kürt sorunun çözülmesi.
İkinci boyutu ise, öncelikle sınır içindeki PKK’lıların sınır dışına çekilmesi, ardından PKK’nın silah bırakması; ülkeye dönebileceklere dönme yolunun açılması, dönemeyecek olanların ise 3. ülkelere gidebilmesinin yolunun açılmasıydı.
İkinci adım olan PKK’lıların çekilmesi de, demokratikleşme yolunda kararlaştırılan adımların atılmaması sonrasında 9 Eylül 2013’de KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın yaptığı “Atılan adımlar karşısında Türk hükümetinin sorumsuz davranması, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmaması nedeniyle geri çekiliş durduruldu” açıklaması geldi.
Açıklamada çekilmenin durdurulduğu ama ateşkesin sürdürüleceği kararı vardı.
Kuşkusuz PKK’nın bu kararının temel nedeni iktidarın demokratikleşme adımları atmaması değil Suriye’de yaşananlardı.
O günlerde bir yazımda;“PKK "BEKLE-GÖR" POZİSYONUNDA” ara başlığını koymuş ve;
“PKK bu kararı neden aldı?
PKK’nın bu kararı almasında birbirleriyle dolaylı bağlantısı olsa da “görünmeyen dış” ve “görünen iç” nedeni var.
Önce görünmeyen dış nedene bakalım.
PKK’nın bu kararı almasında en büyük neden Suriye merkezli gelişmeler. Rusya ve İran’ın arkasında durduğu Esad, Mısır darbesi ile siyasi ömrünü biraz daha uzattı. Son olarak, kimyasal saldırı sonrası gündeme gelen operasyonun, yerini diplomasiye bırakması da bunun bir işareti.
Suriye’deki kaos halinden en fazla yararlanan yapı, kuşkusuz gerek örgütlülüğü gerek elindeki silahı, gerekse nüfus ağırlığı ile PYD oldu. Esad ile muhalifleri arasındaki savaşta üçüncü yol izleyen PYD, Suriye’nin kuzeyinde elde ettiği otonom konumu her geçen gün güçlendirdi. Suriye’de oluşan de facto bölünmüşlük halinin, en çok PKK’yı mutlu ettiğine kuşku yok.
Açıklamada yer alan “ateşkesin devamı” kararı PKK’nın, Arap Baharı’nın ilk başladığı dönemde Öcalan’a rağmen 14 Temmuz’da Silvan’da yıktığı barış masası deneyiminden ders aldığını gösteriyor.
PKK, Suriye’de oluşan de facto halin yarattığı imkanları kullanabilme olasılığı için kendi konumunu “bekle-gör”e aldı.” yazmıştım.
Sonuçta 2014’de yapılan yerel seçimlere çatışmasızlık ortamında gitmek isteyen iktidar bu durumu bir imkan gördü ve kullandı.
Sonuçta her iki taraf da, sürecin bitmiş olduğu gerçeğine rağmen devam ediyormuş gibi davrandı ve nihayet Dolmabahçe Mutabakatı’na gelindi.
Sonuçta 28 Şubat’ta Dolmabahçe Mutabakatı açıkladı.
Açıklama yapan heyette AKP’den Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu; HDP’den ise Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve İdris Baluken yer aldı.
Görüşme sonrası HDP adına, son süreçte yine Öcalan ile görüşemeye giden Sırrı Sürayya Önder, AKP adına da Yalçın Akdoğan birer açıklama yaptılar.
Sırrı Süreyya Önder Öcalan’ın görüşlerini de içerek açıklamasında;
“Uzun bir sürecin önemli bir aşamasına geldik. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar süregelen demokratikleşme sorunları ve son 30 yılda 40 binden fazla insanın, insanımızın yaşamına mal olan Kürt meselesinin çözümüyle ilgili yürütülen çözüm süreci çalışmalarında tarihi bir karar sürecinin eşiğinde bulunmaktayız.
Başlangıcından bugüne bu sorun devletin dönüşümüyle ilişkilidir. Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti, bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir.
Dolayısıyla çözümün barış ve evrensel demokrasiyle bağı sağlıklı kurulmadıkça, kurmaya çalıştığımız demokratik barışın devlet ve toplum yapısında haktan, adaletten ve eşitlikten yana bir dönüşüm sağlaması düşünülemez.
Bu itibarla süreç cumhuriyet tarihi boyunca varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla gelişmek durumundadır.
Tarihin bizlere yüklediği büyük sorumluluk, çözümün de çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp, tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen muhtevası olmasıdır.
Dolayısıyla, bölgenin yüz yıllık dengeleri altüst olurken, küresel ve bölgesel zorbalıkların yol açtığı algısal ve iradesel yaklaşımlar, evrensel insani değerler ölçüsünce geliştirilerek aşılmalıdır.
Muhtevası gereği çok hareketli ve dinamik bölgesel koşullar göz önüne alındığında, sürece de dinamik bir yaklaşım gereklidir. bütün bu belirlemelerin ışığında, zaman zaman aksamalar ve kırılmalarla yürütülen diyalog süreci resmî, ciddi ve sorumlu bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır.
Süreçte gelinen aşamaya ilişkin Öcalan’ın temel belirlemesi de şudur:
Bu 30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yı bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum.
Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır. Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır:
1) Demokratik siyaset tanımı ve içeriği,
2) Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması,
3) Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri,
4) Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar,
5) Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları,
6) Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması,
7) Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri,
8) Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi,
9) Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması,
10) Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.
Tüm bu hususlarda beklenen tarihi gelişmelerin hayata geçebilmesi için, tahkim edilmiş bir çatışmasızlığın elzem olduğuna şüphe yoktur. Biz de HDP Heyeti olarak, tüm demokratik çevreleri ve barıştan yana olan kesimleri, gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına güç katmaya davet ediyoruz.
Barışa her zamankinden çok daha yakın olduğumuzu bilerek, emek veren ve verecek olan bütün demokrasi güçlerini selamlıyoruz. hayırlı uğurlu olsun.”
ifadelerini kullandı.
AKP Başkan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise;
“Çözüm sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. HDP Heyeti dün İmralı’ya giderek görüşme gerçekleştirdi.
Biz de sayın başbakanımızın başkanlığında çözüm süreci kurulunda gelinen aşamayı tüm boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde ele almıştık.
Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz.
AK Parti iktidarı olarak, 12 yıldır akan kan dursun, analar ağlamasın diyerek sessiz devrim niteliğinde adımlar attık. Her türlü sorunun çözüm yeri olarak siyaset kurumunu gördük.
Demokrasimiz sorunları konuşabilecek, tartışabilecek, çözüm yoluna koyabilecek imkan ve kabiliyete ulaşmıştır.
Demokrasimizin daha ileri noktalara ulaşması için bütün toplum kesimlerinin siyasi partilerin, STK’ların el birliğiyle gayret göstermesi gerektiği de açıktır.
Silahların devre dışı kalması, demokratik gelişime hız katacaktır. Bir kısım konu başlıkları uzun yıllardır konuşuluyor, tartışılıyor.
Bundan sonra da özgüven içinde tartışmaktan, konuşmaktan geri durmamamız gerekiyor.
Aslında gök kubbe altında konuşulmadık bir şey kalmadı. demokrasilerde halkın desteğini alan görüşler, düşünceler ve politikalar değer kazanır. biz de milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız.
Yeni anayasayı birçok köklü ve kronik sorunun çözümünde önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, uygulama önem taşıyor. Sürecin ete kemiğe bürünmesi, somut gelişmelerin yaşanması önemlidir.
Bu çerçevede iyi niyetli, samimiyetli ve kararlı bir şekilde sürece sahip çıkılması, tüm kesimlerin katkıda bulunmak için taşın altına elini koyması, zorlukları kolaylaştıracaktır.
Sorunlara demokratik çözümler bulmak, bölen ve ayrıştıran değil birleştiren ve güçlendiren bir etki yapmaktadır.
Temel hak ve özgürlükleri daha da geliştirmek, hakça ve kardeşçe bir ortam hazırlamak ancak bütünlüğe katkı sağlar.
Vatandaşlarımızın aidiyet duygusunu daha da geliştirir. Temel sorunlarını geride bırakan Türkiye, küresel ve bölgesel bir güç haline gelecektir.
Çözüm sürecinin zor, meşakkatli, akşamdan sabaha bitmeyecek bir süreç olduğunu biliyoruz. Ancak samimiyet, cesaret ve kararlılıkla sonuca ulaşacağımıza da inanıyoruz.
Her zaman söylediğimiz gibi biz birlikte Türkiye’yiz ve her şey Türkiye için.”
ifadelerini kullandı
Yeni süreç kuşkusuz pek çok açıdan ilk süreçten farklı ve zor siyasi iklimde başlıyor. Bu açıdan 2013-2015 arası yaşananlardan sadece Kürt siyasi hareketi değil hepimiz ders almalı ve değerlendirme yaparken yaşananları dikkate almalıyız.
2013-2015 ARASINDA YAŞANANLARDAN DERS ALMALIYIZ
Bu açıklamalarının ertesi günü iktidara yakın tüm medyada barış havası esmişti.
Peki sonra, sonra ne oldu?
Bu açıklamadan sonra neredeyse üç hafta sessiz kalan Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı için “Ben o ismi kullanamam, kabul edemem” diyerek benim Gezi’den sonra bitti dediğim süreci yok saydı.
Dahası sonraki yıllarda o dönemde iktidar/devlet onayı olan süreçte yer alan HDP’li siyasiler, terör üyeliğinde yargılandılar, cezaevinde kaldılar ve ceza aldılar.
Şunu özellikle hatırlatmak isterim. İlk süreçte, gerek AKP tarafı gerek HDP tarafı ısrarla iki liderin yani Erdoğan ve Öcalan’ın iradesine sonuna kadar güvenmiş ve sürecin mutlaka başarıya ulaşacağından çok emindiler.
O dönemde hem yazılarımda hem de katıldığım TV programlarında mealen; “iki liderin inisiyatifine indirgenen süreçten ancak iki lider yararlanabilir, toplum değil” açıklamasını yapmış ve sürecin toplumsallaştırlamamasınınsorunlarına dikkati çekmiştim.
Yeni süreç kuşkusuz pek çok açıdan ilk süreçten farklı ve zor siyasi iklimde başlıyor. Bu açıdan 2013-2015 arası yaşananlardan sadece Kürt siyasi hareketi değil hepimiz ders almalı ve değerlendirme yaparken yaşananları dikkate almalıyız.
Yarın: Yeni sürecin farkı ne?
Yorum Yazın