İktidar bloku üç nedenden dolayı muhalefet partilerinin yerel seçimlerde elde ettiği başarıdan rahatsız. Onları elinde olan yaptırım gücüyle maddi açıdan zorluyor, keyfi uygulamalarla iş yapamaz hale getirmek istiyor. Ve son noktada da siyasi saiklerle hukuku araç olarak kullanıp, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayyum atayarak kendince çözümler üretiyor.
Türkiye, 2018’de hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile kendine özgü bir yönetim sistemine sahip oldu. Ben bu yeni sisteme “keyfiliğin kurumsallaşması” adını veriyorum. Yasama ve yargı yapısal olarak var ama fiili olarak neredeyse işlevsiz ve büyük ölçüde yürütmeye tabi hale geldi. Anayasal olarak bağımsız olması gereken üst kurumlar işlevsizleştirildi ve yürütmeye tabi kılındı. Medya büyük ölçüde iktidara denetimine girdi ve çalışanlardan toplumun bilgilenme hakkını savunmaları değil devlet memuru gibi gazetecilik yapmaları isteniyor.
Bu yeni sistemde benzer pek çok sorunlu alan ve işleyiş saymak mümkün.
Bununla birlikte, devlet/iktidar bloku tüm keyfiliğine rağmen anayasada var olan bazı kuralların varlığını da ciddiye alıyor. Mesela Cumhurbaşkanı’nın bu görevi üst üste iki dönem yapabileceğine dair hükmün varlığını ciddiye alıyorlar. Ve bu yasağı Erdoğan lehine kaldırmak için anayasa değiştirmek istediklerini açıkça ifade de ediyorlar.
Benzer olmasa da iktidarı rahatsız eden konulardan birisi de yerel yönetimler konusu. Özellikle 31 Mart seçimlerinde CHP’nin elde ettiği başarı iktidar için açıkçası katlanılması zor bir durum. Ve bundan duydukları rahatsızlığı da OHAL Dönemi’nde siyasiyi hayatımıza giren “kayyum” politikasıyla ifade ediyorlar. Ki bunun, anayasaya aykırı olduğu uzmanlar tarafından dile getiriliyor.
İktidar bu yetkiyi önce 2019 yerel seçimleri sonrasında HDP’nin kazandığı yerel yönetimlerde kullandı. Seçilmiş başkanların bazılarını görevden uzaklaştırarak, bazıları hakkında verilen tutuklama kararları ile yerlerine kayyumlar atandı.
Ancak bu uygulamanın bu dönem, sadece Kürt siyasi hareketine ait belediyelerle sınırlı olmayacağını, Esenyurt’un CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp tutuklanması ve yerine kayyum atanması ile gördük.
KAYYUM ÇÜNKÜ…
31 Mart 2024’de yapılan yerel seçimlerde CHP büyük bir başarı elde etti. Şu anda Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 60’nın yaşadığı bölgelerde belediye başkanları CHP’li.
Yerel seçimlerde CHP ve diğer muhalefet partilerinin bu kadar büyük başarı elde etmesi üç açıdan iktidarı rahatsız ediyor.
Bunlar;
- Yerel yönetimleri kendi ideolojik uzantısı görmesi ve bu gücün muhalefete kaptırılması,
- Kaybedilen il ve ilçelerde iktidarın Türkiye tahayyülüne uymayan kültürel, yaşam tarzı bağlamında alternatif birer “özgürlük” alanları olarak kendini var etmesi ve
- Bu il ve ilçelerinin halen sahip olduğu maddi güçler ve gelecekte ortaya çıkabilecek potansiyel maddi gücün kaybedilmesi.
İktidar bu üç nedenden dolayı muhalefetin kazandığı yerel yönetimleri sıkıştırmaya, onları başarısız kılmak için her yolu deneyecek.
Şimdi bunları kısaca açalım.
İlkinden başlayalım. Türkiye’de merkeziyetçilik geçmişten bu yana çok güçlü. Bu yüzden adem-i merkeziyetçi yaklaşım toplumun yakından bildiği, içselleştirdiği bir siyasi model değil. Ve 2018’de hayata geçen yeni yönetim sistemi ile her şeyin biraz daha merkezîleştiğini düşündüğümüz de, iktidar için yerel yönetimler, merkezin yereldeki mikro prototipi olması hedeflendi.
Nitekim iktidar bloku adına seçilmiş tüm yerel yönetimler, bu anlayışa uygun biçimde davranmakta ve merkezin yerel modeli olmayı fazlasıyla içselleştirmiş durumdalar.
Sonuçta merkezde, tüm ülkeyi kontrol edecek sistem kurulduğuna olan inanç, yerel yönetimleri de “fazlalık” olarak görmesi doğaldır. Bu yüzden muhalefetin kazandığı belediyeler iktidar için bir belediyeden çok daha fazla şeyi ifade etmektedir.
İkinci olarak kabul etmek gerekiyor ki özellikle CHP’li belediyeler, iktidar blokunun yönettiği belediyelere göre kültürel ve yaşam tarzı açısından daha özgür alanlar sunmaktadır. Bu açıdan bu ilçeleri, iktidarın tahayyül ettiği Türkiye içinde küçük “özgürlük adaları” olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Nitekim, CHP’li belediyelerin akşam ve hafta sonu nüfusları başka ilçelerden gelenlerle birlikte hayli artmaktadır. Bunun temel nedeni de bu ilçelerdeki özgürlük alanlarının, AKP’li belediyelere oranla çok daha fazla olmasındandır.
İktidar bu ilçelere gidenlerin -özellikle gençlerin ve kadınların-, kendi yaşadıkları belediyelerden benzer taleplerde bulunmasından çekiniyor. Olası özgürlük taleplerinden endişe ediyor.
Son olarak muhalefetin elinde olan belediyelerin gerek sahip oldukları mevcut maddi imkanlar gerekse kentsel dönüşüm üzerinden yaratılacak maddi imkanlara yakın olmak istemesidir. 31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablo ile bu durum, iktidar için daha da önemli hale gelmiştir.
Ülkenin içinde olduğu ekonomik buhranı düşündüğümüzde CHP’li Büyükşehir belediyelerinin, İstanbul’daki kimi ilçelerin iktidar bloku için neden daha cazip hale geldiği anlaşılmaktadır.
Bu yüzden son günlerde başta İstanbul olmak üzere farklı illerde büyükşehir belediye başkanları ve bazı ilçe belediye başkanları ile ilgili söylentiler çıkarılıyor.
İktidar kayyum uygulamasına açık biçimde yerel yönetime el koyma aracı olarak bakıyor.
Otoritere zihniyetten neşet eden merkeziyetçiliğe karşı yerelden başlayarak katılım talebini genişleteceğimiz, aşağıdan yukarıya işleyen bir sistem talep etmeliyiz. Yerel in güçlenmesi demokrasiye de açılan bir kapı olduğu için değerlidir ve sahip çıkılmalıdır. Bunun yolu da kamusal alandaki siyasetten geçmektedir.
YERELİN GÜÇLENMESİ DEMOKRASİYE KAPI AÇAR
İktidar bloku bu üç nedenden dolayı muhalefet partilerinin yerel seçimlerde elde ettiği başarıdan rahatsız. Onları elinde olan yaptırım gücüyle maddi açıdan zorluyor, keyfi uygulamalarla iş yapamaz hale getirmek istiyor.
Ve son noktada da siyasi saiklerle hukuku araç olarak kullanıp, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerine kayyum atayarak kendince çözümler üretiyor.
Ve bunun anti-demokratik olduğunu kendisi de biliyor.
Evet yeni yönetim sistemi siyasetin, demokrasinin alanının daraltmakla kalmıyor adım adım ortadan kaldırıyor. Bu açıdan kendi pratiği açısından tutarlı.
Seçilen yerel yöneticilerin yerine kayyum atanması, yerel yönetim yetkilerinin azaltılması; buna karşı merkezi idarenin güçlendirilmesi, tüm sorunların çözüm adresinin Ankara’ya taşınması demokrasinin derinleştirilmesi değil tersine merkezileşmedir ki, Türkiye yaşanan budur.
Bu tablonun en tipik sonucu, yerel yönetimlerin yerelliğinin yok edilmesi ve her birinin merkezi otoritenin küçük bir prototipine dönüşmeleridir.
Bu açıdan sorun sadece Türkiye’nin yeni yönetim sisteminden değil, o sisteme zihni meşruiyet sağlayan otoriterliktedir.
Temelde yerel yönetimlerin, yerelde olan bir sorunu en yakın idari birimde çözülmesi talebi ve pratiğidir. Bunun gerçekleşmesi temel demokratik talebin de hayata geçirilmesidir. Bu yüzden bunu talep etmeli ve buna karşı kayyum dahil her anti-demokratik girişime karşı durulmalıdır.
Buna karşı siyasi ve sivil alandaki örgütlü muhalefetin ve tek tek biz bireylerin bu sisteme itirazı, yereli güçlendirme taleplerini siyasallaştırmak elimizdeki tek siyasi gücümüzdür.
Otoritere zihniyetten neşet eden merkeziyetçiliğe karşı yerelden başlayarak katılım talebini genişleteceğimiz, aşağıdan yukarıya işleyen bir sistem talep etmeliyiz. Yerel in güçlenmesi demokrasiye de açılan bir kapı olduğu için değerlidir ve sahip çıkılmalıdır.
Bunun yolu da kamusal alandaki siyasetten geçmektedir.
Yorum Yazın