İspanya için temel sorun ise aşırı siyasete bulaşılmış bir ortamda bu konsensüsün nasıl sağlanacağıdır. Yeni dünyanın efendileri şunu anlamadan bu problemlerin çözüleceği noktasında pekte iyimser olmamak lazım: yalansız olmadan paylaşma üzerine yönetme modeli.
Tarihin en önde gelen sömürgeci devletlerinden biri olan İspanya, İber adasının büyük bir bölümünü kaplayan topraklarında (505.990 km²) 40 yıla yakın süren General Franco’nun (1939-1975) baskı dolu merkeziyetçi diktatörlüğünden sonra, 1978 yılında yeni bir anayasa ile parlamenter demokrasiyi (monarşisi olan) inşa sürecini başlatmıştır. Bu dönemde içerideki gelişmelerle federalleşme; dışarıdakilerle de Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci (İspanya, 1986 yılında AB üyesi olmuştur) yaşanmıştır.
Franco sonrası, demokratikleşmenin bir parçası ve güçlü bölgesel çıkarları geliştirmenin bir denge aracı olarak Bask ve Katalonya milliyetçiliği tarafından canlandırılan bölgeselleşme süreci gerçekleşmiştir. Bu gelişmelerin nihayetinde merkezi hükümet, 17 özerk yönetim ve Kuzey Afrika’da özerk yönetime sahip iki şehirden oluşan idari yapıyı ortaya koymuştur. İspanyolca, İspanya’nın resmi dilidir; fakat özerk bölgelerin kendi dillerini ve bayraklarını kullanma hakkı vardır. Özerk bölgelerin kendine ait özerklik yasası, parlamento ve yürütme organına sahip olmasına anayasa ile izin verilmiştir. İspanya 47 milyon nüfusa sahiptir; nüfusun %74’ü İspanyolca, %17’si Katalanca, %7’si Galiçyaca, %2’si Baskça konuşmaktadır. Nüfusun %94’ü ise Katolik’tir. En kalabalık şehirler olarak Madrid (5,7 milyon) ve Barcelona (5 milyon) öne çıkmaktadır. Kuzey Afrika’daki iki şehir olan Ceuta ve Melilla, ciddi bir oranda İslami yoğunluğa sahiptir. 2002-2014 yılları arasında İspanya 4,1 milyon göçmene ev sahipliği yapmıştır. Fakat, 2008 ekonomik krizi ve İspanya’nın 2012 ekonomik krizi sonrası gelen göçmen sayısı azalsa da, günümüzde daha çok Güney Amerika ülkelerinden ve Fas’tan gelerek Katalonya, Akdeniz sahili ve Madrid’de çalışan göçmenler genel nüfusun en az %10’unu oluşturmaktadır (4,5-5 milyon).
2017 yılı itibariyle işsizlik oranı İspanya’da %17 olmuştur. Gençler arasında (15-24 yaş) işsizlik oranı ise %44’tür. Aynı yılda kişi başı milli gelir 38,000 dolar olmuştur. Nüfusun %21’i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Nüfusun %60’a yakını Endülüs, Katalonya, Madrid ve Valancia’da yaşamaktadır. Aynı yıl itibari ile enflasyon %2’dir. 1.19 trilyon dolar gayri safi yurt içi hâsıla ile dünya ekonomisinde 15. sıradadır.
İspanya anayasası parlamentoda yedi önemli grubu temsil eden bir parlamento komisyonunca hazırlanmıştır. Nihai metin 31 Ekim 1978’de parlamento ve senatoda onaylanmış, 6 Aralık’ta referandum ile kabul edilmiş ve 27 Aralık’ta ise kralın oluru ile resmi olarak da 29 Aralık’ta yayınlanınca yürürlüğe girmiştir. Anayasa iki temel soruna cevap vermeye çalışmıştır: demokratik kurumsal çerçevede vatandaşların hakları ve hürriyetlerinin inşası, bölgesel/topluluğa ait siyasi özerkliğin tanınması.
1978 tarihli Anayasa ile İspanya genelde “Özerklerin Devleti” (State of autonomies-Estado de las autonomias) olarak anılmaya başlanmıştır. Merkezi hükümet ve yerel yönetimler arasındaki ilişki Anayasa’da açıklanmamıştır; fakat siyaseten merkezileşmeme sürecinde belirleyici bir unsur olmuştur. “Özerklerin Devleti” başladığından beri merkezi hükümet ve özerk topluluklar arasındaki ilişki iki taraflı veya çok taraflı olmuştur; fakat genelde daha çok “çok taraflı” olmuştur. İspanya’daki Sektörel Konferanslar, çok taraflı ve birleşerek yapılan anlaşmaların en önemli saç ayağı olmuştur. Bu konferanslarda merkezi hükümetin bakanı ve yerel özerk bölgelerin mevkidaş bakanları bir araya gelerek yasa taslaklarını, Avrupa ilişkilerine özerk bölgelerin katılımının koordine edilmesini ve en önemlisi de merkezi hükümetten özerk bölgelere verilecek fonları tartışmaktadırlar. Dayanışmanın (merkez ile yerel) en önemli konusu, özerk bölgelerin yetkisi altında olan sosyal hizmetlerin fonlanması meselesidir. Sektörel Konferanslar, merkezi hükümet tarafından düzenlenmekte ve eşit olmayan bir temelde yürütülmektedir.
Ayrıca, İki Taraflı Komisyonlar ile merkezi hükümet ve bir özerk yönetim bir araya gelerek siyaseten yüksek seviyede olmayan toplantılarla dayanışmayı tartışmaktadırlar. Bu toplantıların amacı, merkezi hükümet veya yerel özerk yönetimlerden birinin yaptığı yasa nedeniyle tartışma ortaya çıkarsa, taraflardan birisi İki Taraflı Komisyonu çağırarak, siyasi pazarlık yapıp, davanın Anayasa Mahkemesi önüne gitmesini engellemeye çalışmaktadır.
Özerk bölgeler arasındaki yardımlaşma mekanizması çok zayıftır, kendi aralarındaki anlaşmalar çok azdır, daha çok resmi olmayan ilişkiler mekanizması vardır. Sektörel Konferanslar, merkezi hükümet olmadan düzenlenememektedir; aynı şekilde özerk bölgelerin başkanlarının bir araya geleceği Başkanlar Konferansı da mümkün olmamaktadır. Eğer, böyle bir şeye imkân olsaydı, özerk bölgeler bir araya gelerek bilgi alışverişinde bulunup, ortak noktaları belirleyip beraberce faaliyetlerde de bulunabilirlerdi. Nihayet, 2004 yılında Başkanlar Konferansı’nda ilk defa İspanya Başbakanı ile özerk yönetimlerin (toplulukların) liderleri bir araya gelmiştir. Bu şekil bir konferans sisteminin oluşturulması, bazı yazarlara göre, normal kurumsallaşmanın göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bunun öncesinde İspanya’da özerk yönetimlerin resmi bir forumda bir araya gelmesinin imkânı yoktu. 2008 yılında sadece özerk bölgelerin olduğu bir Başkanlar Konferansı önerisi sunulmuştur. Özetle, İspanya büyük bir değişim yaşamaktadır; siyasi aktörlerin davranışının değişmesi de zor gözükmektedir. Fakat Avrupa Birliği ile bütünleşme, özerkliğin yeni yasaları, Başkanlar Konferansı’nın kurumsallaştırılması, bu değişimin dönüm noktalarını oluşturarak geleceği şekillendirecek en önemli faktörler olarak gözükmektedir.
1978 Anayasası ile İspanya Özerklikler Devleti’nin dizaynına yol açmıştır. Bu özerklik, özellikle tarihi bölgeler olarak adlandırılan yerlerde, yani Katalonya, Bask ve Galiçya’da hızlıca gerçekleştirilmiş, diğer yerlerde ise yavaş bir şekilde yapılmıştır. Merkezileşmeme sürecinin sonucu olarak bölgesel kimlikler güçlenmeye başlamıştır.
ÖZERKLİK SONRASINDA NE DEĞİŞTİ?
Bir kez daha hatırlayacak olursak, 1978 Anayasası ile İspanya Özerklikler Devleti’nin dizaynına yol açmıştır. Bu özerklik, özellikle tarihi bölgeler olarak adlandırılan yerlerde, yani Katalonya, Bask ve Galiçya’da hızlıca gerçekleştirilmiş, diğer yerlerde ise yavaş bir şekilde yapılmıştır. Merkezileşmeme sürecinin sonucu olarak bölgesel kimlikler güçlenmeye başlamıştır. Etnik, dil ve kültürel kabileci anlayışlar parti sistemine de yansımış durumdadır. Bölgesel liderler, federal seviyede liderlerin seçiminde az bir etkiye sahiptirler. Federal partinin önde gelenleri bölgesel liderleri seçerken, kendi dünya görüşüne sahip olanları sisteme dâhil etmektedirler. Ayrıca, 70’li ve 80’li yıllarda dindarlık siyasette belirleyici bir rol oynarken, 2000’li yıllara gelindiğinde düşmüş olan bu etki bazı parti liderlerinin dini yeniden politize etmesiyle canlanmıştır.
Sivil toplumun çoğunluğu yerelle çok güçlü bağlara sahiptir. Hükümet seviyesinde sivil toplumun dağılımına bakılınca %17 federal, %37 bölgesel ve %47 yerel şeklinde bir oran söz konusudur. Bu kuruluşlar, yerelden bölgesele ardından federasyon olarak örgütlenebilmektedirler. Bölgesel talepler sivil toplum kuruluşlarının güçlü ve fark edilebilir kimliklerinin itici gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüzde, Bask ve Katalonya bölgesi özellikle daha çok merkezi olmama ve çok uluslu İspanya’nın kabul edilmesini (Bask Ülkesi için daha düne kadar savaşmış olan ETA -Bask Anavatan ve Hürriyeti- Navarre ve Fransa’da ki Bask Ülkesi içinde ayrılık istemekteydi), diğer taraf ise İspanyol ulusunun birliğine dayalı yeniden merkezileşme kararı almada mantıklı siyasi organizasyon ve etkinliğe dayanılmasını talep etmektedir.
Diğer bir ifadeyle İspanya, şekli olarak federal bir ülke değil; fakat özerk bölgelerden oluşan çok yüksek seviyede ademi merkeziyetçi bir sisteme sahiptir. Franco sonrası 1975’ten sonra başlayan demokrasiye geçiş sürecinde ayrılıkçı eğilimlerin en geniş şekilde yeni sisteme destek olmasını sağlamak için merkezi olmayan bir model öne çıkarılmıştır. 78 Anayasası’nı hazırlayanlar, yarım bir federal sistemi asimetrik yönleri olan bir şekilde inşa etmişlerdir. İspanya siyasal sistemi merkeziyetçiliği savunanlar ile etnik bölgesel talepleri savunanlar arasında bir dengeyi başta kurabilmiştir. Fakat yeni dünyanın yeni şartları karşısında mevcut sistem ciddi bocalamalar yaşamaya başlamıştır. İspanyol Anayasası’na göre uluslararası ilişkiler merkezi hükümetin yetkisindedir. Özellikle Katalonya ve Bask bölgesi kendi kimliklerinin tanınırlığını arttırmak için sürekli olarak yurtdışındaki ülkelerle ilişki kurmaya ve geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat yine de bu ilişkilerin, genelde, özerk bölgelerin ekonomik sebeplere dayalı motivasyonlarının sonucu olarak ortaya çıktığı da söylenebilir.
78 Anayasası, İspanya’nın ayrılmaz bütünlüğünü belirtmekle beraber kültürel çoğulculuğu koruma ihtiyacı ve bölgesel kendi kendini yönetme hakkına da yer vermiştir. İkinci İspanya Cumhuriyeti (1931-39) döneminde dahi Katalonya, Bask ve Galiçya özerkliğe sahip bölgelerdi. İlginçtir ki 2007 yılında kabul edilen yani Endülüs Özerklik Yasası 1. Maddesi, Endülüs’ü tarihi bir millet olarak kabul etmiştir. Anayasa’nın belirsiz metnine rağmen 1979-83 arasında 17 özerk topluluk ve 2 özerk şehir oluşturulmuştur. Bunlar; Endülüs, Aragon, Asturias, Bask Ülkesi, Balearic Adaları, Kanarya Adaları, Cantabria, Castille-LaMancha, Castille-Leon, Catalonia, Extramadura, Galicia, La Rioja, Madrid, Murcia, Navarre, Valancia, Kuzey Afrika’da iki özerk şehir Ceuta ve Melilla’dır.
Her bir özerk topluluk genel oyla seçilen parlamento veya yasama organına sahiptir. Parlamento özerk topluluğun başkanını seçer. Seçilen başkan Bölgesel Hükümet Konseyi’ni atar. İspanya Anayasası 148 ve 149. maddelerin çizdiği sınırlar içerisinde her bir özerk yönetim kendi Özerk Yasası’ndaki sayılan yetkilerin tamamına, ulusal hükümetçe transfer edilmiş olan özerk hükümet kurumlarının organizasyonuna, arazi kullanımı planlaması, şehir planlaması, konut, kamu hizmetleri, tarım, balıkçılık, kültür, ekonomik gelişme, turizm, vb. yetkilerine sahiptir. Tarihi sebeplerden dolayı Bask Ülkesi ve Navarre için bu yetkilere, vergi düzenlemesi ve toplanması da eklenmiştir. Her bir özerk yönetimde merkezi hükümeti temsil eden bir delege bulunmaktadır.
Her ne kadar Katalanca, Baskça, Galiçyaca resmi statüsü kabul ediliyor olsa bile, resmi dil sadece İspanyolcadır. Ayrıca, Franco’nun diktatörlüğü döneminde (1939-1975) etnik milliyetçi taleplere bir sempati olsa bile bu, sosyal ve siyasi bir çoğulculuğa dönüşmemiştir. 2002 yılında yapılan bir ankette İspanyolların %78’i kendilerini “çift kimlikli”, yani hem İspanyol hem de Katalan, Endülüslü veya Bas, vb. olarak tanımlamıştır. Nüfusun sadece %22’si kendisini İspanyol, Katalan, Bask veya Endülüslü, vb. tek kimlik üzerinden tanımlamıştır. Fakat bu durum, son 10 yılda ciddi şekilde değişmeye başlamıştır.
İspanya’daki iki büyük parti olan Sosyalist Parti ve merkez sağın partisi olan Halkın Parti, Bask ve Katalan milliyetçiliğine çok farklı baktıklarından dolayı aralarında bir uzlaşma sağlayarak bir anayasal reform yapmaları imkânsız gibi gözükmektedir. 2004 yılından sonra özerk bölgeler özellikle Bask ve Katalan bölgeleri İspanya’nın merkezi hükümeti ile ikili anlaşma kurma yoluna gitmeye çalışmıştır. 2005 yılında Bask Ülkesi, İspanya hükümeti ile ilişkilerinde ikili anlaşmayı (Ibarretxe Plan) teklif etmiş, fakat (federal) İspanya Parlamentosu bunu reddetmiştir. Bazı özerk bölgeler için özerkliğin arttırılması, her daim bir gaye olmuştur; fakat etnik milliyetçiliğe ciddi şekilde dayalı özerk bölgeler ise İspanya’nın çok uluslu bir devlet olarak tanınmasını istemeye devam etmektedir.
1978 yılında İspanya OECD kayıtlarına göre gelişmişliğin altında bir ülke olarak kayıtlara geçmiş durumdaydı. Bugün için ise İspanyol ekonomisi, çok ciddi atılımlar içerisindedir. Gerçi, Endülüs, Bask Ülkesi, Katalonya, Madrid ve Valencia İspanya’nın gayri safi milli hasılasının %70’inden fazlasını sağlamaktadır. Haliyle, bu durum özerk bölgeler arasında rekabetin artışını dengesizleştirmekte ve özerk bölgeleri hem içerde hem dışarda siyasi hareketliliğe teşvik etmektedir.
Uzun süre devam eden iç savaş, sonrasında hem I. hem de II. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan İspanya, 1939 yılında General Franco’nun ülkesi haline gelmiştir. 1939 yılında başlayan Franco hâkimiyetine karşı uluslararası izolasyon uygulanmıştır. Hem Birleşik Devletler hem de Sovyet Rusya bunu desteklemiştir. Franco’nun İspanya’sı BM üyeliğinden çıkarılmıştır.
İSPANYA İÇİN BİR GEÇMİŞ ANALİZİ
İspanya’nın bugünkü durumun anlayabilmek için geçmişine de bakmak önem arz etmektedir. 1898 İspanya-Amerika Savaşı sonrası İspanya; Küba, Porto Riko ve Filipinler’i kaybetmiştir. 1850-1950 arasında 3,5 milyon İspanyol, Güney Amerika ülkelerine göç etmiştir. İkinci Cumhuriyet (1931-36) istikrar bozucu kutuplaşmadan dolayı iç savaşa (1931-36) neden olmuştur, ardından bu da Franco diktatörlüğünün doğuşuna (1939-75) zemin hazırlamıştır. 60’lı ve 70’li yıllarda ise bu göçler diğer Avrupa ülkelerine olmuştur. Daha sonra uzun süre devam eden iç savaş, sonrasında hem I. hem de II. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan İspanya, 1939 yılında General Franco’nun ülkesi haline gelmiştir. 1939 yılında başlayan Franco hâkimiyetine karşı uluslararası izolasyon uygulanmıştır. Hem Birleşik Devletler hem de Sovyet Rusya bunu desteklemiştir. Franco’nun İspanya’sı BM üyeliğinden çıkarılmıştır. Franco döneminin başlarında az da olsa Arjantin İspanya’ya destek olmuştur. Bu yıllarda sürgünde olan Bask ve Katalan hükümetleri uluslararası meşruiyete sahip olmuşlardır; fakat pratikte önemli bir siyasi etkileri olmamıştır. Pek çok denemeden sonra İspanya 1956’da BM üyesi olmuştur ve ilginç bir şekilde 1969 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye seçilmiştir. Fakat soğuk savaş dönemi olması ve Franco’nun komünizm karşıtlığı bu izolasyonu kırmasına yol açmıştır. 1953 yılında ABD ile yapılan ikili anlaşma dünya çapında diplomatik kabulün başlangıcını oluşturmuştur.
Federal ülke olan Almanya ve Belçika’da olduğu gibi kurucu unsurlarda (kurucu iktidar) İspanya’nın özerk bölgelerinin merkezi hükümetin yerel yönetimlerle ilgili olan önemli bir yurt dışı siyaseti veya meselesi olsa bile, buna siyaseten etki edememekte veya hukuki veto yetkisi bulunmamaktadır. İspanya hükümeti daha önce özerk bölgelere ait olan pek çok yetkiyi AB’ye devretmiştir. Bu da, bölgesel elitistleri endişelerinden dolayı AB konularına daha çok katılmaya teşvik eder hale getirmiştir.
Anayasal reform meselesi merkezi hükümetin ajandasına ilk olarak 2004 yılında girmiştir. O tarihte yeni seçilmiş olan İspanya Sosyalist İşçi Partisi spesifik olarak dört alanda anayasa reformu sunmuştur: senato, özerk toplulukların adının birleştirilmesi -farklıklarının anayasada devam etmesi-, AB’nin özel referansla anayasaya alınması, tahta geçmede cinsiyet eşitliği. Ana muhalefet partisi olan muhafazakâr Halkın Partisi, her ne kadar teorik olarak teklifin bazı yönlerine katıldığını ifade etse de 2010 yılında reform sürecine katılmayı reddetmiştir. Anayasa reformunda parlamentoda çoğunluğu sağlamak için Halkın Partisi’nin desteğine ihtiyaç olduğundan resmi olarak teklif sunulmadan zaten bloke olmuştur.
İspanya Senatosu ise, kısaca göz atacak olursak, 265 üyeden oluşmaktadır. Bunların 208’i genel oyla seçilmektedir, 57’si ise, bölgesel yasama organlarınca atanmaktadır. Senatörler dört yıllığına görev yaparlar. Bölgelerin atamış olduğu senatörler, her an bölgelerce geri çağrılabilir. Senato ilk olarak 1837 Anayasası ile kurulmuştur. 1845, 1856, 1869 ve 1876 anayasalarında senatoya yer verilmiştir. 1923 yılında General Rivera’nın darbesi ile parlamento ile birlikte kapatılmıştır. 1978 yılında yeni anayasa ile yeniden inşa edilmiştir. 26 Haziran, 2016 seçimlerine göre Halkın Partisi grubunun 127 seçilmiş, 20 atanmış toplamda 147 senatörü mevcuttur. Sosyalist grubun 42 seçilmiş, 20 atanmış, toplamda 62 senatörü vardır. Birlikte Yapabiliriz grubunun 14 seçilmiş, 6 atanmış senatörü vardır. Cumhuriyetçi Sol grubun 10 seçilmiş, 2 atanmış senatörü vardır. Senatoda Bask grubunun 5 seçilmiş, 1 atanmış senatörü vardır. Milliyetçi grubun 3 seçilmiş, 3 atanmış senatörü vardır. Karışık grubun ise, 7 seçilmiş, 6 atanmış toplamda 13 senatörü vardır.
İspanyol monarşik parlamenter sistemi iki meclislidir. Parlamentonun fonksiyonları daha fazladır. Pek çok Senato tedbirlerini (önlemlerini) etkisiz kılabilir. Başbakan için güven oylamasını sadece parlamento verebilir veya hükümeti düşürebilir. Meclislerden her ikisi de normal yasa yapma sürecini başlatabilir. Senato yasa teklifini parlamentoya değişiklik için gönderebilir veya veto edebilir. Parlamento bunu salt çoğunluk oyu ile bertaraf edebilir. Temel medeni, hakları ve bölgesel yetkilendirmeleri düzenleyen temel yasaların kabulü için hem parlamento hem senatoda salt çoğunluğa ihtiyaç vardır. Anayasal değişikliklerde ise her iki meclisin 3/5 (%60) çoğunluğu gerekli, fakat senato bu çoğunluğa ulaşamazsa ve parlamento-senato karışımından oluşan komite de problemi çözemezse parlamento 2/3 çoğunlukla, eğer senatoda salt çoğunluğu kabul etmişse, bu değişikliği gerçekleştirebilir.
Senatonun bazı özel fonksiyonları vardır: Anayasa Mahkemesi hakimlerinin atanması, Yargı Kuvveti Genel Konseyi üyelerinin atanması. İspanya Anayasası 155. maddeye göre bölgesel başkanların disiplininden sadece senato sorumludur. Sadece senato yerel hükümetleri sona erdirebilir. Nisan 2006’da Marbella Şehir Konseyi (meclisi) üyelerinin çoğunun yolsuzluklara karışması neticesinde senato yetkisin kullanarak konseyi fesh etmiştir. 26 Ekim, 2017’de senato 47’ye karşı 214 oy ile Anayasa’nın 155. maddesini Katalonya üzerinde kullanmıştır. Katalan lider Puigdemont’un da dâhil olduğu ayrılıkçı siyasetçilere görevden el çektirmiştir. Puigdemont hakkında çıkarılan yakalama kararı sonrası (meşru olmayan bir referandum düzenleyip tek taraflı bağımsızlık ilan ettiği iddiasıyla) İspanya’dan ayrılmış, daha sonra Almanya’da yakalanmış iade edilecekken kefaletle serbest kalmıştır. Puigdemont ardından Belçika’ya kaçmış ve daha sonra hakkındaki uluslararası arama kararı kaldırılınca orada Katalonya’nın bağımsızlığı için mücadelesine devam etmiştir. İspanya’da isyan ve kamu fonlarını kötüye kullandığı iddiasıyla hakkındaki arama kararı hala devam etmektedir.
Kısaca, son İspanyol parlamentosuna bakacak olursak, 26 Haziran 2016 seçiminde 350 milletvekili olan parlamentoda sandalye dağılımı şu şekilde gerçekleşmiştir: %33,01 oy oranı ve yaklaşık 8 milyon oy ile Halkın Partisi (muhafazakâr, Hristiyan demokrasi ideolojisini benimsemiş) 137 milletvekili kazanmıştır. İspanya Sosyalist İşçi Partisi (sosyal demokrat ideolojiyi benimsemiş) %22,63 oy oranı ile yaklaşık 5,5 milyon oy ile 85 milletvekilliği kazanmıştır. Birlikte Yapabiliriz Partisi, koalisyonu (demokratik sosyalizm ve sol kanat popülizmini benimsemiş siyasi partiler seçim ittifakı yapmıştır) %21 oy oranı 5 milyon oy ile 71 milletvekili kazanmıştır. Liberal olan Vatandaşların Partisi %13 oy oranı 3 milyondan fazla oy ile 32 milletvekili kazanmıştır. Demokratik Sol Katalonya Evet koalisyonu %2,66 oy oranı yaklaşık 640,000 oy ile 9 milletvekili kazanmıştır. Katalonya’nın Demokratik Kavuşması ise %2 oy oranı yaklaşık 484,000 oy ile 8 milletvekilliği kazanmıştır. Bask Ulusalcı Parti ise %1,19 oy oranı 287,000 oy ile 5 milletvekili kazanmıştır. Bask Ülkesi Birliği ise %0,77 oy oranı yaklaşık 185,000 oy ile 2 milletvekilliği kazanmıştır. Kanara Koalisyonu ise %0,33 oy oranı ve 78,253 oy ile 1 milletvekilliği kazanmıştır. Halkın Partisi lideri Mariano Rajoy kabineyi kurmayı başararak Başbakan olmuştur, fakat 24 Mayıs 2018’de İspanya’nın en yüksek ceza mahkemesi pek çok kişi ile birlikte iktidar partisini sahtekârlık, kara para aklama ve hukuka aykırı ödemelerden (komisyonlardan) suçlu bulunca (Güntel Davası) güven oylaması ile iktidar partisi hükümeti düşürülmüştür. Ardından Sosyalist Parti iktidar partisi olmuştur. Redro Sanchez’de Başbakan olmuştur.
SONUÇ YERİNE: GELECEK ÖNGÖRÜLERİ
İspanyol tarzı federalizm kolayca yeni şartlara uydurulabilen bir model olarak gözükmektedir, elbette bazı sınırlarının olması kaçınılmaz bir gerçektir. Mesela, yeni Katalan Yasası dil uygulaması modelinde, merkezi hükümetle ilişkilerin kurumsallaşmasını ikili ilişkileri güçlendirerek sağlamakta, merkezi hükümet ve AB organlarının karar alma mekanizmalarında bölgesel hükümetin katılımının hukuken güçlendirilmesinde, göçmenlik-iş denetimi ve kamu taşımacılığı gibi önemli alanlarda ademi merkeziyetçilikte, yeterli kaynakları sağlamak için mali düzenlemelerin inşası alanlarında başarılı olmuştur. Ama anayasanın yeni yorumunu yaparak anayasal konsensüs oluşturup Katalonya’nın ulusal olarak tanınması ve İspanya’nın çok uluslu devlet karakteri olduğunun kabul edilmesinde, özel bölgesel yeterliliklere merkezin müdahale etmemesi konusunun garanti altına alınmasında, yargının Katalonya’da ademi merkeziyetçi olması veya dağılması noktasında başarısız olmuştur.
Nihayetinde, İspanya’nın bu problemi çözmesi, ulusal partiler ve bölgesel partilerin anlaşarak görünürde bir anayasal reform yaparak gerçekleştirilebilir. Temel sorun ise aşırı siyasete bulaşılmış bir ortamda bu konsensüsün nasıl sağlanacağıdır. Yeni dünyanın efendileri şunu anlamadan bu problemlerin çözüleceği noktasında pekte iyimser olmamak lazım: yalansız olmadan paylaşma üzerine yönetme modeli. Gerçi, bazen bazı iç içe geçmiş siyasi problemlerin net hukuki çözümü olmayabilir, o zaman belki de resmi olmayan örtülü değişiklikler ve biraz da şekli reformlarla çözüm sağlanabilir. Kim bilir, belki de!
Yorum Yazın