Trol gazeteciliği, şovmenlik ve linç kültürü sosyal medya gerçekliğinde çok yaygın. Herkes diğer herkesin katili veya celladı haline geldi. İnsanlar makale ve yazı okumuyor. Görsel determinizm her yeri kaplamış durumda. Video izlemek yazı okumaktan daha makbul. Videoların ise kısa ve ilgi çekici olması bekleniyor. Peki, hiç eleştiri yok mu bu yozlaşmış dünyada? Elbette var. Seçici eleştirellik gibi bir şeyi kullanıyor yazar-çizer takımı. Eleştiri kamuya duyulan sorumluluk ve hakikati arama çabasının bir parçası değil. Karşı kampın üyelerini, siyasetçi ve toplumsal aktörlerini eleştiri adı altında suçluyoruz.
İnsanların çıkarları ve düşünceleri birbirinden farklı. Bu nedenle insani varoluş çoğulculuk içerisinde. Ayrıca siyasi ve toplumsal çatışma kaçınılmaz. Bu kaçınılmazlık o kadar belirleyici ki Charles Darwin’in evrim kuramını bir ölçüde çarpıtarak sosyolojiye aktaran Herbert Spencer gibi kuramcılar ile tarihi sınıf savaşımının tarihi olarak gören Karl Marx ve izleyicileri çatışmayı toplumsal tahayyülün merkezine yerleştirmiş durumda. Hiç kimse her şeyin parçası değil. Bu nedenle hepimiz cinsiyet, etnik köken, sınıf, kimlik vb. kategorilere göre belli toplumsal kesitlerin içinde var olmaktayız. Ait olduğumuz grubun çoğu kez ötekisi var. Ötekine karşı hep kendimizi koruyoruz. Belki her durumda değil, ama sıklıkla öteki ve düşman aynı anlama gelmekte.
Tabii insanlık çatışmayı kontrol altına alacak pek çok enstrümana sahip. Devlet dahil olmak üzere kurduğumuz birlikler ve bizim gibi düşünmeyen insanlara saygı duyup onlarla müzakere etmeyi politik bir gereklilik haline getiren demokrasi elimizdeki en büyük avantajlar.
Çatışmaları kontrol altına alarak, dağınık çıkarları ortak bir düzeyde toplama noktasında devlet aygıtı güçlü bir sigorta olarak varlığını koruyor. Ancak devletin bu hususta eskisi kadar etkin olmadığını söylemek gerekiyor. Çünkü sosyal devlet aşındı. Gerek Türk toplumu gerekse diğer toplumlar bakımından eşitsizlik düzeyinde ciddi bir artış var. Nüfusun çok az bir kısmı gelir ve servetin büyük bir bölümünü kontrol ediyor. Bob Jessop’un tabiriyle Keynes temelli kapitalist paradigma yerini Schumpeterci bir anlayışa bıraktı. Ortada bir değil, iki ulus var. Sınıf farklılıkları çoğulculuğu yönetmeyi zorlaştırıyor. Küreselleşmenin kimlikçi siyaseti ön plana çıkardığı, kimlik mücadelesi veren kesimlerin de kendi talepleri konusunda fazlasıyla katı olduğunu da ayrıca vurgulanmalı. İşte bu ikinci unsur, yani insanların kimlik ve sözlerindeki katılık kamusal müzakere rejimini çökerten bir dizi değişikliği tetikliyor.
Müzakere ve eleştiri, yokluğunu en çok çektiğimiz unsurlara karşılık geliyor. Bir fikri takip etmek, o fikrin de dahil olduğu bir davaya sempati beslemek, eleştirmek, bizim gibi düşünmeyen insanların yazı ve konuşmalarını ciddiye almak, düşünceler ile eylemler arasında uyumsuzluk olduğunda özeleştiri yapmaktan kaçınmamak kaybettiğimiz iyi nitelikleri özetliyor gibi.
MÜZAKERE VE ELEŞTİRİ, YOKLUĞUNU EN ÇOK ÇEKTİĞİMİZ UNSURLAR
Bir yeni kamusallık durumuyla karşı karşıyayız. Müzakere ve eleştiri, yokluğunu en çok çektiğimiz unsurlara karşılık geliyor. Bir fikri takip etmek, o fikrin de dahil olduğu bir davaya sempati beslemek, eleştirmek, bizim gibi düşünmeyen insanların yazı ve konuşmalarını ciddiye almak, düşünceler ile eylemler arasında uyumsuzluk olduğunda özeleştiri yapmaktan kaçınmamak kaybettiğimiz iyi nitelikleri özetliyor gibi.
Tabii bu aydınlanmacı-liberal kamusallığın da bazı sorunları/sınırları var. İnsanların her meseleye siyasi gözlüklerle bakması, aşırı siyasallaşmanın yarattığı ideolojik körlük ve tartışma ortamının haklı savaş kıvamında sonuç doğurması insanlığı bir hayli yordu. Zaten eleştiri ve hakikat temelli politik sosyallikten, kimlik ve haz dışında hiçbir şeyin değerli olmadığı apolitik topluma geçiş de önemli ölçüde bu yorgunluk sayesinde mümkün oldu. Ancak geldiğimiz yer yeni bir muhasebe yapılmasını gerekli kılıyor. Çünkü insanlar yankı odalarının konfor alanlarına çekildi. Düşünce beyanları tweetlerden ibaret.
Derinlik tümüyle kaybolmuş durumda. Kamusal alan yozlaştı. Dolayısıyla ondan çekilmemiz gerekir diyemeyiz. Ama kamusallıkta popülerlik aynı zamanda basitlik, hatta bayağılık anlamına geliyor. Bir meseleyi twitter gibi sosyal medya mecralarında derin bir içerikle tartışmak çok zor. Böyle bir şey mümkün olsa dahi kaliteli ve kalıcı içerikler asla popülerleşmiyor.
Geldiğimiz yer bakımından kritik soru şu: Daha ne kadar böyle devam edeceğiz? Anlamadan suçlayarak, düşünmeden konuşarak yaşamak hepimizi yormadı mı?
DAHA NE KADAR BÖYLE DEVAM EDECEĞİZ?
Düşünce tartışması ve fikri mücadelenin yerini neyin aldığını ise hep beraber yaşayarak deneyimliyoruz. Trol gazeteciliği, şovmenlik ve linç kültürü sosyal medya gerçekliğinde çok yaygın. Herkes diğer herkesin katili veya celladı haline geldi. İnsanlar makale ve yazı okumuyor. Görsel determinizm her yeri kaplamış durumda. Video izlemek yazı okumaktan daha makbul. Videoların ise kısa ve ilgi çekici olması bekleniyor.
Peki, hiç eleştiri yok mu bu yozlaşmış dünyada? Elbette var. Seçici eleştirellik gibi bir şeyi kullanıyor yazar-çizer takımı. Eleştiri kamuya duyulan sorumluluk ve hakikati arama çabasının bir parçası değil. Karşı kampın üyelerini, siyasetçi ve toplumsal aktörlerini eleştiri adı altında suçluyoruz. Aynı davranışı bizim dünya görüşümüze yakın biri yaptığında ise büyük bir sessizlik ait olduğumuz mahalleyi kaplamakta.
Geldiğimiz yer bakımından kritik soru şu: Daha ne kadar böyle devam edeceğiz? Anlamadan suçlayarak, düşünmeden konuşarak yaşamak hepimizi yormadı mı?
Yorum Yazın