Yükseköğretimin hakikaten yüksek öğretim olabilmesi için tabir yerindeyse tepeden tırnağa kadar yeniden ele alınması, bunun için lazım gelen Anayasal ve kanuni düzenlemelerin ruhunun; makam değil ilim, bizim adam değil hakiki âlim, kıdem değil üretim olmalıdır. Bunun için öğretim anlayışının da; korkutucu değil kolaylaştırıcı, kovalayıcı değil katılımcı, komutvari değil kavrayıcı hale gelmesi hayati bir zarurettir.
Tarihin devletler laboratuvarında çalışıldığında gerçek devlet ve müreffeh bir ülke için Eğitim Seviyesi, Fikrî Hürriyet ve Beyin Gücü, Stratejik Ufuk, Teknolojik Gelişim, Üretken Ekonomi, Nitelikli Nüfus ve Etkin Ordu olarak sıralayabileceğimiz niteliklerin bulunması vazgeçilmez maddelerdir. Bütün bu maddelerin demir ve çimentosu temelden çatıya kadar eğitim ve öğretimdir.İlmi ve teknolojinin ilerlemesiyle günümüzün yaşanan korkunç rekabette yükseköğretimin toplumsal eğitime göre daha fazla önemli hale geldiği bir gerçektir. Geleceğin liderlerini, reformcularını, üreticilerini ve gelecek çağa uyum sağlayacak nesilleri yetiştirilmesi için üniversitelerin kaliteli öğretim ve fikri beslenme ortamı sağlaması bu kurumların en temel işlevi olmalıdır. Bunu gerçekleştirmeyen üniversiteler gerilemenin mimarlarına ortam hazırlayacaklardır. Üniversitelere gelecek öğrencilerin donanımlı olması orta eğitimin kalitesine bağlı olduğuna göre orta eğitim ile üniversite öğretiminin birlikte düşünülerek müfredat ve programların yeniden tanzim edilmesi şarttır. Eğitim alanında eksikliklerin mevcudiyetini fark ederek bazı adımlar atılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı’nın yürürlüğe koymayı hedeflediği yeni "Maarif Modeli"ni incelediğinde; "Eğitim ve öğretim programlarıyla sürdürülen tüm çalışmalar -okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim seviyeleri birbirinin tamamlayıcısıdır. Ayrıca tüm programlar bütünüyle ‘Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi’nde ifadesini bulan yetkinlikleri kazanmış; ilgi ve yetenekleri doğrultusunda öğrencilerin bir mesleğe, yükseköğretime ve hayata hazır olmalarını sağlamaya yöneliktir" denilmektedir
Tabi, anaokulundan doktora kademesine kadar eğitim-öğretim sisteminin yani maarif teşkilatının birlikte düşünülmesinde, lise üstü kurumların 4/11/1981 tarihinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile yükseköğretimin Yükseköğretim Kurulu’na bağlanması ile bir parçalanmaya sebep olduğunu belirtmek gerekir.
EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİ, ANAOKULUNDAN DOKTORA KADEMESİNE KADAR BİRLİKTE DÜŞÜNÜLMELİ
"Maarif" kelimesiyle ifade edilen müfredat programının üniversiteleri içine alması gerektiğini, Maarif Nezareti ve Maarif Vekâleti dönemlerinde üniversitelerin de bu bakanlığa bağlı olduğunu bilen biri olarak, "bütüncül" anlayış içerisinde, bir şekilde Yükseköğretim ile ilgili en azından temennilerin de dâhil edilebileceğini düşünmüştüm. Belki söylenmese de böyle bir niyet vardır.
Tabi, anaokulundan doktora kademesine kadar eğitim-öğretim sisteminin yani maarif teşkilatının birlikte düşünülmesinde, lise üstü kurumların 4/11/1981 tarihinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile yükseköğretimin Yükseköğretim Kurulu’na bağlanması ile bir parçalanmaya sebep olduğunu belirtmek gerekir.Yükseköğretimin nitelik olarak ilk ve orta eğitiminden çok farklı olsa bile, pek de ayrı düşünülmemesi, Yükseköğretimin de bütün yönleriyle yeniden ele alınması elzemdir. Yönetim, Milli Eğitim Bakanlığı’na müfredatı değiştirerek yeni bir sürece adım atmak istiyorsa Anayasa’daki yükseköğretim ile ilgili maddeleri ve YÖK kanununda yeni düzenlemeleri yapmak mecburiyetindedir.
Darülfünun’dan beri problemli olan, bilhassa 12 Eylül 1980’den beri gelişmeyen ama genişleyen, günümüzün sık kullanılan tabiriyle obez haline gelen üniversiteleri ataletten kurtarmak, şişmanlayan-yük olan bütün unsurları eritmek, hareket kabiliyeti kazandırmak, düşünme yeteneğine sahip kılmak, üretim için imkân sağlamak Türkiye için bir beka meselesi haline gelmiştir.Üniversitenin ihtisaslaşma ile beraber özerk yapıya kavuştuğu Meşrutiyet döneminden itibaren, hükümet, üniversite, öğretim üyesi ve öğrenci çokgeninde yükseköğretimde menfi veya müspet tecrübelerden istifade ederek, çağa uygun bir yükseköğretim sistemine ihtiyaç olmadığını söylemek imkânsızdır.
Toplum hatta dünya ile entegre olması zaruri olan üniversiteler hakkında sadece siyasilerin karar vermesi imkânsız olduğu gibi, “bize kimse karışmasın” diyen üniversite mensuplarının arzularının hudutları da iyi belirlenmelidir. Yükseköğretimin hakikaten yüksek öğretim olabilmesi için tabir yerindeyse tepeden tırnağa kadar yeniden ele alınması, bunun için lazım gelen Anayasal ve kanuni düzenlemelerin ruhunun; makam değil ilim, bizim adam değil hakiki âlim, kıdem değil üretim olmalıdır. Bunun için öğretim anlayışının da; korkutucu değil kolaylaştırıcı, kovalayıcı değil katılımcı, komutvari değil kavrayıcı hale gelmesi hayati bir zarurettir.
Yorum Yazın