Uluslararası Adalet Divanı’nın ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin öne çıktığı bu süreçte jus cogens normların ihlalinin altı çizilmektedir. Uluslararası toplum, ABD’nin ve İsrail’in hukuku, insan haklarını hiçe sayan tutumuna rağmen Filistin’e desteğini sürdürmektedir. Diğer bir ifadeyle Filistin’e barış getirecek unsur, güç ilişkilerinin yanında normatif değerlerdir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Savunma eski Bakanı Yoav Gallant ve Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları lideri Muhammed Deif için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) tutuklama kararı çıkarması İsrail’in Filistin’e karşı savaşında, Filistin-İsrail sorununda uluslararası hukuku yeniden hatırlatmıştır. Mahkeme, 21 Kasım 2024 tarihli tutuklama kararında Netanyahu ve Gallant’ın savaş suçu, insanlığa karşı suç işlediği şeklinde hüküm vermiştir. Kararın uygulanması mevcut dönemde düşük ihtimal olarak görülse de UCM ve bu son adımı, uluslararası hukuk ve Filistin’de çözümü hukukta, adelette arayan taraflar için önem taşımaktadır. Aynı zamanda bir nevi İsrail’in de aralarında sayıldığı Kuzey ülkelerinin de uluslararası suç işleyebileceğini ve uluslararası hukukun buna tepkisiz kalmayacağını göstermiştir.
UCM, kararında işledikleri suçlar sebebiyle iki ismin cezaî sorumluluğu olduğuna hükmetmektedir. Başta BM olmak üzere uluslararası toplumun İsrail’e yönelik getirdiği suçlamaların çoğunluğu kararda yer almıştır. Örneğin savaş suçu olarak Filistin halkının aç bırakılması; diğer insanlık dışı suçlar olarak cinayet, zulüm gibi unsurlara yer verilmiştir. Aynı zamanda Netanyahu ve Gallant’ın askerî değil sivil yetkili olmalarına dikkat çekilerek bu statülerine rağmen sivil halka karşı kasten saldırı yönetme suçundan da cezai sorumlulukları olduğuna hükmedilmiştir. İnsani yardım operasyonlarına İsrail’in engelleme ve kısıtlama getirmesi uluslararası hukukun koşul olarak aradığı askerî gereklilikten uzak olarak değerlendirilmiştir. Yine uluslararası toplumun dile getirdiği gıda, su, elektrik ve yakıt gibi temel yaşam ihtiyaçlarının/gereksinimlerinin giderilmesine İsrail tarafından engel olunduğu ve söz konusu unsurların eksikliğinin nüfusun bir kısmının yok edilmesine neden olacağı kararda belirtilmiştir.
Öte yandan uluslararası toplumun iddia ettiği soykırım suçuna dair bir açıklamada bulunulmamıştır. Ayrıca söz konusu kararda insanlığa karşı imha suçunun tüm boyutlarıyla gerçekleştirildiğine dair bir ifade de yer almamıştır.
UCM’ye taraf olan devlet sayısı 124’dür. Netanyahu’nun ve Gallant’ın söz konusu ükelere girmeleri durumunda ilgili ülke, iki ismi tutuklamak ve UCM’ye iade etmekle yükümlüdür. Bu bağlamda İngiltere, Fransa, Hollanda, İrlanda, Belçika, Slovenya, Danimarka, İspanya, Portekiz, Norveç gibi üye ülkeler UCM’nin bu son kararına uyacaklarını açıklamıştır.
ABD, İsrail, İran, Rusya ve Türkiye gibi bazı devletler ise UCM’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf değildir. Diğer bir ifadeyle Mahkeme’nin yargı yetkisini tanımamaktadır. Dolayısıyla devletler nezdinde bölünmüşlük yaşanmaktadır. Ankara, UCM’nin kararının Roma Statüsü’nün geçerliliği için bir sınav olduğunu söylerken İsrail, kararın antisemitizmin bir örneği olduğunu öne sürerek karşı çıkmıştır. Karara sert bir şekilde karşı çıkan ABD, UCM’nin kilit isimlerine yaptırım uygulamayı gündeminde tutmaktadır. ABD’nin bu son tutumu olağan olarak değerlendirilebilir. Demokrat veya Cumhuriyetçi Parti’den olmasına bakılmaksızın ABD’nin tüm başkanları genel itibariyle İsrail’e neredeyse koşulsuz destek vermektedir. Diğer yandan UCM’nin kararına rağmen Tel Aviv’e ve politikalarına destek vermesi Beyaz Saray’ın Mahkeme ile ilişkilerine de dayanmaktadır. Afganistan müdahalesi ve Irak işgali dönemindeki hukuk dışı durumları ve usulsüzlükleri merkezine alan olası bir incelemeden kaçınmaktadır dolayısıyla bu ve benzeri sebeplerden ötürü Mahkeme’nin yargı yetkisini tanımamaktadır.
UCM, kurulduğu günden beri hukuki ve siyasi tartışmaların içinde yer almıştır. Şimdi de ABD ve İsrail’in açıklamalarının ve tepkilerinin gösterdiği üzere Mahkeme hedefleriyle, kararlarıyla sorgulanmaktadır. Bir dönem salt Afrika devletlerinde diğer ifadeyle Güney’de gerçekleşen uluslararası suçları incelediği ve Afrikalı liderleri yargıladığı için eleştirilmiştir. Mahkeme’nin Kuzey-Güney olarak devlet bazında ayrıma gittiği, Afrika devletlerine önyargı ile yaklaştığı öne sürülmüştür. Bu bağlamda Afrika Birliği önderliğinde kıta ülkeleri UCM’den çekilme kararı dahi almıştır.
7 Ekim 2023’teki Hamas’ın saldırılarına cevaben İsrail, Gazze’ye yönelik kuvvet kullanma yasağını ihlal eden saldırılarılarda bulunurken Lübnan’a ve dönem dönem de Suriye ve İran’a da saldırmaktadır. Bu şiddet sarmalı, uluslararası ilişkilerde kendi gündemini oluşturmaktadır. Uluslararası hukukun işlevi, Batı’nın/Kuzey’in norm ve değerleri, söz konusu norm ve değerleri Doğu’ya/Güney’e empoze etmesi ve mevcut uluslararası sistemde BM’nin rolü, insan haklarının dış politikada belirleyici olduğu yönündeki Batı/Kuzey kaynaklı kimi görüşler sorgulanmaktadır.
7 Ekim 2023’ten sonra gündeme oturan Filistin-İsrail sorunu uluslararası toplum nezdinde uluslararası hukuku vurgulayan ve İsrail’in politikalarını, saldırılarını sorgulatan momentum yaratmıştır. Filistin yanlısı uluslararası toplum Batı’da sesini yükseltmektedir. Örneğin ABD ve Fransa başta olmak üzere çeşitli ülkelerde üniversite öğrencileri kamuoyu oluşturmuş, Filistin’e desteklerini sergilemiştir. Üniversitelerin İsrail ile kurumsal ve maddi ilişkilerinin kesilmesi talep edilmiş ve kimi örneklerde başarıya ulaşmıştır. Uluslararası hukukun uygulanması çağrısına odaklanan söz konusu momentumun karşısında ise Washington’ın İsrail’e desteği yer almıştır. İsrail’in uluslararası suçlar işlemesine ve UCM’nin kararına rağmen ABD’nin desteği devam etmektedir.
7 Ekim 2023’ten bu yana uluslararası hukukun işlerlik kazanması ve belli başlı normların uygulanması girişimlerinde Güney öne çıkarken Kuzey devletlerinin arasında fikir ayrılığı yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda gelen UCM’nin kararı; İsrail’in jus ad bellum ve jus in bello’yu ihlaline son verecek ve Filistin-İsrail sorununa çözüm getirecek adımın uluslararası toplumun canlandırdığı momentumla gelme ihtimalini bir kez daha öne çıkarmıştır.
UCM KARARI, ÇÖZÜM GETİRECEK ADIMIN GELME İHTİMALİNİ ÖNE ÇIKARDI
Uluslararası ilişkilerde insan hakları gibi belli başlı normların uygulanması girişimlerine, uluslararası hukukun işlerlik kazanması girişimlerine, uluslararası toplumun İsrail’i kınamasına ve Filistin’e desteğini sergilemesine rağmen "Batı’nın değerleri” ve uluslararası hukuk bizzat İsrail ve ABD tarafından çiğnenmektedir. 7 Ekim 2023’ten bu yana uluslararası hukukun işlerlik kazanması ve belli başlı normların uygulanması girişimlerinde Güney öne çıkarken Kuzey devletlerinin arasında fikir ayrılığı yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda gelen UCM’nin kararı; İsrail’in jus ad bellum ve jus in bello’yu ihlalline son verecek ve Filistin-İsrail sorununa çözüm getirecek adımın uluslararası toplumun canlandırdığı momentumla gelme ihtimalini bir kez daha öne çıkarmıştır.
Söz konusu momentumda tartışmalı olsa da BM bir şekilde rol oynayabilmektedir. BM Genel Kurulu ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, hukuku ve adaleti vurgulayan kararlar alıp ilgili söylemde bulunurken benzer tutum BM Güvenlik Konseyi’nce sergilenmemektedir. Bilindiği üzere ABD, veto gücünü kullanarak İsrail’in saldırılarına son verecek ateşkes kararlarına karşı gelmektedir.
Diğer bir ifadeyle İsrail, ABD’nin ve Birleşik Krallık’ın desteğini alabilmekte dolayısıyla BM Güvenlik Konseyi’nin desteğini ve gücünü arkasında hissedebilmektedir. BM Andlaşması’nın VII. Bölümü’ne -uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olgusunun varlığına- rağmen Tel Aviv’e verilen destek “güçlünün hukuku mu?” sorusunun sorulmasına neden olmaktadır.
Diğer yandan Batı’nın bazı devletleri uluslararası hukuka başvurarak şiddet dalgasının sona ermesine ve Filistin-İsrail sorununun çözümüne ilişkin çeşitli adımlar atmaktadır. İrlanda, Norveç ve İspanya Filistin devletini tanımıştır. Uluslararası hukuku temel alan iki devletli çözümü desteklediklerini göstermiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti başta olmak üzere Güney ülkeleri İsrail’i eleştirmekte ve İsrail’e karşı yaptırım uygulanmasını sağlayacak çeşitli adımlar atmaktadır. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı nezdinde attığı İsrail’in saldırılarını hukuki düzlemde sorgulatan adımı hatırlanmalıdır. Ayrıca Güney’den bazı devletler İsrail ile ilişkilerini kesmektedir.
Filistin sorununun uluslararası hukuka ve evrensel düzeyde genelgeçer kabul gören normlara dayanarak çözülmesine ilişkin anlayış Batı’nın kurulmasına öncelik ettiği UCM tarafından İsrail’e hatırlatılmıştır. Filistin halkı, senelerdir İsrail’in apartheid ve işgal rejimi altında yaşamaktadır. 7 Ekim ile başlayan süreçte uluslararası toplumun karşı çıkmasına rağmen İsrail sivilleri hedef almaya, orantısız şiddet kullanmaya dolayısıyla uluslararası hukuku ihlal etmeye devam etmektedir. Bu tabloya karşın Filistin yanlısı uluslararası toplum normatif ve hukuki değerleri vurgulamakta, İsrail’in uluslararası hukuka uymasına yönelik talepler artmaktadır. İsrail’e yapılan silah satışının durdurulmasına yönelik talepler örnek olarak verilebilir. İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımın uygulandığı tezi dile getirilmektedir. Çözümün uluslararası hukukta olduğu vurgulanarak Filistin halkının self-determinasyon hakkını kullanmasının senelerdir engellendiği hatırlatılmaktadır.
Sonuç olarak UCM’nin kararı 7 Ekim sonrasında oluşan süreçte uluslararası hukuku, genelgeçer kabul gören normları öne çıkaran; çeşitli devletlerin tutumlarını sorgulatan momentumu
canlandırmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nın ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin öne çıktığı bu süreçte jus cogens normların ihlalinin altı çizilmektedir. Uluslararası toplum, ABD’nin ve İsrail’in hukuku, insan haklarını hiçe sayan tutumuna rağmen Filistin’e desteğini sürdürmektedir. Diğer bir ifadeyle Filistin’e barış getirecek unsur, güç ilişkilerinin yanında normatif değerlerdir.
Yorum Yazın