TÜSİAD’ın iyi hazırlanan bu çıkışı; muhalefetin kendi içinde takılıp kaldığı, erken seçimi önceledikleri görüntüsü veren, özünde aday belirlemenin ötesine geçemeyen çabalarını gölgeledi. Türkiye’nin içinde bulunduğu güç koşullardan kurtuluşuna ilişkin yeni bir başlangıç umudu olabilir mi, şu anda kestirmek güç. Ancak muhalefetin uzun süredir başaramadığı, yeni bir ortak paydanın oluşumuna katkıda ilk adım olabilir.
Gündemi Türkiye kadar hızlı değişen başka bir ülke her halde yoktur. Üstelik bu hız salt siyasal konular ile sınırlı değil. Son dönemde varlıkların daha yalın deyişle; sermayenin el değiştirmesinin de baş döndürücü etki yarattığı anlaşılıyor.
İktidar pandemi sürecinde dünya ekonomisindeki daralmanın, Türkiye üzerindeki sınırlı etkisinin ardına başarıyla gizlendi. Ekonomideki küçülme; sanal başarı söylemleriyle dengelenmeye çalışıldı. Ancak bu çabaların; ekonomideki alt üst oluşun gerçek nedenlerini kamuoyundan gizlemeye yetemeyeceği anlaşılıyor.
TÜSİAD’ın Perspektif 2025 başlıklı raporunun içeriği, ülkenin en güçlü sermaye örgütünün kötüye gidişin nedenlerini, kapsamlı biçimde sorguladığını gösterdi. AKP iktidarının çok öncesine uzanan yıllar içinde, banka kredilerinin çoğunu kullanan, teşvikleri kurgulayarak hayata geçirilmelerinde etkili olan iş çevrelerinin, yönetimden duydukları rahatsızlıkları ortaya konuyor.
Biraz geriye gidelim...
12 Mart 1971 günü ülkedeki sosyal gelişmeyi tehlikeli bulduklarını, açıklayan askerlerin zamanın iktidarına karşı, aynı gün TRT ‘nin 13:00 haber bülteninde okuttukları ünlü muhtırayı anımsayalım. Cumhuriyet tarihimizde yeni bir dönem başlamıştı.
İstanbul Sermayesi -ya da o zamanki adıyla- Büyük Sermayenin söylemleri serbest piyasadan yanaydı. Aynı zamanda banka kredileri konusunda elde ettikleri ayrıcalıkları da koruyorlardı. Adrese teslim teşviklerle rakiplerini geride bırakmışlardı. Serbest ticaret kuralları yerine, kısıtlama yöntemi diyebileceğimiz kotalarla kaynakları yönetmeyi büyük ölçüde başarmışlardı. Sivil ve askeri bürokrasi ile kurulan ilişkiler, kendileri dışında güçlü sermaye gruplarının oluşmasını engelledi.
Eskilerin deyimiyle; “herkes halinden memnun görünüyordu”. Bu yıllarda Türkiye’de siyasal sistem uzun yıllar uluslararası pazardaki gelişmeleri dikkate almaya gerek görmedi. Üretimi arttırmak yerine, sınırlı kaynakların bir bölümünün seçmene paylaştırılması, sosyal destek politikasının gereği sayıldı. Bize özgü bu model; sermayenin desteği ya da en azından sessiz kalmasıyla sürdürüldü.
Anayasa değişiklikleri ile örgütlenme ve düşünce özgürlükleri kısıtlanan, toplum 12 Mart 1971 günü verilen muhtıradan, on yıl sonra üzerindeki sır perdesi hala bir türlü kaldırılamayan, terör eylemleri ile bunaltıldı.
12 Eylül 1980 günü ABD Başkanına “bizim çocuklar” olarak tanıtılan generaller, 1950 yılında başlayan serbest seçime dayalı iktidar değişimine, kanlı bir darbeyle son verdiler. Sermaye gruplarının önde gelenleri, el öpme ve takdir dolu mesajlarıyla, darbecileri kutladılar.
12 Eylül Darbesinin ardından geçen yaklaşık yarım yüzyılda, Türkiye’yi yönetenlerin siyasal referansları, geçmişte yapılanları kutsama ya da kötülemenin ötesine geçemedi. Süreç ilerlerken, Sünni İslamcı bir parti -RP- siyasal tarihimizde ilk kez bir koalisyonun Başbakanlığını üstelenerek, iktidar olabileceklerini farklı bir siyasal görüşten olan kesimlere gösterdi. Teşvikler ve banka kaynaklarının kullanımına karar vericiler arasında artık yeni bir oyuncu vardı.
Çeyrek yüzyıla yaklaşan AKP İktidarında, siyasal içerikli yorumlardan ısrarla kaçınan “iş çevreleri” kamu kaynaklarının bazı yakın kuruluşlara aktarılmasından duydukları rahatsızlığı içeren, kapsamlı bir açıklama ile kamuoyunun karşısına çıktılar.
RP- DYP Koalisyonuna karşı çıkanlar, laikliğe ilişkin haklı kaygıları gündeme getirdiler. Anlattıklarına bakılırsa, ülkeyi uzun aradan sonra bir kez daha uçurumun kenarından kurtaracaklardı. Ancak bekledikleri gerçekleşmedi.2002 yılında yapılan genel seçimler kısa süre önce iktidar olmasından korkulan muhafazakâr siyasal hareketin, bu kez başka bir çatı altında tek başına ülkeyi yönetmesinin önünü sonuna kadar açtı.
Çeyrek yüzyıla yaklaşan AKP İktidarında, siyasal içerikli yorumlardan ısrarla kaçınan “iş çevreleri” kamu kaynaklarının bazı yakın kuruluşlara aktarılmasından duydukları rahatsızlığı içeren, kapsamlı bir açıklama ile kamuoyunun karşısına çıktılar.
Eleştiriler; iktidarın yargı, güvenlik, eğitim dahil hemen her alandaki tutumunu kapsıyordu. TÜSİAD’ın iyi hazırlanan bu çıkışı; muhalefetin kendi içinde takılıp kaldığı, erken seçimi önceledikleri görüntüsü veren, özünde aday belirlemenin ötesine geçemeyen çabalarını gölgeledi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu güç koşullardan kurtuluşuna ilişkin yeni bir başlangıç umudu olabilir mi, şu anda kestirmek güç. Ancak muhalefetin uzun süredir başaramadığı, yeni bir ortak paydanın oluşumuna katkıda ilk adım olabilir.

Yorum Yazın