Τürkiye’ye ben, Batı’dan bakıyorum ve bununla coğrafi bir yöreyi değil, tarihi ve kültürel çerçeveyi kastediyorum. Daha önemlisi, ben bu Batı’nın yandaşıyım, taraftarıyım. Dolayısıyla Türkiye’ye tarafsız değil, “taraflı” bakıyorum.
Yurt dışından bakınca Türkiye farklı görünüyor. Bu sıradan cümle içerdiği birkaç belirsizliğe açıklık getirilmediği sürece pek anlamlı değil: Yurt dışından kim bakıyor, bakanın kimliği, dünya görüşü nedir, hangi ülkeden bakıyor, veya doğudan mı yoksa batıdan mı bakıyor? Ama “fark” da neye göredir? Ve hangi Türkiye’ye bakıyor? Tek bir Türkiye mi algılanıyor ki tek bir “farklılıktan” söz ediliyor? Kısacası, yazının ilk cümlesi aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Ama böyle klişe cümlelerle tartışmalar süregelmekte. Bundan kaçınmaya çalışacağım.
Cümleyi anlamlı kılmak için bazı açıklamalar: Τürkiye’ye ben, Batı’dan bakıyorum ve bununla coğrafi bir yöreyi değil, tarihi ve kültürel çerçeveyi kastediyorum. Daha önemlisi, ben bu Batı’nın yandaşıyım, taraftarıyım. Dolayısıyla Türkiye’ye tarafsız değil, “taraflı” bakıyorum. Genellike tarafsız olmak, objektif olmak anlamında kullanılsa da aslında bu tür bir tarafsızlık bir aldatmacadır. Her birimiz kimliğimizin bir sonucu olarak olaylara belli bir açıdan bakarız. Bu konuda en olumsuz davrananlar ise kendilerinin “tarafsız” olduklarını inananlardır. Onlar özgüvenle taraflılıklarını tartışılmaz doğrular olarak yaşarlar; oysa ben görüşlerimin göreceliğinin bilincinde olduğumdan daha temkinliyim. Gördüklerim beni aldatıyor da olabilir düşüncesiyle her zaman bir kuşku yaşarım. Okura da son yargı hakkını tanırım – onun da taraflılığını kabul edeceğini umarak ve dileyerek.
Türkiye benim bildiğim Batı’ya pek banzemiyor. Ama önce bildiğim – bildiğime inandığım – Batı’nın tanımı yapmalıyım. Son yüzyılların geniş çerçevesi içinde Dünyamızda Batı Avrupa biriciktir. Dünyada eşi yoktur ve bugünün dünyasını kurandır. Feodaliteden kapitalizme geçişi sağlayandır. Karl Marx’ın Komünüst Manifestos’sundaki sözleriyle söylersek bu yörede “burjuva sınıfı en önemli devrimci tarihi rolünü üstlendi; feodalizme son verdi”. Bunu sağlayan aşamalar Rönesans, Reform, Endüstri Devrimi ve Aydınlanma hareketleridir. Bugünün egemen dünyası bu yörede kök salmıştır ve burada gelişmitir. Ve bu geçmişin izleri de en belirgin olarak buralarda görülür ve buradaki insanların dünyanın başka yörelerine gidip kurdukları yeni devletlerde – ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gib ülkeleri karstediyorum. (Japonya özel bir durumdur, ondan ilerde söz edeceğim)
Dünyanın geri kalanı bu çağdaş “Batılı” toplumlara erişmeye çalışıyor. Kimi zaman özenerek kopya etmeye, kimi zaman ise kıskançlık ve aşağılık duygusu içinde Batı’yı eleştirmeye veya bu yeni dünyaya kinle saldırmaya çalışıyor. Buna genel olarak “Batı karşıtlığı” diyebiliriz. Sonsuz kompo teorileri ile batı kötülenir. Batı’nın tabii kötülenecek pek çok yanı var. Yine Marx’ı hatırlatalım. Batı’nın devrimciliğini överken kapitalizmini de yermiştir. Batı köle ticaretini doğurdu – tabii kölelik eski dünyamızın özelliğidir - sömürgeciliği ve emperyalizmi yaşattı, ırkçılığı ve faşizmi ve dünyanın en kanlı savaşlarını yaşattı. Ama aynı zamanda Parlamentarist demokrasiyi de ortaya çıkardı ve yaşattı, köleliğe, sömürgeciliğe, faşizme karşı hareketler de “Batı”da yaşandı. İnsan hakları kavramı bu yörede ortaya çıktı. Bugünün göçlerinin çevre ülkelerden bu çağdaş “Batılı” ülkelere doğru olması böyle açıklanabilir. Bütün eksikliklerine ve çelişkilerine rağmen insan haklarına en duyarlı toplumlar ne Asya’da ne de Afrika’dadır; Batı Avrupa’dadır.
“Demokrasi haritası” diye internette bir tarama yaparsanız koyu mavi renklerle demokratik ülkeleri görürsünüz. Batı Avrupa’yı ve Batı Avrupa’da yaşamış insanların kurduğu devletleri görürsünüz. Asya ve Afrika ise koyu kahverengidir. Türkiye de en koyu olmasa da kahverengi.
TÜRKİYE KAHVERENGİ
İyi ve kötü yanlarıyla bu Batı’nın alternatifi olaral yalnız istek, proje, dilek anlamında sözler var; canlı, var olan, yaşanan bir örnek yok. Batı Dünyasının dışında örnek alınacak ülke yok. Batının elle tutulur yönetiminin karşısında baskıcı rejimler ve yoksulluk içinde gerikalmışlığı yaşayan ülkeler bulunuyor.
“Demokrasi haritası” diye internette bir tarama yaparsanız koyu mavi renklerle demokratik ülkeleri görürsünüz. Batı Avrupa’yı ve Batı Avrupa’da yaşamış insanların kurduğu devletleri görürsünüz. Asya ve Afrika ise koyu kahverengidir. Türkiye de en koyu olmasa da kahverengi. Fark bu anlamda.
Ama aslında hiçbir şeyi açıklamadık, yalnız durumu tarif ettik, bir fotoğraf çekercesine. En kritik sorulara hiç değinmedik. Bu gelişmeler neden Batı Avrupa’da oldu, neden hemen hemen bütün dünya geri kaldı? Neden sağcısı ve solcusuyla Batı’ya karşı çıkılıyor? Bu yaklaşım yalnız Türkiye’ye mi özgü? Ya Japonya, nasıl oluyor da o da masmavi? Bunlar da gelecek yazılara kaldı.
Yorum Yazın