Erdoğan seçim demokrarisine devam edecekse, bunu yaparken İmamoğlu dışındaki tüm adayları yenebileceğini düşünüyor gibi duruyor, tabi bunu başka tutuklamalar takip etmezse anlayacağız. Eğer Yavaş’a da dava açılırsa, o zaman Erdoğan’a göre iki adayın da Erdoğan’ı seçimde yeniyor olduğunu doğrulamış olacağız.
19 Mart şafağından beri bir kırılma anı yaşıyoruz. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Üniversite öğrencilerinin başını çektiği, Türkiye’de toplum refleksi veren kitlelerin ortaya irade koyma sebebi İmamoğlu’nun şahsı değil, İmamoğlu’nun tertemiz bir sicile sahip olduğuna inanmaları da değil. Gençliğin başını çekti toplum, halihazırda sandığa sıkışan demokrasisinde seçme ve seçilme özgürlüğüne vurulan son darbe olduğunun farkında.
Durum Nedir?
Erdoğan’ın diploma iptalinden sonra şimdi de İmamoğlu’nu gözaltına aldırmasına şaşırdık, hep Erdoğan kendi hikayesine benzer bir durum yaratırsa seçim kaybedeceğini biliyordur diye inanıyorduk. Ancak okumayı unuttuğumuz bir şey vardı; şartların farklılığı. On bir Maddede durumu şöyle özetleyebiliriz:
1. Erdoğan 1999 yılında, 28 Şubat sürecinin hemen akabinde 4 aylık hapis yatmıştı. Askerin siyasetteki etkin rolü, siyasette hükümetten ayrı bir aktör olarak rol oynaması sebebiyle içeri giren Erdoğan, 2002’deki seçim kampanyası süresince siyasi olarak yasaklıydı, ancak hapiste değildi. Dolayısıyla bu durumu tam da kurum kırım yapmak istediği askeri vesayete karşı hikayesine entegre edip halka görünür olmaya devam edebilmişti. Zaten hapis cezası da 10 aylık bir süre için verilmiş, 4 aydan sonra iyi hâl sebebiyle serbest bırakılmıştı.
2. İmamoğlu ise yolsuzluk suçlamalarıyla içeride. Seçime epey bir zaman var. Kolluk ve asker tamamen Erdoğan’ın elinde. İçerideki kurumsal güç dengesinde Erdoğan hükümeti aleyhine hiçbir kısıtlama yok.
3. 2002 döneminde Erdoğan Türkiye’nin halihazırda Avrupalılaşma sürecinden, kendisinin de AB’den ve ABD’den meşruiyet araması sebebiyle aslında askeri vesayetle arasına devlet kurumlarını koyabiliyordu. Böylece zaten tek bir parti etrafında konsolide olmamış kurumlar Erdoğan’la ve AB’yle belli bir noktaya kadar zor kullanarak çatışabilirdi. O sınır aşılmadı. AB müktesebatına uymaya çalışırken siyasileri hapse atamazsınız. Bu müktesebat uyumu fikrî ve ekonomik idealler üzerinden yapılan bir takas anlamına geliyordu. Market genişlemesi ve demokratikleşme.
4. Bugün AB’yle Türkiye arasında, 2015’ten beri süregelen stratejik partnerliğe, yani halk dilinde “mültecileri tut, ben de sana ses çıkarmayayım” ilişkisine dayalı bir takas var. Bu karşılıklı bağımlılık sürecine Türkiye para ve otoriterleşmeye ses çıkarılmamasını alıyor. Burada daha kârlı çıkan AB, dolayısıyla Türkiye demokrasisi bireyselleşirken bunu AB’den rica ile ve AB’nin ricatı ile yapabiliyor. İmamoğlu’nun içeri atılması Türkiye’nin herhangi bir AB çabasına zorluk çıkarmayacak. ABD’nin Ukrayna’yı AB’nin kucağına bırakması, AB’de Türkiye’nin askeri gücünü kullanma, yani aradaki bağımlılık ilişkisini askeri bir takasa bağlama fikri de oluştu. Bu durumda AB, Erdoğan önünde bir kısıt oluşturamadı.
Erdoğan, İmamoğlu’nun bir mağduriyet hikayesini kullanıp kendisinden seçmen almasının önüne geçebileceğini düşünüyor olabilir. Bunun için de tıpkı 2019’daki gibi suçlama ve bu suçlamaların tartışılmasını sağlama kampanyası başlattılar. Bu durumda ortada bir suçluluk durumu simüle ediliyor, ancak hakemin tamamen taraflı olduğu unutturuluyor.
5. Trump’ın iktidara gelmesiyle dünyaya insan hakları değil, daha çok Egemen Güç gösterisi teşvik edildi. Trump kişisel olarak “buranın müdürü kimse onunla konuşurum” modunda bir egemenlik mottosu izlediği için, ilkel otoriteryen tutumlar TVlerden nakledilerek gösterile gösterile yapılıyor. Bu yapılırken de devletler vatandaşlarını korumak ya da şekillendirmek için değil, doğrudan korkutmak ve toplumdan alıkoymak suretiyle de disiplin gücünü kullanıyor. Bu tip bir durumda, ABD bir kısıtlayıcı güç değil.
6. Geriye kalan tek kısıtlayıcı güç halk tepkisi. Erdoğan, İmamoğlu’nu hapse attırırken halktan kendisine otorite (seçimle ya da halk nezdinde meşruiyetle) kaybettirecek kadar bir tepki gelmeyeceğini düşünüyor olmalı. Ancak, bu Erdoğan’ın halkın toplum olma vasfını, yani bir aktör olma vasfını tamamen yitirdiğini düşünmesinden ileri geliyor. Hem kolluk hem de askeriyenin ve toplumun en az yarısına nüfuz edebilmiş olmanın güvencesinde olabilir.
7. Halkın tepkisi gelse bile bunun en fazla Gezide’ki kadar sürüp bir süre sonra sineceğini, çünkü muhalefette insanlara nüfuz edebilen tek kişiyi toplumdan alıkoyduğunu düşünüyor olabilir.
8. Önünde içeriden ve dışarıdan bir kısıtlayıcı güç bulunmayan Erdoğan için diğer olası güç, hükümet kanadının bildiğini düşündüğü şeyler ve seçimli demokrasi olmaya devam etmemiz.
9. Erdoğan, İmamoğlu’nun bir mağduriyet hikayesini kullanıp kendisinden seçmen almasının önüne geçebileceğini düşünüyor olabilir. Bunun için de tıpkı 2019’daki gibi suçlama ve bu suçlamaların tartışılmasını sağlama kampanyası başlattılar. Bu durumda ortada bir suçluluk durumu simüle ediliyor, ancak hakemin tamamen taraflı olduğu unutturuluyor. Erdoğan oy tercihi değiştirmeye eğilimi AKP seçmenini bu tip bir simülasyona inanabilecek potansiyelde görüyor ve bu kez 2019’dan daha organize bir suçlama kampanyasına girişiliyor. Bu kez muhalif isimler de iktidarın suç simülasyonunu destekler nitelikte demeçler veriyor. Bu zamana kadar ve hâlen daha konuyla alakalı ve devletçilikle alakalı diziler ve demeçlerle, trend topiclerle (modalaşan gündem konuları) Erdoğan’dan memnun olmayan ama devletçi kalan bir seçmen grubu oluşturuldu. İktidar buna güveniyor gibi gözüküyor.
10. Olası bir diğer kısıtlayıcı güç ise Erdoğan’ın bu kadar güçlü olmasını sağlayan, güç hissini bu kadar hissetmesini sağlayan şey; yani seçim başarısı (nüfuzluluk). Potansiyel DEM oylarını artık oyun kurucu olmaktan çıkarttığını düşünen Erdoğan, İmamoğlu’nun hapsinin ve İBB’ye potansiyel kayyum atanmasını CHP’yi anayasa pazarlığına çekmek için yapıyor olabilir. Nitekim yüzde kırk alan kazansın talebi ve CB adaylığında 2 dönem şartının kaldırılması talebi paketin içinde olabilir ve Erdoğan yine de kazanabilir; çünkü belli ki İmamoğlu’nun (doğru ya da yanlış olması hiç önemli değil) yolsuzluk iddialarının AKP’nin kaygan zemindeki seçmenini İmamoğlu’ndan iteceğini düşünmüş.
11. Erdoğan seçim demokrasisine devam edecekse, bunu yaparken İmamoğlu dışındaki tüm adayları yenebileceğini düşünüyor gibi duruyor, tabi bunu başka tutuklamalar takip etmezse anlayacağız. Eğer Yavaş’a da dava açılırsa, o zaman Erdoğan’a göre iki adayın da Erdoğan’ı seçimde yeniyor olduğunu doğrulamış olacağız.
Bir sonraki yazımda CHP’nin bu durumda hissedebileceği sinmişliği ve uygulamasının makul olabileceği stratejileri yazacağım.

Yorum Yazın