Türkiye’de yaşanan son gelişmeler, demokratik değerler ve hukuk devleti açısından ciddi testler/sınamalar içermektedir. Ancak, CHP’nin önceki genel başkanları dahil tüm aktörleriyle ortaya koyduğu tavır, muhalefetin örgütlü mücadelesini sürdürme iradesini ortaya koymakta ve demokratik direnişin mümkün olduğunu göstermektedir.
Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, Türkiye’nin geleceğine şekil verecek nitelikte olduğu kadar, siyasi tarihimizde de iz bırakacak önemdedir. 2024 yerel seçimleri sonrası Cumhuriyet Halk Partili belediyelere uygulanan hukuki ve idari denetimler ile mali baskılar sonrası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’na yönelik yürütülen süreçler ve devamında gelen tutuklamalarla birlikte; CHP’ye yönelik kayyım tehdidi ve devamında yapılan Cumhurbaşkanı adayı belirlemeye yönelik önseçim, sadece güncel siyasi olaylar olarak değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri ve demokratik geleceği açısından önem arz eden gelişmeler olarak değerlendirmek gerekir.
Siyasi iktidarların, iktidar gücünü muhaliflerini baskılamak amacıyla kullanması demokratik rejimlerin temelini sarsan bir olgudur. Weber, modern devletin meşruiyetini hukukun rasyonelliğine dayandırır; hukuk, en temel toplumsal kurumdur. Schmitt ise “istisna hali”nin otoriter rejimler tarafından olağanlaştırılmasının, hukuk devletini fiilen ortadan kaldırabileceğini savunur. Türkiye’de son dönemde yaşananlar, hukukun rasyonellikten uzaklaşabildiğini ve Schmitt’in “istisna hali” kavramına oldukça yakınlaşabildiğini göstermektedir. Hukuki süreçlerin siyasal hedefler doğrultusunda işlediğine dair yaygın bir kanaat oluşması, sadece bireysel hak ihlalleri değil, aynı zamanda kurumsal ve sistemsel bir çöküşün habercisi olarak da okunabilir.
Bilindiği gibi kamu yönetimi, kamu hizmetlerinin etkin, adil ve hesap verebilir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla hukuki ve yönetsel denetim mekanizmalarına tabi olan bir sistemdir. Bu sistem, kamu kaynaklarının etkin kullanımı, şeffaflık ve toplumsal faydanın gözetilmesi gibi ilkeler doğrultusunda şekillenir. Kamu görevlilerinin denetlenmesi ise hukukun üstünlüğü çerçevesinde, yasalarla belirlenmiş mekanizmalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu bağlamda kamu yönetim sisteminin bir parçası niteliğindeki yerel yönetimler de sıklıkla denetlenir. Özellikle 2019 yerel seçimleri sonrası CHP’li belediyelerde gönderilen müfettişler, yaşanan denetimler ve açılan soruşturmalar kamuoyunun gündemine sıklıkla gelmiştir. CHP'nin önceki Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, 2019 seçimlerinden hemen sonra bu duruma dikkat çekmiş, gerekli uyarılarda bulunmuş ve belediye başkanları için yedi temel ilke yayınlamıştır. Liyakat esası, şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, eşitlik ve adalet, yolsuzlukla mücadele ve sosyal belediyecilik olarak kategorize edilebilecek bu ilkeler ile seçimlerden hemen sonra, CHP’li belediyelerin yönetilebilmesi, denetime açık ve hazır olması sağlanmıştır. Bu konu CHP’nin kurumsal hafızasında uzun süredir vardır.
Bugün siyasi iktidarların muhalefeti tahakküm altına almak amacıyla kamusal alandaki siyasal faaliyetleri hedef aldığı da görülmektedir. Bunların başında da Anayasal hak olan “toplantı ve gösteri yürüyüşleri”dir. Bu tür eylemler, salonlarda olduğu kadar sokaklarda da yapılagelmiştir. Sokak ve meydanlar, demokratik rejimlerde halkın tepkisini ve iradesini ifade ettiği en önemli alanlardır.
CHP’li belediye başkanları ve bürokratlara yönelik yapılan gözaltılar ile başlayan ve CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in çağrısı ile gelişen sokak eylemleri sonrasında, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “siyaset sokakta yapılmaz” şeklindeki çıkışı, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “yargıya saygı duy, partinde otur” tavsiyesi, muhalefetin ve sivil toplumun kamusal alandaki varlığını sınırlamaya yönelik bir çerçeve çizmektedir. Oysa siyaset bilimi literatürü, demokratik rejimlerde sokağın, halkın siyasal iradesini gösterme alanı olduğunu vurgular. Habermas’ın “kamusal alan” kavramı, demokrasinin sadece seçimlerle değil, halkın aktif katılımıyla da işlediğini gösteren örneklerle doludur. Bu bağlamda, Sayın Özgür Özel’in “demokratik direniş hakkımızı kullanacağız” diyerek vatandaşları protesto gösterilerine çağırması ve sonrasında Saraçhane’ye akan yüz binlerin varlığı, demokratik tepkinin meşruiyetini savunan bir karşı duruş olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’de yaşanan son gelişmeler, demokratik değerler ve hukuk devleti açısından ciddi testler/sınamalar içermektedir. Ancak, CHP’nin önceki genel başkanları dahil tüm aktörleriyle ortaya koyduğu tavır, muhalefetin örgütlü mücadelesini sürdürme iradesini ortaya koymakta ve demokratik direnişin mümkün olduğunu göstermektedir.
Bir “kamusal alan” olarak sokak ve meydanlar, “mevcut hakları korumanın, yeni hak taleplerinde bulunmanın, kamu politikalarına müdahale etmenin aracı ve mekânıdır.” Bu nedenle, sokak eylemleri toplumsal hareketler literatüründe önemli bir yere sahiptir. Genellikle siyasi, ekonomik sosyal nedenlerle ve bir tetikleyici olay ile ortaya çıkar, “kolektif davranış” ile kitleleri harekete geçirir. Canetti’nin kitle psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalar sokak eylemlerini anlamada önemli bir teorik çerçeve sunar. Canetti’nin bu alanda meşhur eseri “Kitle ve İktidar”da kitlelerin nasıl oluştuğunu, nasıl hareket ettiğini ve iktidar ile ilişkisi inceler. Ona göre kitle, “bireylerin kimliklerini geçici olarak kaybettikleri, sınırların ortadan kalktığı ve bireylerin bir bütünün parçası haline geldiği bir yapıdır.”
Sokak eylemleri, demokratik bir hak olarak halkın yönetime karşı tepkisini ifade etmesine olanak tanır. Gandhi’nin Tuz Yürüyüşü, Luther King’in Sivil Haklar Hareketi, Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü en bilinen eylemleridir. Ancak bu tür eylemler, Canetti’nin belirttiği gibi kitlenin doğası gereği büyüyebilir ve bazen iç ve dış müdahalelerle provoke edilerek, manipüle edilebilir. Bu yüzden barışçıl eylemleri korumanın en önemli yolu, demokratik mekanizmalar aracılığıyla talepleri dile getirmek ve provokasyonlara karşı kolektif bir bilinç geliştirmektir. Bu kollektif bilinci geliştirmek, süreci domine eden siyasi aktörlerin ve örgütlü yapıların sorumluluğundadır. Arendt’in ifade ettiği gibi “otoriter yönetimler, kamusal alanı daraltarak, halkın protesto etme hakkını engellemeye çalışırken”, muhalefet ise bu alanı genişletmeye, kitleyi büyütmeye tepkiyi örgütlemeye çalışır. Bu nedenle alan genişledikçe, kitle büyüdükçe, eylemlilik arttıkça sorumluluk da artar. Fransa’daki Sarı Yelekliler ve Türkiye’deki Gezi Parkı eylemleri sırasında gelişen süreçler de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Eylemlerin, toplumsal değerlere hakaret etmesi ve siyasi aktörlere ailelerine karşı küfür içermesi, yağmaya neden olması, şiddeti körüklemesi ve kolluğu hedef alması ya da orantısız güç kullanımı meşru zeminden uzaklaşmasına, sürecin marjinalleşmesine ve amacından sapmasına sebep olabilir. Bu nedenle barışçıl protestolar, amacından sapmadan yönetilebilir ve demokratik yollarla desteklenirse, siyasete ve toplumsal değişimde etkili bir araç olabilir.
“Benim iki büyük eserim var. Biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi” diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde şekillenen CHP, çok partili demokrasi tarihi boyunca otoriter eğilimlere karşı demokratik değerleri savunan bir parti konumunda olmuştur. Bu bağlamda, partili belediyelere yapılan operasyonlar yanında “Demokles’in kılıcı gibi” partinin tepesinde sallanan kayyım tehdidine karşı CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in “olağanüstü kurultay kararı” alması sonrasında, CHP’nin önceki Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da sürece destek vermesi, partinin tarihsel misyonunu vurgulayarak, CHP’yi “kuruluştur, kurtuluştur ve umuttur. İlk direniştir ve teslim alınamaz son kaledir” şeklinde tanımlamıştır. Bu tutum, CHP’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana üstlendiği kritik rolü ve günümüzde de demokrasinin savunucusu olarak taşıdığı önemi ortaya koymaktadır. CHP’nin varlığını, Türkiye’de demokratik süreçlerin tamamen ortadan kalkmasını engelleyen en önemli unsurlardan biri olarak görmek gerekir.
Siyasal düşünceler tarihinde sağ ve sol kavramları, toplum ve devlet ilişkisini farklı perspektiflerden ele alan iki temel ideolojik ekseni temsil ederken, özellikle sağ otoriter eğilimlerin muhalefeti sınırlandırma, denetim altına alma ve sistem içinde eritme stratejilerine sıkça başvurduğu bilinir. Türkiye’de de uzun süredir otoriter sağ-muhafazakâr bir iktidarın yönetimde olması, muhalefeti kontrol etme girişimlerini sistematik bir hale getirdiği kadar, muhalefetin iktidarı regüle etme fonksiyonundan da uzaklaşmasına sebep olmaktadır. CHP gibi sol-sosyal demokrat bir geleneğe sahip bir partinin, baskılanma, dizayn edilme veya sistem dışına itilme çabalarına maruz kalması, bu bağlamda sadece Türkiye’ye özgü değil, sağ iktidarların doğası gereği izlediği genel bir eğilimdir.
Türkiye’de yaşanan son gelişmeler, demokratik değerler ve hukuk devleti açısından ciddi testler/sınamalar içermektedir. Ancak, CHP’nin önceki genel başkanları dahil tüm aktörleriyle ortaya koyduğu tavır, muhalefetin örgütlü mücadelesini sürdürme iradesini ortaya koymakta ve demokratik direnişin mümkün olduğunu göstermektedir. Demirel’in ifadesiyle “Cumhuriyet’in istinat duvarı olan CHP”, bu süreçte sadece kendi kurumsal geleceğini değil, aynı zamanda Türkiye’de demokratik rejimin kaderini de belirleyecek bir rol üstlenmektedir. CHP’nin bu tahakküm çabalarına karşı, parti içi tüm aktörlerle beraber ve Türkiye’de demokratik değerleri savunanları örgütleyip, hukukun üstünlüğünü ve siyasi çoğulculuğu koruma noktasında ortak bir tavır sergilemesi elzemdir.

Yorum Yazın